27 Ağustos 2008

Hayat bir komediydi

Size şimdi anlatacağım olay ayniyle vakidir. Başından sonuna kadar gerçektir. Nereden başlasam ki anlatmaya? O kadar ilginç, o kadar ilginç ki! Ama durun, belki de sadece bana ilginç geliyordur, kim bilir?

Vakti zamanında, ben daha çocukken bizim köyde benden birkaç yaş büyük Mustafa adlı bir çocuk vardı. Benim o zamanki yaşımı sorarsanız, beş veya altı. Çocuk da taş çatlasa on yaşında. Bu çocuğun babası ve amcası iki kız kardeşle evlenmişlerdi. Yani iki kardeş aynı zamanda bacanaktı. Bizimkinin annesi de nasıl bir kadındı öyle, nasıl anlatılır ki? Biraz dominantlığı vardı ama öyle kocasını kılıbıklaştıran türden bir dominant değil. Yani kocasına dediğini yaptırır ama mesela kocasının sözünden de pek çıkmazdı.


Bu kadın bir gün büyük oğlunu evlendirmeye niyetlenir. Kadının niyetini de tam olarak anlamak mümkün değil. Yani sen kalkıp on yaşındaki çocuğu neden evlendiriyorsun? Tabii, ben o zamanlar daha çocuktum, aklım da pek ermiyordu ya. Kadının esas amacı zannediyorum eve bir hizmetçi kız almaktı. Çünkü bizim buralarda maalesef oğlan evlendirmenin, yani eve gelin getirmenin amacı biraz da bu. Her ne kadar şimdi eskisi kadar olmasa da. Bir de bizim buralarda, bilhassa köylerde iş çok olur. Suyu çeşmeden taşıyorsun, ailelerde çocuk sayısı fazla olduğundan yemeği çok yapıyorsun, çamaşırı çok yıkıyorsun vs. Bir de bu çocukların bakımı var tabii. Dolayısıyla da evlerde çalışan kadın sayısının birden çok olması lazım ki tüm bu işlerle başa çıkılabilsin. İşte kadının, büyük oğlu Mustafa'yı çocuk yaşta evlendirmek istemesinin birincil sebebi bu olsa gerekti. Tabii cehaletin rolünü de yabana atmamak gerek. Yani on yaşında bir çocuğu her ne sebeple olursa olsun evlendirmek cehalet değil de nedir? Her ne ise, konuyu epey dağıttım.

Efendim, bizim bu abla kalktı oğlumu evlendireceğim dedi, kocası da onayladı, gittiler Mustafa'dan en az beş yaş büyük amcasının kızını kendisine istediler. (Tabii kız aynı zamanda teyzesinin de kızı). Kızın yaşı biraz ilerlemiş olduğundan haliyle artık pek çocuk da sayılmazdı. Ama Mustafa kelimenin tam anlamıyla çocuktu. Hem yaşı yönünden hem de zekâ bakımından yaşıtlarından bir iki yaş kadar "geriden" geliyor olması yönünden. Kızı istediler, anne-babası da verdiler. Verdiler vermesine de bunları evlendirmek başlı başına bir iş oldu. Çünkü çocuk daha evliliğin ne olduğunun bile farkında değildi. Ama bu pek de problem olmadı. Nasıl olsa çocuğun annesine şimdilik bir kız lazımdı, gerisinin ne önemi vardı?

Şöyle bir çözüm bulundu: Ayten, kızın adıydı bu, eve getirilecek, birkaç yıl evde kalacak, hem bu arada kaynanasına da ev işlerinde yardım edecek, Mustafa biraz büyüdü müydü de düğün yapılacaktı. Tamam işte,  mesele hallolundu. Yalnız ufak bir sorun vardı. Kızın kaçıp evine gitmemesi gerekiyordu. Ona da hemen şu akıl dolu, zekâ fışkıran pratik çözüm bulundu: Bir akşam, hava iyice karardıktan sonra gittiler ve Ayten'i evlerine giden normal yoldan değil de bir diğer yoldan, üstelik gözünü bağlayarak, evet evet yanlış duymadınız gözünü bağlayarak getirdiler. (Bizim köy biraz büyüktü, neredeyse bir kasaba kadardı). Ayten artık kayınpederinin evindeydi. Mustafa'yla tam anlamıyla iki küçük arkadaş gibiydiler. Birgün Ayten'in köyün biraz dışından geçen görece büyük bir çaydan Mustafa'yı sırtına alarak geçirdiğini görenler bile oldu.

