11 Haziran 2014

Bizden evvel

Herkesin ilgi alanına giren bir şeyler vardır. Herkes yapıp ettiği işle şöyle ya da böyle ilgilenmek zorundadır. Bana iki iğne gösterilip hangisinin hangisinden iyi olduğu sorulsa örneğin,  yadırgarım, iğnenin iyisi kötüsü mü olur, alt tarafı iğne işte, derim. Halbuki bir terzi için çok yerinde bir soru olur bu; elbette iyi iğne, kötü iğne vardır. Hatta öyle terziler vardır ki, hiç dokunmadan bir iğnenin iyi mi kötü mü olduğunu anlayabilirler.
***
Dikiş işlerini meslek edinenleri terzi diye adlandırırız. Şimdi çok az terzi kaldı, eskiden daha çoklarmış haliyle. Çokça terzi dükkânı varmış her şehirde. Her şey zamanla değişiyor tabii. Bazı meslekler ortadan kalkıyorken bazıları ortaya çıkıyor. Kim bilir eski devirlerde neler neler yapıyordu insanlar. Eminim mahiyetini öğrendiğimizde bize çok ilginç, belki komik gelecek meslekler vardır tarihin diplerinde. Günümüzde her köşe başında cep telefonu dükkânları var, ama elli yıl önce bir teki bile yoktu. İnsanların ihtiyaçları değiştikçe meslekler de değişiyor doğal olarak. Sadece meslekler de değil elbette, her bir şey değişiyor. Mesele hep gelip insanda düğümleniyor sonuç olarak. Ah insan ah, ben sana ne diyeyim şimdi...
***
İnsan dedim de, İnsanın Hikâyesi - Taş Devrinden Bugüne Tarihimiz adlı bir kitap var. James C. Davis adlı bir amca yazmış, Barış Bıçakçı çevirmiş. Uygarlık tarihi konusunda tek geçerim. Eğer siz de benim gibi uygarlık tarihine meraklıysanız şiddetle öneririm, enfes bir kitaptır.
***
Pek çok insan var tarih sevmeyen. Bizzat tanıdığım böyle yüz kişi sayabilirim şuracıkta. Bir insan niye tarih sevmez? Herhalde meraksız olduğundan ötürü. Evet, sanırım en önemli nedeni bu. Senden önce kim vardı bu yeryüzünde, ne işle meşguldü, nasıl merak etmezsin arkadaş? 
***
Şu yalan dünyaya geldim geleli 
Tas tas içtim ağuları sağ iken 
Kahpe felek vermez benim muradım 
Viran oldum mor sümbüllü bağ iken 

Aradılar bir tenhada buldular 
Yaslandılar şıvgalarım kırdılar 
Yaz bahar ayında bir od verdiler 
Yandım gittim ala karlı dağ iken 

Farımaz da deli gönül farımaz 
Akar gözlerimin yaşı kurumaz 
Şimden geri benim hükmüm yürümez 
Azil oldum güzellere bey iken 

Karac'oğlan der ki bakın geline 
Ömrümün yarısı gitti talana 
Sual eylen bizden evvel gelene 
Kim var imiş biz burada yoğ iken

Karacaoğlan

Kendinize sorun bakalım, bu şiirde geçen şıvga, farımak kelimelerinin anlamını biliyor musunuz? Bilmiyorsanız, üzülerek söylüyorum, siz de tarihe ilgisiz birisiniz. Kendimi dışarıda tutmuyorum, şimdi değil ama bir zamanlar ben de öyleydim. Neden mi? Çünkü tarih diye bize o kadar yalanlar söylenmiş ki, ister istemez sıkılmışız ondan. Kayıtsız kalmışız. Edward H. Carr'ın ünlü Tarih Nedir? adlı kitabının başında bir alıntı vardır, Catherine Morland'a ait: "Böylesine can sıkıcı olması hep tuhafıma gidiyor, çünkü çoğu uydurulmuş olmalı." 
***
Karacaoğlan 17. Yüzyılda yaşamış bir halk ozanı. Adı üstünde, halktan biri. Kısacası, yaşadığı çağda herhangi biri. Diyar diyar dolaşıp şiir söylemiş. Yaptığı işi o kadar ciddiye almış, o kadar önemsemiş ki, adı tarihe yazılmış. Gerçek kahramanlar hep böyledir zaten. Değerleri, kahramanlıkları zamanla anlaşılır. Eğer bir yerde bir kimseye herkes kahraman diyorsa, kesin olarak emin olabilirsiniz ki o kimse kahraman filan değil, pespayenin biridir. Gerçekten böyledir. Hiç kimse kendi zamanında kahraman olamaz. Gerçek kahramanlık sonradan anlaşılır. Kendi zamanlarında gizli kalır kahramanlar. 
***
Profesörlük, günümüzde çok yüksek bir makam gibi duruyor, değil mi? Koskoca profesör olmuş adam, deyiverirler. O koskocalığa bakmamak lazım. Öyle profesörler gördüm ki nasıl profesör olduklarını uzunca zaman düşünüp durdum. Sözün kısası, bir boktan anlamayan insanlar bile bu ülkede profesör olabiliyorlar. Vahim olan bu değildir, asıl vahamet toplumun bu duruma gıkını çıkarmıyor oluşudur. 

