Geçen yıl izlediğim Rus filmi Vozvrashcheniye (Dönüş/The Return) en sevdiğim filmler listesinde yer alıyor. Bu, yönetmen Andrei Zvyagintsev'in ilk uzun metraj filmiydi aynı zamanda. Bu filmi bu kadar tutmuş olmamdan dolayı Zvyagintsev'in ikinci filmi Izgnanie'yi de (Sürgün/The Banishment) bir an önce izlemek istiyordum. Ne var ki Muğla'da bulamamıştım. Tam, nasıl olsa bir gün bulurum deyip ertelemiştim ki Erciş'te bir internet kafenin film listesinde buldum. Neyin ne zaman nerede karşınıza çıkacağı belli olmuyor. Bazen bir film hiç ummadığınız bir yerde ve zamanda karşınıza çıkıyor. Bu da öyle oldu.
Sürgün'ü de çok beğendim ama beni Dönüş kadar etkilemedi. Önemli bir handikapı olmasa kuşkusuz daha iyi olacaktı ki o da filmin çok uzun olması. Tam 150 dakika sürüyor ve bu da bir film için 30-40 dakika fazla. Normalde 100-110 dakikada anlatılabilir bir hikâye. Kaldı ki Sürgün bu sürenin de altında anlatılabilirdi çünkü konusu ve oyuncu kadrosu bakımından oldukça homojen bir film. Rüzgar Gibi Geçti mesela, çok uzun bir film ama onun konusu öyle gerektiriyor. Yine de istense o da iki saatte anlatılabilirdi pekala. Her neyse…
Sürgün'den biraz bahsetmeden önce Binbir Gece Masalları'ndan bir öykü anlatmak istiyorum, aklımda kaldığı kadarıyla.
Bir adam karısını çok sever. Hafızam yanıltmıyorsa kadın hamiledir ve canı elma çeker. Lakin memlekette hem mevsimden hem de oranın genel ikliminden dolayı elma bulmak çok zordur. Adam düşünür taşınır ve çok sevdiği karısına ne yapıp edip elma bulması gerektiğine karar verir. Yanına yüklüce para alıp uzak bir diyara doğru yola çıkar. Günlerce yürür ve o uzak memlekete varır. Üç elma bulur, üçünü de satın alıp gelir. Gidiş gelişi on beş gün sürer.
Elmaları getirip karısına verir. Ne var ki kadının canı artık elmadan vazgeçmiştir. Adam da üç elmayı, nasıl olsa yine canı çeker diyerek başucuna bırakır. Gün içinde bir ara kadının küçük oğlu yanına gelir ve bu elmaların nereden geldiklerini sorar. Annesi de olayı anlatır. Çocuk elmalardan birini alır ve sokağa çıkar. O sırada oradan iri yarı bir zenci geçmektedir. Çocuğun elindeki elmayı görünce şehirde bu mevsimde elmayı nereden bulduğunu merak ederek sorar. Çocuk da anlatır. Adam elmayı çocuktan zorla kaptığı gibi oradan uzaklaşır. Bir müddet sonra da çocuğun babasının, yani elmaları uzak memleketten getirmiş olan adamın dükkanının önünden geçer. Adam zencinin elinde elma görünce hayret eder ve "madem şehirde elma vardı da o kadar aramama rağmen ben neden bulamadım?" diye düşünerek hemen zenciyi çevirir ve elmayı nereden bulduğunu sorar. Adamın, az önce zorla elmasını aldığı çocuğun babası olduğunu bilmeyen zenci cevap verir: "Benim bir sevgilim var. Başbaşa rahatça vakit geçirebilmek için geçenlerde bir oyun hazırladık ve kocasını uzak bir diyara elma almaya yolladık. Adamın gidiş gelişi on beş gün sürdü. İşte bu elma da onun getirdiklerinden biri" der. Anlattıkları tabii ki uydurmadır. Ne var ki adamın gözünde bir anda herşey kararıverir, dünya başına yıkılır. O hışımla gider karısını öldürür.
