Bazı yayınevlerinin okura kalıcı bir güven verdikleri kuşkusuz. Bunun bir anda olması olanaksız; yıllar içinde, okur tarafından birçok kereler sınandıkça kazanılır bu güven. Her zaman yerinde midir okurun güveni, genellikle her zaman, ama ayrıksı örnekler de yok değildir. Sözgelimi bir yayınevi kitap seçimi bakımından tamamıyla kendine özgü, benzerleri olmayan niteliğini çevirilerindeki ciddi arızalarla yok ediyordur da, bu eksikliği okurda olumsuz karşılıklar bulmamıştır. Ya da başka bir yayınevi, gene kolayca ulaşılamayacak zenginliğine karşın, editörlük hizmetleri bakımından yetersiz, düzeltme yanlışlarıyla dolu kitaplar yayımlıyordur da, bu eksikliği okurda olumsuz bir karşılık yaratmamıştır. Gene de Dost, Doğu-Batı, Metis gibi, okurda haklı bir güven duygusu yaratmış bazı yayınevleri de var ki, adlarını anmakta elbette sakınca yok.
Öte yandan, kitap fiyatları bakımından da yayınevlerinin okurda yarattığı olumlu ya da olumsuz etkiler var. Notos Kitap'ın kitap fiyatları ortalamanın üstünde, bunu biliyorum, açıklanabilir nedenleri var. Adlarını burada anmamız doğru olmayabilir, ama bence fiyatları yüksek bir dizi yayınevi daha sayılabilir. Bu arada bazı yayınevlerinin kitap fiyatları da gerçekten çok ucuz. Onların adlarını da vermeyelim, çünkü kitap fiyatlarını ucuz tutabilen bu yayınevlerinin baskı ve öteki yayına hazırlık süreçlerinde ciddi sorunları olduğunu düşünüyorum. Fiyatı başka nasıl ucuzlatabilirsiniz, kendi matbaanız yoksa ya da kâğıtçı değilseniz...
Alfa Dağıtım'daki arkadaşlar Notos Kitap'ın yeni yayımlanan her kitabının fiyatını yüksek bulur. Buna alıştım. Ama ben de onlara şunu söylüyorum:"Bir kitap eğer ilk dağıtımdan sonra ancak 300-400 adet satılıyorsa, o kitabın fiyatının ucuz ya da pahalı oluşu satış adedini değiştirmez. Siz bizim kitapları kaha çok satabiliyorsanız, biz de fiyatları düşürebiliriz."
Öyle ya, fiyat düzeyi ancak çok-satan kitaplarda söz konusu edilebilir. Bir kitap 100 bin satılıyorsa, fiyatının yüksekliği satış adedini birkaç on bin bile düşürebilir. Ya da 250 adet satılan bir kitabın fiyatının 15 lira yerine 12 lira olması, satış adedini hemen hiç değiştirmez.
Öte yandan, fiyat düzeyi hemen hiçbir yayınevinde rastgele belirlenmez. Notos Kitap'ta da. Notos Kitap'ta yayımlanan her kitabın öteki yayınevleriyle karşılaştırılması neredeyse olanaksız bir maliyeti bulunuyor. Çünkü bütün baskı, kâğıt ve öteki giderler bakımından, anca yüksek maliyetle karşılanabilecek bir baskı kalitesi arıyoruz. Bu kalitenin bazı unsurları belki okurlarca ayırt edilemiyor, ama kendimiz biliyoruz ve yalnızca bizim bilmemiz de yeterli diye düşünüyoruz. Bugüne kadar sağladığımızı düşündüğümüz bu kaliteyi riske atmayı da artık düşünemeyiz. Bu yüzden Notos Kitap'ın yayımladığı kitapların fiyatı yüksek görünüyor, ama hiçbiri keyfi biçimde belirlenmemiştir. Her kitabın başlangıçtaki satış adedi en az birkaç bin olsaydı, o zaman fiyat politikasında değişiklik yapmak da gerekebilirdi. Elbette baskı kalitesini biraz aşağı çekerek...
