Önceki yıllar: 2018, 2017, 2016, 2015, 2014. |
31 Aralık 2018
29 Aralık 2018
Grigorya Çili'nin Gözleri
Rüyamda Grigorya Çili elinde bir bardak suyla buğday tarlamızın içinde duruyor. Geç bir güz yaşanıyor. Sararmış başaklar soğuyan mevsime inat, başlarını havada tutuyorlar. Bir şey olacak, başakların tavrından, havanın kendisinden belli, bekliyorlar. Grigorya Çili yavaş adımlarla yürümeye başlıyor. Az sonra tarlanın ortalarına varınca önünde tüm heybetiyle mermerden bir heykel beliriyor. Merdivenli kaidesinin üstünde oturmuş, başı omzunun üzerinden sağa çevrik, doğuya bakıyor. Grigorya Çili yanına varıyor. Merdivenden yukarı çıkıp heykelle aynı hizaya geliyor. Durup biraz bekliyor, bakışlarını mermerin gözlerine dikiyor. Neden sonra elindeki suyu heykelin yüzüne boşaltıyor. Bunu böyle yapmasıyla tekmil başakların başları önlerine düşüyor. Ardı sıra bir ses işitiliyor, mermerden heykel yarılmaya başlıyor. Direniyor. Fakat Grigorya Çili bardağın dibinde bıraktığı suyu da üzerine döküyor. Ve hayli belirgin bir sesle çatlayan heykelin her bir parçası etrafa, başakların üzerine düşüyor. Ve bu denizsiz diyarda uzaktan bir martının upuzun çığlığı duyuluyor. Dehşetengiz bir edayla, kan ter içinde uyanıyorum.
***
Bütün bu güzellikler bizim olacak demiştin,
oysa ışığın yok artık, parıltımız karardı, ateşimiz
söndü.
—Yannis Ritsos
19 Aralık 2018
Akıp giderken
Havalar. Şu yaşıma değin böyle rezil bir kış başlangıcı görmedim. Elbette çok daha sert, çok daha soğuk, daha kırıcı, kesici kışlar ve kış başlangıçları yaşadığım oldu. Bir buçuk, iki, hatta üç metrelere varan karlar gördüm. Bardaktan boşanırcasına derler, ben sürahiden boşanırcasına yağan yağmurlar da gördüm. Öyle tayfunlar, kasırgalar filan görmedim ama koca koca ağaçları iki metrelik kökünden söken fırtınalar da gördüm. Gelgelelim bu üçünü bir arada görmüşlüğüm hiç yoktu, o da bu yıla kısmetmiş. Keşke adamakıllı üşüseydim de bu karla karışık yağmuru yüzüme yüzüme çarpmasaydı bu fırtına, diye geçirdim içimden bugün.
Sular. Burası bu kadar yağmurluyken memlekette kupkuru bir hava varmış. Yağış yokmuş. Köyde azıcık kar var, sosyal medyadan takip ediyorum, şehir merkezindeyse ne kar var ne yağmur.
Beklenti çıtası. Nuri Bilge'nin Ahlat Ağacı'nı nihayet izledim bugün. Daha önce Zeki Demirkubuz için de söylemiştim, iyi bir yönetmenin yeni bir filmini izlemeye başlarken onu da tıpkı önceki filmleri gibi beğeneceğinizi beklersiniz, beklenti çıtanız yüksektir. Ahlat Ağacı'nı mesela yeni bir yönetmen çekmiş olsaydı kuşkusuz çok iyi bir film olduğunu söylerdik, gelgelelim Nuri Bilge'nin filmografisinde vasat bir film olmuş. Neden üç saati aşkın sürdüğüne de akıl erdiremedim. İyi bir yazarın, müzisyenin, yönetmenin her eseri iyi olacak diye bir kural yok elbette. Fakat işte, dedim ya, şu beklenti çıtası dedikleri şey yok mu...
Verimsiz bir yıl. Geride bırakacağımız bu yıl epeyce verimsiz bir yıl oldu benim için. Çok az film izleyebildim. Sinemaya bir-iki kez gittim, tiyatroyaysa hiç gidemedim. Bereket versin, birkaç müze gezdim. Yılın asıl verimsizliği gene kitap okuma konusunda oldu. Geçen yıl da öyleydi ama bu yıl çok kötü hissettim kendimi bu konuda. Eski Harun ne pahasına olursa olsun geri gelmeli.
İyi bir yıl. Hayatımda bir dönüm noktası oldu bu yıl. Dönüm noktaları, getirecekleri sonuç ne olursa olsun iyidirler. Zira dönmeyip de içinde olduğunuz yola devam et, git git nereye kadar. Üstelik de sizi bir yere vardırmıyorsa o yol. Fakat bir noktadan dönmek, yeni bir yola girmek öyle mi? Adı bile heyecan vermeye yeter başlı başına: yeni bir yol.