Gerisini anlatmaya gerek yok. Merak eden okuyabilir. Gelelim filmin öyküsüne.
Alex ve Vera'nın 8-10 yaşlarında iki çocukları vardır. Alex içine kapanık bir adamdır. Bundan dolayı da aile içi diyalog sorunları yaşamaktadırlar. Vera üçüncü çocuğuna hamiledir ve Alex'in ailesinin köyüne yaptıkları kısa bir ziyarette bunu kocasına açıklar. Ancak çocuğun babasının kendisi olmadığını söyler. Aslında çocuk Alex'tendir ama Vera ilk iki çocuğa da zaten doğru dürüst babalık yapmamış olduğu için bu üçüncünün de, ondan olsa da aslında bir şeyin farketmeyeceğini, nihayetinde baba olmak için biyolojik durumun yeterli olmadığını düşünerek, bir an ağzından çocuğun ondan olmadığını kaçırıverir.
Bunu duyan Alex de masaldaki adamın yaşadığına benzer duygular yaşar ilkin. Ancak o denli bırakmaz kendini. En azından dünyası başına yıkılmaz. Neticede bu işin asıl sorumlusunun kendisi olduğunu kabullenmektedir içten içe. Çocuklarına baba olamamış olmanın yanında karısına da koca olamadığı gerçeği vardır ortada. Düşünür taşınır ve kendisinden olmadığını sandığı çocuğu aldırtıp Vera'yla her şeye yeniden başlamaya karar verir. Vera suskundur, nasıl istiyorsa öyle yapmasını söyler. Zaten hayattan aldığı bir tat da yoktur.
Alex kardeşinin yardımıyla kürtaj yapacak bir doktor bulur. Herşey hemen halloluverir. Çocuk düşürülür. Vera'nın kürtajdan sonra biraz uyuyup dinlenmesi gerekir. Ne var ki dinlenme biraz uzun sürer. Durumdan şüphelenen Alex ve kardeşi bir doktor çağırırlar. Gelen doktor acı haberi verir, Vera, kürtajdan önce aşırı dozda ilaç alıp intihar etmiştir. Alex için de zaten pek bir anlamı olmayan hayat bundan böyle büsbütün anlamsızlaşır.
Yazımızın başlığına dönecek olursak; başınızdan her ne geçerse geçsin, olayları ve durumları iyice analiz etmeden anlık düşüncelerle sakın harekete geçmeyin. Bazen geri dönüş yoktur. Hakikaten yoktur.
Bu ne böyle aldım başımı gittim ,o öykünün içine...
YanıtlaSilÇok güzel anlatmışsın...Paylaşımın için tşkler...
Sanki yaşadıklarımdan bir kesit sundun bana.Başımdan geçen bir olayı özet geçmek istedim.Geçen hafta bloguma üye olan bir bayanı iş arkadaşlarımdan birinin eşi sandım.Ve mutluluğumu bu biriyle paylaştım.Hiç ummadığım bir tepki göstererek eşini aradı ve bu tür sitelere bir daha girmemesi gerektiğini söyledi.Utancımdan yerin dibine girdim.Daha hiç tanışmadığım eşiyle arama buzlar girdi dolayısıyle.
YanıtlaSilEvlilik,ilişki bu mudur?Konuşmadan,paylaşmadan yargısız infaz yapmak mıdır.Yaşım 23 ama birçok insandan daha farklı yaşıyorum evliliğimi.İkililiğin,paylaşımın nasıl olması gerektiğini daha iyi biliyorum.Ulu orta yerde karı koca kavgaları,aşağılamalar,fırça atmalar yada kısakançlık krizleri ne kadar geri görüşlü hareketler...
Yazını çok çok beğendim.Hareket etmeden düşünmek gerek.