Semih Gümüş
22 Mayıs 2008
Türkiye’de milliyetçilik toplumun tüm katmanlarını birbirine bağlıyor. Diğer kesimlerin çoğu gibi Türk solu da milliyetçi. Kendilerini Kemalist diye tanımlayan solcuların çoğu, hâlâ kurtuluş savaşındaymış gibi davranıyor, egemenliğin yabancı odaklarca tehlikeye atıldığına inanıyor
Türk milliyetçiliğinin birçok kılıfı var. Geçen hafta muhalefet partileri CHP ve MHP, ‘Türklüğü aşağılamanın’ suç olarak kalmasından yana oldukları için TCK’nın 301. maddesinin reformuna karşı oy kullandı. Türkler, üretilen en büyük milli bayrakla Guinness Rekorlar kitabına girmeyi başardı. Türklerin milli kimliği için tehlike oluşturdukları gerekçesiyle yabancı din adamları ve misyonerler öldürüldü. Azınlıkların Türkleştirilerek asimile edilmesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkelerinden biridir. Türk ulus devletini içeride ve dışarıdaki düşmanlardan korumak amacıyla emekli askerler, polisler ve birkaç aydın ‘Ergenekon’ adlı çeteyi kurarak siyasi suikastlarla bir darbenin zeminini hazırlamak ve akabinde Türkiye’nin kendi içine kapanmasını sağlamak istediler.
Laiklikten daha kemikleşmiş
Türkiye’de milliyetçilik, sağcı MHP’ye oy veren seçmen sayısına bakarak tahmin edilenden daha büyük öneme sahip ve toplumun tüm katmanlarına kök salmış durumda. Bu nedenle Kemalist seçkinler geçen yıl, genel seçimlerden zaferle çıkan ve Gül’ü cumhurbaşkanı seçtiren Erdoğan hükümeti karşısında yeniden zemin kazanmak için milliyetçilik kozunu
kullanmıştı. Laiklik gibi konular Türklerin çok az bir kesimini harekete
geçirirken, milliyetçilik genelde etnik Türkleri seferber ediyor. Dolayısıyla 2007’nin ikinci yarısına Türklerle Kürtler arasındaki ihtilaf damgasını vurdu.
Milliyetçilik, toplumun tüm katmanlarını birbirine bağlayan bir bağ olarak işlev görüyor ve dışavurumu her katmanda farklı oluyor. Erdoğan hükümetine karşı düzenlenen mitinglerde Türk bayrağını sallayan İstanbullu üst tabakadan gelen eğitimli kadın da, tıpkı kendisine Kurtlar Vadisi dizisini örnek alan ve bu nedenle Türk ulus devleti adına kendi kendine yargılama hakkına sahip olduğunu düşünen işsiz ve okulu yarıda bırakmış bir şahıs gibi milliyetçi.
Milliyetçilik, Türkiye’de devlet anlayışının parçası olmuş durumda. Cumhuriyet kurulduğunda, kurtuluş savaşçısı Mustafa Kemal’in yanındaki askerler bir devlet yarattı, ancak bir ulus yoktu. Çok uluslu Osmanlı İmparatorluğu çökmüştü. Yeni cumhuriyetin laik ve Türklerin ulus devleti olması öngörüldü. Cumhuriyet topraklarında yaşayanların Türkleştirilmesi gerekiyordu. Bu nedenle Türk milliyetçiliği her zaman devlet ve devlet kurumlarının meselesi oldu. Devlet ve kurumları, ulus devletlerini homojen bir Türk milletiyle şekillendirmek ve kendi düşünceleri doğrultusunda tepeden modernize etmek istedi. Zira, Atatürk’ün talimatı Türkiye’nin ‘çağdaş medeniyetler’ seviyesine ulaşması yönündeydi. Bu nedenle devlet seçkinleri okul kitaplarında devlet ve toplumun önceliğinin
vurgulanmasını sağladı ve yabancı düşmanlara karşı Türk milleti tablosunu savunma kalesi gibi yansıttı. Bu tablo son yıllarda biraz değişmeye başladı.
