Köylülerden birinin günün birinde sabahın köründe kalkınca evinin önünde süpürgeye binmiş bir yaşlı kadın gördüğü söylenirdi; bir cadı.
O vakitler buna en ufak bir sorgulamaya mahal vermeden can-ı gönülden inanan ben şimdi akla yatkın sayılabilecek bazı şeylere bile inanmıyorum? Neden? Bunu soruyorum kendime şu sıralar. Fakat bir yanıtım yok. İnandıklarıma bir gereksinim olarak mı inanıyordum? İnanmak içsel bir haz mı veriyordu, ya da bir doyum mu?
Asıl mesele nedir acaba? Eskiden inanıyor oluşum mu, yoksa şimdi inanmıyor oluşum mu? Galiba öncelikli soru bu. Buna bir yanıt bulundu mu öbür sorulara yanıt bulmak da kolaylaşır diyorum. Bilmiyorum.
Bir insanın bir süpürgeye binebiliyor, binip uçabiliyor olması, hele bir de çocuksanız, harikulade bir “fikir” gibi durmuyor mu? O halde böyle bir fikre niçin inanılmasın? Üstelik de inanmak bedava, senden bir şey isteyen eden yok. Bana sorarsanız, tamamının olmasa da kayda değer sayıda inancın temelinde bu var.
31 Ekim 2016
30 Ekim 2016
27 Ekim 2016
26 Ekim 2016
Bir Fil Yavrusu
Rüyamda kendimi bir fil yavrusu olarak görüyordum. Evet, görüyordum; karşıdan bir yerlerden bakıyordum kendime, oradaydım, fillerin arasında ve ben bir fil yavrusuydum. Bir fil yavrusu olmak ilk bakışta yadırganacak bir şeymiş gibi geldiyse de hemen alıştım bu halime, nitekim benim bir ejderha yavrusu olmuşluğum bile vardı.
Ne denli akıllı uslu, ayrıca çalışkan bir yavru fil olduğumu göstermek istiyordum öteki fillere, bilhassa yetişkin olanlarına. Bunun içinse ne yapabileceğimi düşünüyordum. Eğer siz bir filseniz, üstelik de yavru bir filseniz yapabileceklerinizin insanlar âlemiyle karşılaştırılamayacak denli az olduğunu bilmelisiniz. Biraz düşündüm ettim ve yapabileceğim yegâne şeyin öbür yavru fillere yardım etmek olduğuna karar verdim. Evet, buydu, öbür yavru fillere, ihtiyaçları olması halinde derhal yardıma koşacaktım. Böylece herkes benim ne kadar akıllı, ne kadar efendi bir yavru olduğumu söyleyecekti. Ben de, tahmin edilebileceği gibi, övünecek, gururlanacaktım. Bu niyetle etrafıma bakındım. Gelgelelim hiçbir yavru fil herhangi bir konuda yardıma ihtiyacı varmış gibi durmuyordu. Ne yapsaydım acaba?
Düşünürken çamurlu bir su birikintisi çarptı gözüme. Yavru fillerin buna benzer çukurluklara düştüğünü çok görmüştüm. Bakındım, çevredeki tek çukurluk bu değildi, epey çoktular. O halde bunları gözetleyip duracak, eğer bir yavru fil birinin içine düşecek olursa oracıkta koşacak ve kendi başına çıkabilecekse bile daha önce davranıp onu oradan çıkaracaktım. İyiydi, planımı çok beğenmiştim.
Planım iyiydi iyi olmasına fakat dakikalarca gözetlememe rağmen hiçbir yavru filin bir çukura düşesi gelmiyordu. Kafa yormaya başladım. Bir yandan düşünüyor, bir yandan da yavru fillerin çukurlara düşmesini diliyordum. Bir ara kendimi bencileyin yavru bir fili çamurlu bir çukura doğru sürmeye çalışırken buldum. Dalmıştım. Dalmıştım çünkü kendimi planıma olabildiğince kaptırmıştım. Ve işte ne olduysa bundan ötürü oldu.
Gene yavru bir fili su dolu bir çukura doğru çaktırmadan yöneltmeye çalışırken dengemi yitirdiğimi, ardından arka ayaklarımın kaydığını fark ettim. Sonra ne olduğunu hiç hatırlamıyorum.
