Düşüne durdum. Düşünüyorken bir ara gözüm kolumdaki saate ilişti. Acaba bu saat benim kolumda olduğu için mi zaman geçiyordu? Neden olmasındı. Saati koluma takmakla zamanın geçiyor oluşunu peşinen kabul etmiş olmuyor muydum? Hal böyleyken zamanın geçip geçmediğinin üzerine düşünmemin bir anlamı var mıydı? Değil mi ya, peşinen kabul ettiğin şey senin için var anlamına gelir. O halde ne yapmalıydı? Evet, derhal saati kolumdan çıkarıp masanın bir köşesine bıraktım.
Kalkıp dışarı çıktım. Düşünmeye, bir şey bulmaya orada devam edecektim. Vakit öğleye doğruydu. Yürüdüm. Otobüse bindim. Çarşıya gittim. Dolandım durdum. Oturdum, kahve içtim. Yemek yedim. Sokakları boyladım. Parka gidip çimenlere uzandım. Başımı kaldırıp çocuklara, güvercinlere baktım. Sıkıldım. Kalkıp gene dolaştım. Yapacak bir şey yok, dedim kendime. Eve mi gitsem, diye düşündüm. Ama vakit henüz erkendi, eve gidip de ne edecektim. Derken farkına vardım. Zaman geçmiyordu! Sahiden de geçmiyordu. Demek ki aklıma gelen, gelip de yaptığım şey doğruymuş. Saati kolumdan çıkarmakla zaman duruyormuş. Gerçekten duruyormuş. Bak işte, bir dünya şey yapmıştım, sırf otobüsle çarşıya varmak bile kırk dakikamı almıştı, neredeyse bir saati parkta geçirmiştim. Bugün yaptıklarımı önceki günlerde yapsam şimdiye çoktan akşam olmuştu. Gelgelelim bugün vakit filan geçmemişti, hâlâ öğleye doğruydu. Evden çıktığımda da zaten böyleydi.
Demek ki bulmuştum. İnsan zamanı, zamanın geçişini kabul etmiyorsa zaman da canıma minnet diyormuş. O halde hayatımı oracıkta değiştirmeliydim. Hayat anlayışımı, dünya görüşümü, pılımı pırtımı, zilimi zırtımı, ne varsa değiştirmeliydim. Neden mi? E çünkü ben de o ana kadar bütün insanlar gibi hayatımı zamana göre planlayıp programlamıştım. Şimdi artık zaman olmadığına göre bütün bu planlar da kendiliğinden geçersizleşiyordu.
Eve gitmeye karar verdim hemen. Sakin kafayla düşünmeliydim. Heyecanlanmıştım çünkü. Düşünsene, zaman yok, yaşlanmak yok, geç kaldım yok, erteleme sıkıntısı yok, yok oğlu yok.
Eve geldim. Nasıl geldiğimi kendim de anlamadım. Dedim ya, heyecanlıydım. İçeri girdim. Bir bardak su içtim. Dışarıda hava esiyordu, geçip pencereyi açtım. Kanepeye oturdum. Başımı sola çevirince masanın üzerine bırakmış olduğum saatimi gördüm. Ve işte o anda başım dönüyor, gözlerim kararıyor gibi bir hisse kapıldım. Sonra sarsıldığımı sandım. Halbuki kanepede oturuyordum. Ne oluyor, diye sormaya kalmadan pencereden demin gelen apaydınlık ışığın epeyce azaldığını fark ettim. De ki biri perdeyi çekmişti. Elimi uzatıp saate baktım. Akşamın yedisini bilmem kaç geçiyordu. Üzerimdeki şaşkınlığı atmaya çalıştım bir süre. Atınca da anladım olup biteni. Sabah evden çıkmadan kolumdan çıkarıp masaya bıraktığım saatimi görür görmez büyü bozulmuş, her şey eski haline dönmüştü. Zaman da, kaldığı yerden bile değil, bana ödünç verdiği o birkaç saati de geri alarak geçmeye devam ediyordu.
Günler geçer ve çalışır şafağın değirmeni
Kim bilebilir ki kimi neyi eskittiğini
—Turgut Uyar