Toplumda da rol oynayan milliyetçilik, küreselleşme ve AB sürecinin sonucu
olarak bir kesimde etkisini kaybederken, diğer bir kesim Türklüğü tehlikede gördüğü için milliyetçiliğe o denli sıkı sarılıyor. Türk sağcılarında milliyetçilik genelde İslam’la bağlantılı. Zira, 1980’lerde muhafazakâr aydınların oluşturduğu ‘Türk-İslam sentezi’, Türk tarihinin İslami döneminin, yani Selçuklu ve Osmanlı hâkimiyeti döneminin yeniden Türk kimliğinin parçası olmasına önemli katkı sağladı.
Geleneksel Türk soluysa, Türkiye’nin egemenliğinin kötü yabancı odaklar tarafından tehlikeye düşürüldüğü, bu odakların Türkiye’yi güya zayıflatmak istediği
görüşünde olduğu için milliyetçi. Bu kesim, on yıllardır hiç değişmeksizin ‘anti emperyalist refleks’ini sürdürüyor. Sol milliyetçi CHP’nin 301. maddenin
reforme edilmesine gösterdiği gerekçelerden biri de, değişikliğin ‘AB’nin talimatı’ üzerine yapıldığıydı. Hatta aşırı Türk solcuları, Türkiye’nin AB’ye her türlü uyumunu bile, amaçlarının sadece Türkiye’yi zayıflatmak olduğu gerekçesiyle reddediyor. Kendilerini Kemalistler
diye tanımlayan Türk solcularının çoğu, ülkeyi hâlâ Mustafa Kemal’in kurtuluş
savaşındaymış gibi görüyorlar. Devletin güçlendirilmesine öncelük verenlerse kendilerini Atatürkçü olarak tanımlıyor.
Yabancılara emlak satışını, ‘Türkiye yabancılara satılıyor’ diyerek kınayanlar da öncelikle solcu milliyetçiler. Sol milliyetçiliğin geleneği, 1908’de 2. Abdülhamid’i deviren ve cumhuriyetin ideolojik temel taşını yerine oturtan, dindar olmayan ırkçı Jön Türkler’e dayanıyor. Bu grup, milliyetçilik için ‘ulusalcılık’, millet için de ‘Türk ulusu’ kavramlarını kullanıyor. Sağcı milliyetçilerse Türk-İslam sentezi geleneğinde, Arapça millet kelimesinden gelen ‘milliyetçilik’ kavramını kullanıyor.
Gayrimüslimlere de rahat yok
Her iki kesim de 1990’lardan beri el ele çalışıyorlar. Solcu ve sağcı milliyetçilerin hedefi, Türkiye’nin küreselleşmesini bir şekilde engelleyebilmek ve ülkenin dışa açılımını sağlayacak olan, toplumun çoğulculuğuna daha fazla alan tanıyan
AB sürecini sekteye uğratmak. İdeolojik birlikteliklerine ‘Kızıl Elma’ adını veren bu gruplar, Türk halkını korumak için sadece AB, ABD, NATO ve IMF gibi uluslararası kuruluşları yabancı düşmanlar olarak tanımlamakla kalmıyorlar.
Aynı zamanda Türk milletinin parçası olmakta zorlanan Kürtler ve gayrimüslimler, Ermeniler ve Rumlar gibi azınlıkları da içerideki düşman ilan ediyorlar. Milliyetçilerin sloganı ‘Ya sev ya terk et’ bu kesimlere yönelikti.
Rainer Hermann
Radikal, 5 Mayıs 2008