Uyandığımda bütün fillerin çember olmuş bir halde başımda toplandığını gördüm. En önde yavru filler vardı. Bütün yavrular en öndeydi, evet. Merak dolu gözleriyle bana bakıyorlardı. Şirin mi şirin görünüyorlardı. Kimisi annesine benimle ilgili merakla bir şeyler sorup duruyordu. Kimisiyse sanki epeydir yokmuşum, uzak bir yerlere gitmişim de şimdi geri gelmişim gibi sevinç dolu gözlerle bana bakıyordu. Ve ben de olup biteni, filleri ve tabii kendimi karşıdan izliyordum öyle.
Ne denli akıllı uslu, ayrıca çalışkan bir yavru fil olduğumu göstermek istiyordum öteki fillere, bilhassa yetişkin olanlarına. Bunun içinse ne yapabileceğimi düşünüyordum. Eğer siz bir filseniz, üstelik de yavru bir filseniz yapabileceklerinizin insanlar âlemiyle karşılaştırılamayacak denli az olduğunu bilmelisiniz. Biraz düşündüm ettim ve yapabileceğim yegâne şeyin öbür yavru fillere yardım etmek olduğuna karar verdim. Evet, buydu, öbür yavru fillere, ihtiyaçları olması halinde derhal yardıma koşacaktım. Böylece herkes benim ne kadar akıllı, ne kadar efendi bir yavru olduğumu söyleyecekti. Ben de, tahmin edilebileceği gibi, övünecek, gururlanacaktım. Bu niyetle etrafıma bakındım. Gelgelelim hiçbir yavru fil herhangi bir konuda yardıma ihtiyacı varmış gibi durmuyordu. Ne yapsaydım acaba?
Düşünürken çamurlu bir su birikintisi çarptı gözüme. Yavru fillerin buna benzer çukurluklara düştüğünü çok görmüştüm. Bakındım, çevredeki tek çukurluk bu değildi, epey çoktular. O halde bunları gözetleyip duracak, eğer bir yavru fil birinin içine düşecek olursa oracıkta koşacak ve kendi başına çıkabilecekse bile daha önce davranıp onu oradan çıkaracaktım. İyiydi, planımı çok beğenmiştim.
Planım iyiydi iyi olmasına fakat dakikalarca gözetlememe rağmen hiçbir yavru filin bir çukura düşesi gelmiyordu. Kafa yormaya başladım. Bir yandan düşünüyor, bir yandan da yavru fillerin çukurlara düşmesini diliyordum. Bir ara kendimi bencileyin yavru bir fili çamurlu bir çukura doğru sürmeye çalışırken buldum. Dalmıştım. Dalmıştım çünkü kendimi planıma olabildiğince kaptırmıştım. Ve işte ne olduysa bundan ötürü oldu.
Gene yavru bir fili su dolu bir çukura doğru çaktırmadan yöneltmeye çalışırken dengemi yitirdiğimi, ardından arka ayaklarımın kaydığını fark ettim. Sonra ne olduğunu hiç hatırlamıyorum.
Uyandığımda bütün fillerin çember olmuş bir halde başımda toplandığını gördüm. En önde yavru filler vardı. Bütün yavrular en öndeydi, evet. Merak dolu gözleriyle bana bakıyorlardı. Şirin mi şirin görünüyorlardı. Kimisi annesine benimle ilgili merakla bir şeyler sorup duruyordu. Kimisiyse sanki epeydir yokmuşum, uzak bir yerlere gitmişim de şimdi geri gelmişim gibi sevinç dolu gözlerle bana bakıyordu. Ve ben de olup biteni, filleri ve tabii kendimi karşıdan izliyordum öyle.
24 Ekim 2016
Korkunç bir günah
İlk kez günah çıkarmaya karar verdiğimiz gün geldi. Kiliseye yürüdük. Rahiplerden birini tanıyorduk, başrahibi. Bir keresinde dondurmacıda rastlamıştık ona, bizimle konuşmuştu. Daha sonra evine bile gitmiştik. Kilisenin yanındaki evde yaşıyordu, yaşlı bir kadınla. Orda uzun kalmış, Tanrı ile ilgili sorular sormuştuk. Boyu kaçtı? Bütün gün iskemlesinde mi otururdu? Herkes gibi tuvalete gider miydi? Rahip sorularımızı doğrudan yanıtlamamıştı, ama iyi birine benziyordu, hoş bir gülümsemesi vardı.