Gel zaman git zaman, tabii bu arada Ayten'in bir-iki kaçma denemesi de oldu, kızın bu şekilde dört-beş yıl bekleyemeyeceği anlaşıldı. Kız artık büyümüş, aklı iyiden iyiye başına gelmişti. Bu oyundan sıkıldığı her halinden belliydi. Netice olarak, yaklaşık bir yıl sonra, düğünü bir an önce yapmanın en iyi seçenek olacağı düşünüldü ve karar hemen uygulamaya konuldu. Kızı tekrar alıp düğün gününe kadar kalmak üzere babasının evine götürdüler.

Ve nihayet nişan günü geldi çattı. Buraya dikkat lütfen, nişan günü muhteşemdi. Sabah erkenden davetliler gelmeye başladı. Pek davetli de yoktu zaten. Çoğu da bizim köydendi. Davetlileri gelin evine götürecek minibüs de geldi. İki ev arasında yaklaşık iki kilometre mesafe vardı. Saat 9-10 gibi davetliler minibüse doluşmaya başladılar. Bu arada damadın hal ve hareketlerinden onun da gitmeye gönüllü olduğu belli oluyordu. Velakin kendisi nişan günü gelemezdi. Adet böyleydi. Minibüs doldu, artık hareket vaktiydi. Ama sevgili damat ben de gideceğim diye tutturmuş, inadından vazgeçmiyordu. Baktılar olacak gibi değil, minibüs de geç kalıyor, Mustafacığımızın dayılarından biri çıkarıp, o zamana göre hatırı sayılabilecek miktarda bir banknot verdi kendisine. Ama bu da fayda etmedi. Çocuk nuh diyor peygamber demiyordu. En sonunda aynı dayısı, şoföre gitmesini, kendisinin de Mustafa'yı tutacağını sonra da kestirmeden kendilerine yetişeceğini söyledi. Dediğini yaptılar. Dolmuş hareket etti, korna çala çala gitti. Kornanın sesi artık kesilir gibi olunca dayısı, o zamana kadar kendisini kollarından kurtarmaya çalışan Musto'yu bırakarak kestirme yoldan minibüse yetişmek için koştu. Ama damat da tabanları yağladı ve normal yoldan koştu. Bu arada damadın gelin evine gitmeye neden bu kadar istekli olduğu da biraz sonra anlaşıldı: Çocuk çerez için gitmeye can atıyormuş. Hani düğünde, nişanda dağıtılan çerezler var ya.

Netice itibariyle damat o gün, kendi nişanının yapıldığı gün gelin evine gitti. Sanırım yeterlice çerez de yemiştir orada.

O nişanın sonu maalesef gelmedi. Çünkü Ayten bu çocukla bu kadar oyunun yeterli olduğuna karar vermişti. O da tutturdu inadı, bununla evlenmem dedi, nihayetinde nişan bozuldu.

Bugün, o komediden yıllar sonra bunları yazmak bile bana o kadar zevk veriyor ki. Köyümüzde televizyon bile büyük bir lükstü. Sinema, tiyatronun zaten ne olduğunu bilmiyorduk. Ama hayatımızdaki gerçek tiyatro oyunlarının sayısı o kadar çoktu ki. Çok eğlenceliydi çocukluğumuz.

Bu gerçek öyküyü hatırlayabildiğim kadar zaten hatırlıyordum, hatırlayamadığım kısımlarını da birkaç yıl önce anneme ve o gün, nişan günü orada bulunmuş birkaç kişiye sormuştum. Hep beraber hatırlamış, gülmüş, eğlenmiştik.

Köyden ayrılalı çok oldu. Ayten'i en son onların evinde görmüştüm. Başka biriyle evlenip bizim köyden ayrıldı. Yüzünü bile artık hayal meyal hatırlıyorum. Musto'yu görmeyeli de epey oldu. O da evlendi sonradan. Tabii bu sefer büyümüştü, askerliğini falan da yapmıştı. Kendinden sonraki kız kardeşini berdel yaptılar. Çocuklarını hatırlıyorum.

Ne komediydi hayat.

3 yorum:

  1. Bu öyküde Mustafa ve Ayten takma adları kullanıldı. Şimdilik gerçek isimlerini yayınlamamayı uygun gördüm. Neticede çoluğa-çocuğa karışmışlar... Ama ileride bir kitapta vs. yazdığımda, belki de başka bir formatta, öyküleştirerek vs. yazdığımda gerçek isimleriyle yer alacaklar.

    YanıtlaSil
  2. Abi ne maceraymış bee.

    YanıtlaSil
  3. Bu öyküyü dha önce dinlemiştim am o doğrusu o zaman bu kadar heyecan vermemişti. Çok güzel gerçekten. Am bildiğim kadarıyla sizde bunlrdan çok var. Onlrı da yzmnızı beklşiyoruz.

    YanıtlaSil

Yorumunuzda bir web sayfasına bağlantı vermek istiyorsanız buraya bakabilirsiniz.

Yorumlarla ilgili notlar için buradaki sayfanın sonuna bakabilirsiniz.

Sayfa başına git