23 Eylül 2013

Dil Meseleleri

Dünkü yazıda ekinoks ve solstis sözcükleri üzerinde yazarken, solstisin Türkçesi olan gün dönümü sözcüğünün (ya da sözünün) yazılışı üzerinde uzlaşma olmadığını söylemiştim. Elimde basılı sözlük olarak yalnızca TDK'nın sözlüğü var, ona baktım, bir de internetten Dil Derneği'nin sözlüğüne baktım. TDK gün dönümü biçiminde ayrı, Dil Derneği ise gündönümü biçiminde bitişik yazıyor. 

Biliyorsunuz, Türk Dil Kurumu Atatürk döneminde, 1932'de kuruldu. Ancak 12 Eylül darbesiyle birlikte "yeniden yapılandı". İşte bundan ötürü birçok yazar, akademisyen vs. bu durumu kabullenmedi ve TDK'nın artık o eski TDK olmadığını savunarak bu "yeni" TDK'yı tanımadı. Hâlâ da tanımayan çok sayıda yazar var. İşte Dil Derneği de bu yeni TDK'yı tanımayan, deyiş yerindeyse Eski TDK'nın mirasını sahiplenen insanların kurduğu bir oluşum. Onun kuruluş tarihi de 1987. 

Türkçe, Cumhuriyet'in kuruluşunu esas alacaksak eğer, çağdaş anlamda tam 90 yıldır kullanılıyor ama henüz bazı konularda, üstelik de az sayılamayacak bazı konularda uzlaşma (ya da konsensüs, ya da mutabakat) :) sağlanmış değil. İnsan şaşırıyor haliyle. Bir örnek vereyim. TDK'ya göre ya da bağlacını ancak ya ile birlikte kullanabiliriz, ya ... ya da ... biçiminde. Buna göre, örneğin, "Ya sınıfınıza gidin, ya da kütüphaneye." dediğimizde doğru, "Sınıfa ya da kütüphaneye bak." dediğimizdeyse yanlış söylemiş oluruz. TDK'ya göre bu ikinci örnekte veya kullanılmalı, "Sınıfa veya kütüphaneye bak." biçiminde yani. Oysaki, ben bugüne kadar pek çok kere ya da'nın ya'sız kullanıldığına tanık oldum. Üstelik de büyük yazar ve şairlerde tanık oldum, örneğin Tahsin Yücel'de. "Halk sanatlarının öteki sanatlardan daha yetersiz ya da daha değersiz olduğunu söyleyemeyiz." diyor Tahsin Yücel. E, şimdi bunu söyleyen, herhangi biri olsa neyse ne, ama Tahsin Yücel gibi, bugün yazarlığını tartışamayacağımız biri söyleyince insanın içine ister istemez bir kurt düşüyor. TDK mı doğru söylüyor, diğerleri mi? Ben bir okur gözüyle meseleye yaklaştığımda işin içinden bir biçimde çıkmayı becersem bile içimde ukde kalıyor. 

Bir örnek daha vereyim. Öğrencilik yıllarımda bir gün bir Türkçe öğretmeni, kimdi hatırlamıyorum ama o dersi bugünmüş gibi hatırlıyorum, "ama bağlacını kullandığımız zaman," demişti, "kesinlikle ama kesinlikle virgül kullanamayız." Halbuki, ben bugüne dek, yine ya da'da olduğu gibi, ama'dan önce ve sonra virgül kullanıldığına çok rastladım. Hadi, beni bırak, bugün artık başımın çaresine bakabiliyorum da, bu konulara merak salmış bir lise öğrencisini düşünün örneğin, o ne yapsın? 

Türkçe kadar olmasa da Kürtçe de yazıyorum bazen. Başlarda, on yıl önce örneğin, olabildiğince karamsardım Kürtçe konusunda. Hiçbir zaman belli bir düzeye gelemeyeceğini düşünüyordum. Ama şimdi, Türkçenin bu durumuna, yani doksan yılda hâlâ çözülememiş birtakım konuları olduğuna bakınca, eskisi kadar karamsar değilim açıkçası. Seksen yıl boyunca, bırakın yazılıp çizilmesini, konuşulması bile yasak olan Kürtçenin durumu, elbette Türkçe kadar değil ama, oldukça iyi sayılır bugün.