Günah çıkarmanın nasıl bir şey olacağını düşünerek kiliseye yürüyorduk. Kiliseye epey yaklaşmıştık ki bir sokak köpeği takıldı peşimize. Çok zayıf ve aç bir görünümü vardı. Durup okşadık onu, sırtını kaşıdık.
“Köpeklerin cennete gidememesi ne kötü,” dedi Frank.
“Neden gidemiyorlar?”
“Cennete gidebilmen için vaftiz olman gerekiyor.”
“Vaftiz edelim öyleyse.”
“Yapsak mı?”
“Cennete gitme fırsatını hak ediyor bence.”
Kucağıma aldım ve kiliseye girdik. Kutsal su çanağının yanına götürdük, ben köpeği tutarken Frank alnına kutsal sudan sürdü.
“Seni vaftiz ediyorum,” dedi Frank.
Köpeği dışarı çıkarıp kaldırıma bıraktık tekrar.
“Görünümü bile değişti,” dedim.
Köpek ilgisini yitirip kaldırımda uzaklaştı. Biz kiliseye dönüp önce kutsal suya parmaklarımızı batırdık, sonra haç çıkardık. İkimiz de günah çıkarma kulübesine yakın bir sıranın önünde diz çöküp bekledik. Perdelerin arasından şişman bir kadın çıktı.
(...)
“Ben giriyorum,” dedi Frank.
Ayağa kalktı, perdeyi araladı ve kayboldu. Uzun süre kaldı orda. Dışarı çıktığında ağzı kulaklarındaydı.
“Müthişti, müthiş! Hemen gir!”
Kalkıp perdeyi çektim ve içeri girdim. Karanlıktı. Diz çöktüm. Önümde gördüğüm tek şey tel örgüydü. Frank Tanrı'nın tel örgünün arkasında olduğunu söylemişti. Diz çöküp yapmış olduğum kötü bir şeyi düşünmeye çalıştım, ama bulamadım. Orda diz çökmüş beynimi patlatıyor ama bulamıyordum. Ne yapacağımı bilmiyordum.
“Hadi,” dedi bir ses, “bir şeyler söyle.”
Öfkeli bir sesti. Orda bir ses olacağını düşünmemiştim. Tanrı'nın bol vakti olduğunu sanıyordum. Korkmuştum. Yalan söylemeye karar verdim.
“Peki,” dedim, “ben... babamı tekmeledim... anneme küfrettim... annemin çantasından para çaldım... şekerlemeye harcadım... Chuck'ın topunun havasını indirdim... küçük bir kızın eteğinin içine baktım... sümüğümü yedim... Hepsi bu kadar. Bir de köpek vaftiz etmiştim bugün.”
“Bir köpeği vaftiz mi ettin?”
Mahvolmuştum. Korkunç bir günah. Devam etmenin bir yararı yoktu. Gitmek için ayağa kalktım. Sesin bana birkaç Azize Meryem duası okumamı söyleyip söylemediğinin farkında değildim. Kiliseden çıktık, sokaktaydık tekrar.
“Arındığımı hissediyorum,” dedi Frank. “Ya sen?”
“Hayır.”
Bir daha günah çıkarmaya gitmedim.Charles Bukowski, Ekmek Arası.
