Kaşla göz arası yedinci ayı da bitirip sekizinci aya ayak basmışız. Helal olsun bize yani, hızımıza yetişilmiyor. Bize ne hafta dayanıyor ne ay ne de yıl. Şunun şurasında iki bin on altıya ne kalmış. Yarın öbür gün yağmur da yağmaya kalkar. Aha buraya yazıyorum.
İki bin on altı dedim de aklıma geldi (zaten aklım da bir şeyler gelsin diye bahaneler arayıp duruyor), bereket versin ki bu milat dedikleri şey var, yoksa halimiz nice olurdu. Milat olmayaydı kim bilir şimdi kaç yılındaydık. Belki on bin yılında. Kuvvetle muhtemeldir ki o zaman kendimizi çok yaşlı hissederdik. Vay be, derdi kimilerimiz, bunca yıldır yaşıyoruz ha! İşte bunlar hep takvim lobisinin işleri.
Dünyamız zaten akla hayale sığmayacak kadar yaşlı. Bizim Homo sapiens kabilesinin yaşınınsa elli bin yıl olduğu söyleniyor. Eğer o zaman bir atamız çıkıp da bir takvim yapsaydı ve o da hasbelkader günümüze kadar kullanıla gelseydi şu an yapraklarına bakıp da mesela kırk dokuz bin bilmem kaç yılı olduğunu görüp ne sıkılıyorduk, düşünsenize. Vakti zamanında Gregoryus denen bir vatandaş çıkmış da şu an kullandığımız takvimi üretmiş. Üretmiş de bizi büyük belalardan kurtarmış. Yoksa dediğim gibi, şu an belki elli bin yılındaydık. Gregoryus'un hem ilkokul hem de ortaokul numarası tesadüfen on üçmüş, bundan ötürü de kendisine On Üçüncü Gregoryus lakabı takılmış. Gregoryus yeni takvimi üretmiş üretmesine de biz tam dört yüz otuz üç yıldır kullanıyoruz da tüketmek bilmiyoruz. Kafanız karışabilir burada. Nasıl yani, diyebilirsiniz, takvim şu an iki bin on beşi gösteriyor, dört yüz otuz üç de nereden çıktı? Efendim, Gregoryus takvimini bin beş yüz seksen ikide, yani dört yüz otuz üç yıl önce piyasaya sürmüş. Başlangıç tarihi olarak da İsa'nın doğumunu seçmiş. Neden? Çünkü onu çok seviyormuş. Çakala bak, sen İsa'nınkini seçeceğine kendi doğum tarihini seçsene be adam. Şayet seçseydi, bin beş yüz ikide doğduğuna göre şu an beş yüz on üç yılında olurduk.
Diyorum ki, halihazırda kullandığımız bu Gregoryen takvimin pabucunun dama atılma zamanı geldi de geçiyor. Ne bu böyle... İki bin on beş yıl mı olur kardeşim? İnsan evladı mısınız siz? Ben diyorum, şöyle taptaze bir takvim yapalım. Elleyebildiğimiz kadar da elleyelim. Demek istediğim, bazı coğrafi olgulara bağlı olup doğal olarak belirlenen sürelere filan zaten dokunamayız ama gerisini dilediğimiz gibi tasarlayabiliriz. Misal, yılın süresini değiştiremeyiz, gene üç yüz altmış beş gün olarak kalacak, zira Dünya Güneş'in etrafındaki turunu yuvarlak olarak bu sürede tamamlar. Bir günün süresini de değiştiremeyiz, zira Dünya kendi ekseni etrafındaki turunu da yuvarlak olarak yirmi dört saatte tamamlar. Fakat mesela yedi günlük haftaları kaldırsak kim ne der? Ha bir de saatlerin süresini niçin değiştirmeyelim? Saatin, dakikanın, saniyenin süreleriyle oynasak ne olur? Bence hiçbir şey olmaz. Bir günün süresini değiştiremezsek bile saatin süresini değiştirebiliriz. Denemesi bedava yani.
Her neyse, geçelim bunları. Epey kafa karıştırıcı oldu zaten. Kendi kafamı bile karıştırdım. Ama bu konular üzerinde duracağım daha. Bu burada kalmayacak. Söylemeyi unuttum, Gregoryus'un takvimini yaparken okulun müdürü Culyus Sezer'den kopya çektiği söyleniyor. Nasıl çekmiş, niçin çekmiş, ne olup bitmiş ben de anlamadım yani.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuzda bir web sayfasına bağlantı vermek istiyorsanız buraya bakabilirsiniz.
Yorumlarla ilgili notlar için buradaki sayfanın sonuna bakabilirsiniz.