Dil konularında uzlaşmazlık bazen ciddi boyutlara varabiliyor. Ben üniversiteye başladığım ilk yıl, hatta ilk ay, ilkokul, ortaokul ve lisede o güne dek doğru diye öğrenip bildiğim bazı konuların aslında yanlış olduğunu üniversitedeki bir hocadan öğrendim. Madem öyleydi, o güne kadar ne demelere okula gitmiştim, değil mi, insan bunu düşünüyor, elinde değil.

Bu gün dönümü meselesine geri dönelim. Şimdi, örneğin bir öğretmen öğrencilerine sorsa bunu, bir kısmı gün dönümü diye yazacak öğrencilerin, bir kısmı da gündönümü diye. Sonuçta ne olacak? Bir kısmı puan alacak, bir kısmı alamayacak. Çünkü eğitim-öğretim düzenimizi az çok bilirsiniz, tek doğru vardır bizde. Birden fazla seçeneğin doğru olabileceğini aklımıza getiremeyiz. Böyle şeyler işte. Derdimin ne olduğu anlaşılıyordur umarım. 

Peki, sen hangi taraftasın, diye sorarsanız, benim için pek de öyle sıkıntı sayılacak bir durum yok bu konuda, derim. Kimi sözcüklerin yazılış biçiminde örneğin, ikiliğe düştüğüm oluyor, öyle durumlarda da Ali Püsküllüoğlu'na bakıyorum. Adam ömrünü verdi bu işe, ben onun tarafındayım.

26 Mayıs 2010

TDK ne yapıyor?

Türk Dil Kurumu'nun yıllardır Türkçe'ye başka dillerden geçmiş birtakım sözcüklere "öztürkçe" karşılıklar bulma çabası içinde olduğunu pek çok kimse bilir. Kurumun bu çabası her zaman tartışma konusu da olmuştur. Üstelik farklı çevrelerde. Benim fikrimce eleştirenler, eleştirilerini farklı mecralara taşımadıkları sürece çoğu zaman haklılar. Şunu da belirtmek gerekir; eleştirenler "dille bir işi olanlar." Yazarlar, okurlar... Eleştirilerin odak noktasına gelince; TDK kimi zaman yabancı sözcüklere yerinde öneriler getirirken, kimi zaman da olur olmaz karşılıklar öne sürüyor. Bazen öyle şeyler "üretiliyor ki" kalakalıyorsunuz olduğunuz yerde.

TDK'nın internet üzerinde, abone olanlara her gün iki söz gönderdiği bir e-mail listesi var. Ben de birkaç yıldan beridir bu listeye üyeyim. Hergün mail adreslerine iki kelime gönderiliyor. Biri Türkçe bir sözcüğün sözlük anlamı, diğeri ise yabancı kökenli bir sözcüğe öztürkçe karşılık. Dediğim gibi, bazen akla mantığa uygun karşılıklar geliyor bazen de yapay olduğu her tarafından belli karşılıklar. Kimi zaman da tutup tutmayacağını kestiremediğiniz ama pek şık duran karşılıklar çıkıyor. Mesela bir iki yıl önce first lady için başbayan karşılığı önerilmişti. Gayet yerinde bir öneri gibi gelmişti bana, hala da öyle. Zapping içinse geç geç önerilmişti bir ara. Doğrusu olabildiğince yapay bir söz. Kanallararası gidip gelme dense daha iyi bana kalırsa.

Bu yazıyı yazmamın sebebi de yine TDK'nın bir önerisi. Tam olarak ne zaman olduğunu hatırlamıyorum ama iki üç yıl önceydi, haute-couture için hasmakas'ı önermişlerdi. Çok hoşuma gitmişti. Tutabilirdi de. Zaten yazılışı da Türkçe değil bu kelimenin. Geçen hafta Kurumun gönderdiği mailde, yerine karşılık önerilen yabancı söz yine haute-couture'dü. Ne var ki bu kez farklı bir karşılık öneriliyor: Özel dikiş.

İki paragraf yorum yazdım ama geri almaya karar verdim. Yorumsuz.
Sayfa başına git