19 Ekim 2016
Şathiye
Âşık oldum zınkadak ırlayayım fınkadak
Yârin öğütler beni yanılmagıl yankadak
Yârin severse seni sen dahı sevgil anı
Lûtf ile söyle yâre söylemegil dankadak
Otururken yâr ile gelse ağyar kapıya
Kendözünü ağır tut duragelme tınkadak
Yâri gördüm oturur Çin-ü Hıtâ ilinde
Yârim anda ben bunda tapıkıldım zınkadak
Ben Şîraz şehrindeyim yârim Urumili'nde
Arkınca söyler bana şöylece kim cınkadak
Yâre ışmar eyledim remz ile söz söyledim
Bir taşçığın atmışım sapan ile bınkadak
Aşk ile hemdem oldum Mesîh-u Meryem oldum
Çal ahî güzel beyim akılcığın cunkadak
Aşkın ile fâşoldum yolunda tıraş oldum
Melâmet dünbeciğin çalıverdim dumbalak
Lûtfun ihsân eylegil yâre anı söylegil
Aşkının denizine dalıverdim cumbadak
Ben yârin mahallesin dolanırdım dem-bedem
Ağyâr görüp örmese itler gibi zonkadak
Kaygusuz Abdâl'ı gör aşkınla olduğıyçün
Aklı deryâdır anın kendisi neheng kodak
Kaygusuz Abdal
Yârin öğütler beni yanılmagıl yankadak
Yârin severse seni sen dahı sevgil anı
Lûtf ile söyle yâre söylemegil dankadak
Otururken yâr ile gelse ağyar kapıya
Kendözünü ağır tut duragelme tınkadak
Yâri gördüm oturur Çin-ü Hıtâ ilinde
Yârim anda ben bunda tapıkıldım zınkadak
Ben Şîraz şehrindeyim yârim Urumili'nde
Arkınca söyler bana şöylece kim cınkadak
Yâre ışmar eyledim remz ile söz söyledim
Bir taşçığın atmışım sapan ile bınkadak
Aşk ile hemdem oldum Mesîh-u Meryem oldum
Çal ahî güzel beyim akılcığın cunkadak
Aşkın ile fâşoldum yolunda tıraş oldum
Melâmet dünbeciğin çalıverdim dumbalak
Lûtfun ihsân eylegil yâre anı söylegil
Aşkının denizine dalıverdim cumbadak
Ben yârin mahallesin dolanırdım dem-bedem
Ağyâr görüp örmese itler gibi zonkadak
Kaygusuz Abdâl'ı gör aşkınla olduğıyçün
Aklı deryâdır anın kendisi neheng kodak
Kaygusuz Abdal
16 Ekim 2016
Kış geliyor buralara
Derdimi kederimi soran oluyordu ayda yılda. Uçmak istediğimi söylüyordum çekinerek. Bu zor değil, yanıtını veriyordu çoğunluk. Halbuki basit ya da zor oluşuyla alakalı değildim hiç. Kimselerin aklına gelmiyordu: Ben uçmayı bilmiyordum. İstemesine de istiyordum ha! Çok istiyordum üstelik. Gelgelelim bilmiyordum.
Günün birinde bir güzel insan çıktı karşıma. Ben söylemeden etmeden anladı derdimi. Bana uçmayı öğretebileceğine inandı ilkin. Ardından buna yeltendi. Kanatlarımı açmam gerektiğini anlattı. Nasıl açacağımı gösterdi sonra. Çekiniyordum. Hiç uçmamış gibiydim. “İlk” uçuşumda yere çakılmaktan korkuyordum. Çok acı veriyordu bu bana. Çok acı veriyordu. Neden, biliyor musunuz? Bir zamanlar henüz daha göğüm apaydınlıkken uçuyordum ben. İyi uçuyordum hem de. Nicelerine uçmayı öğretmişliğim de vardır, pek bilinmez bu. Oysaki şimdi sanki hiç uçmamıştım, kanatlarımı bir kez olsun açmamıştım sanki, öylesine korkuyordum işte. Bir zamanlar göğümde, üstelik de dilediğimce süzülüp duran ben, şimdi bir “ilk” uçuştan hayli bir korkuyordum.
Günün birinde bir güzel insan çıktı karşıma. Ben söylemeden etmeden anladı derdimi. Bana uçmayı öğretebileceğine inandı ilkin. Ardından buna yeltendi. Kanatlarımı açmam gerektiğini anlattı. Nasıl açacağımı gösterdi sonra. Çekiniyordum. Hiç uçmamış gibiydim. “İlk” uçuşumda yere çakılmaktan korkuyordum. Çok acı veriyordu bu bana. Çok acı veriyordu. Neden, biliyor musunuz? Bir zamanlar henüz daha göğüm apaydınlıkken uçuyordum ben. İyi uçuyordum hem de. Nicelerine uçmayı öğretmişliğim de vardır, pek bilinmez bu. Oysaki şimdi sanki hiç uçmamıştım, kanatlarımı bir kez olsun açmamıştım sanki, öylesine korkuyordum işte. Bir zamanlar göğümde, üstelik de dilediğimce süzülüp duran ben, şimdi bir “ilk” uçuştan hayli bir korkuyordum.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)