Geçen gün de bir profesör bir doçenti öldürdü, biliyorsunuz. Demek ki neymiş, profesör olmak adam olmak anlamına gelmiyormuş. Hem profesör hem de doçent aynı kadına aşık olmuşlar, sonra ne olmuşsa profesör doçenti öldürmüş. Karısı da aynı üniversitede bir fakültenin dekanıymış. Kocası katil olunca o da ne yapsın, görevinden istifa etmiş. Gazetenin biri de "Bir erkek bir erkeği öldürdü, iki kadın işsiz kaldı," diyordu haklı olarak. 
***
Dikiş diyorduk... Terzi olmadığı halde dikiş işlerini dört dörtlük yapan insanlar da vardır. Çoğunlukla ev hanımlarıdır bunlar. Terziler gibi eskiden daha çoktu sayıları. Gün be gün azalıyor onlar da. Zaten her bir şey azalıyor gün geçtikçe. Çoğalan bir şeyler de yok mudur?
***
Dünyanın tüm toplumlarında erkeklere ve kadınlara atfedilen işler vardır. Mesela yemek yapmak bizim toplumda kadın işi olarak bellenmiştir. Bir dünya erkek var yemek yapan, binlerce erkek aşçı var, ama yine de yemek yapmak kimin işidir diye sordun mu çokluk insanlar kadınların işidir der. Dikiş nakış işleri de öyledir. Kadın işi olarak kabul görmüştür. Oysaki neredeyse tüm terziler erkektir. Öteden beri böyledir. İki yüz yıl, beş yüz yıl geriye gidin, hep böyle olduğunu görürsünüz. Siz hiç terzi bir kadın gördünüz mü? Tek başına bir terzi dükkânı açıp yıllar yılı çalıştıran bir kadın gördünüz mü? Göremezsiniz. Neden? Erkek egemen bir toplumda yaşıyoruz da ondan. Ara sıra özeleştiri yapmak bünyeye iyi gelir. Bu toplumun temelinde iyi kötü pek çok şey vardır ama riyakârlık da yok değildir. Tarih boyunca işine geldi mi anam-bacım diye hürmet etmiş kadınlara, işine gelmedi mi de eve tıkamış, değersizleştirmiş. Mesele bu. 
***
Kalemler üzerine konuşacaktım. O yüzden herkesin ilgi alanına giren bir şeylerden dem vurdum. Bir örnek vereyim dedim, terzi-iğne geldi aklıma. Sonra konu konuyu çağrıştırdı, tarihten profesöre atladım. Alışkınım, pek çok kez olur böyle. Kalem diyordum, benim ilgi alanıma giren şeylerden biri kalemlerdir. Ama bugün kalsın artık, yazı biraz uzadı görüldüğü gibi, başka bir gün ayrı bir yazıda kalemlerden söz ederim.

8 Mart 2009

Bütün kadınlar birer yıldızdır

Milattan önceki kimi Mezopotamya uygarlıkları ya tam olarak ya da kısmen anaerkildiler. Yani kadının egemenliği söz konusuydu. Bir başka deyişle, kadının fendi erkeği yenmiş ve iktidara gelmişti. Artık kaç yüzyıl olduğunu bilmiyorum ama bayağı sürdü de.

Sümer tanrıçalarından birinin adı İnanna'ydı. Babilliler, Akadlar ve Asurlular da ona İştar derlerdi. İştar yıldız demekti. Zaten günümüzdeki birçok dilde de, özellikle Hint-Avrupa grubu dillerinde yıldız kelimesinin iştar sözcüğünden türemiş olduğu rahatlıkla görülebilir. Birkaç örnek: astrum (Latince), asteras (Yunanca), star (İngilizce), stern (Almanca), estrella (İspanyolca), stella (İtalyanca), stêrk (Kürtçe).

Evet, sözünü ettiğimiz medeniyetlerde kadın muhtemelen günümüzdekinden daha iyi bir konuma sahipti. Gelgelelim, yıldızlar parlaklıklarını her zaman sürdüremiyorlar maalesef. Bazen gözden kaybolup, sönüp gidiyorlar. An itibariyle içinde yaşadığımız dünyanın hemen her köşesinde ezilen, büzülen, hor görülen, bırakın kadın olmaktan dolayı sahip oldukları haklarını bir tarafa, insan olmalarından ileri gelen hakları bile ellerinden alınan kadınlara rastlamak mümkün.

Bugün 8 Mart Dünya Kadınlar Günü. En başta anneler olmak üzere dünyanın ezilen, hor görülen, çile çeken, dayak yiyen, kahrımızı çeken, ayakları üstünde durmaya çalışan, çabalayan, didinen, çırpınan bütün kadınlarına selam olsun...

Dünya eğer bir oyun sahnesiyse, ve hepimiz birer oyuncuysak en zor rolleri üstlenen o kadınlar Hollywood starı olamasalar da her biri hayatın gerçek birer "iştar"ı.
Sayfa başına git