Kısacık bir yıl. İleri derecede hızlı geçti bu yıl benim için. Başkaları için de öyle mi oldu, bilmiyorum. Geçen gün telefonda bir arkadaşıma sordum bunu ama tatmin edici bir cevap alamadım. Zamanın bazen herkes için hızlı ya da yavaş geçtiğini pek çok kimse deneyimlemiştir, bununla ilgili bir-iki bilimsel makaleye de rastlamıştım. Bu yılı birkaç kişiye daha soracağım, gerçekten de 2018 herkes için mi çok hızlı aktı, yoksa sadece benim için mi?
Ankara. Özleyeceğimi hiç düşünmezdim. Şehrin kendisinden çok, oradaki yaşamımı özlüyor gibiyim.
İhmaller. Pek kıymetli kardeşim Vıladimir'e mektup yazmayalı da ne kadar zaman olmuş böyle. İhmal ettiğim diğer şeyler aklıma bile gelmiyor şu an. Pehhh!
Yılın sorusu. Bu yıl şu soruyu nereden baksan kırk kişiye sordum: "Bizim horoz gelip sizin samanlıkta yumurtlasa yumurta bizim midir, sizin mi?" Instagram'a bile koydum. Çocukluğumda büyüklerimizin bizi eğlendirmek için sorduğu sorulardan biriydi. Neden durup dururken bu yıl aklıma geldi, ben de her önüme gelene sordum, vallahi bilmiyorum. Belki cevabı bilincimin başka bir yerlerindedir.
Pişmanlık. Yapabileceğin halde yapmadığın (ya da tam tersi, yapamayabileceğin halde yaptığın) bir şey için kendini suçlu görmenin adıdır pişmanlık. Bir tür kendine kızıştır. Tek farkı, birine kızdığında, sözgelimi ona küfürler ettiğinde içini rahatlatırken kendine karşı bunun bir işe yaramıyor oluşudur. Pişmanlık karşısında yapılabilecek en iyi şey soğumaya bırakmaktır, başka bir yolu umarım vardır, benim aklıma gelmiyor.
Rüyalar. Bu yıl uyku düzenim de kökten değişti. Böyle olunca da rüyalarımın neredeyse hiçbirini hatırlamaz oldum. Oysaki rüyasız bir gecem neredeyse yok. Bazen enikonu üzülüyorum, insan gördüğü rüyaları nasıl hatırlamaz? Çünkü, başkaları ne düşünüyor bilmiyorum ama, rüyalarımız hayatımızın bir parçası. Tabii üzülmemin esas nedeni çoğu rüyamın yakın geleceğim hakkında haber vermesi. Misal, rüyada filanca şehirde görüyorum kendimi, iki hafta sonra bir bakıyorum oradayım. Bir de –şimdi bu da söylenmez ama– görmeyeli on yıldan fazla oluyordu, bu yıl birkaç ıslak rüya da gördüm. Nedir, bilmiyorum.
Elma. Şöyle diyor Turgut Uyar:
ey canımın güftesi denize hiç bakmadık hatırla
tek pencereli bir odada elma yedik ısıra ısıra
Biz yiyemedik, heyhat!
Annem. Annem aradı bugün. Konuşurken bir yandan da gözümle aklım önümdeki bilgisayardaydı. Telefonu kapadıktan sonra ne kadar ruhsuz bir evlat olduğumu düşündüm.
Babam. Kaç zamandır aramıyorum babamı. Dün içimden, "Bugün muhakkak arayacaksın," dedim kendime. Dememle içimdeki öbür ses söze girdi: "İyi ama sen hep böyle diyorsun?" Bunun üzerine, "Hayır hayır, bu kez öyle bildiğin gibi değil, bugün kesin arayacağım," dedim. Gece saat bir olup da başımı yastığa koyduğumda içimdeki öbür ses çoktan haklı çıkmıştı.
Ben. Yıl bitmeden şöyle esaslı bir öz eleştiri yazısı yazmaya karar vermiştim. Ne var ki kendimi henüz hazır hissetmiyorum. Öyle pek hazırlık gerektirecek bir şey yazmayacağım gerçi, alt tarafı kendimi eleştireceğim, ama, ne bileyim... Yeni yılda yazarım artık. Tutamadığım sözlerim mesela... Ne kadar kötüyüm!
Glaros.
Sular. Burası bu kadar yağmurluyken memlekette kupkuru bir hava varmış. Yağış yokmuş. Köyde azıcık kar var, sosyal medyadan takip ediyorum, şehir merkezindeyse ne kar var ne yağmur.
Beklenti çıtası. Nuri Bilge'nin Ahlat Ağacı'nı nihayet izledim bugün. Daha önce Zeki Demirkubuz için de söylemiştim, iyi bir yönetmenin yeni bir filmini izlemeye başlarken onu da tıpkı önceki filmleri gibi beğeneceğinizi beklersiniz, beklenti çıtanız yüksektir. Ahlat Ağacı'nı mesela yeni bir yönetmen çekmiş olsaydı kuşkusuz çok iyi bir film olduğunu söylerdik, gelgelelim Nuri Bilge'nin filmografisinde vasat bir film olmuş. Neden üç saati aşkın sürdüğüne de akıl erdiremedim. İyi bir yazarın, müzisyenin, yönetmenin her eseri iyi olacak diye bir kural yok elbette. Fakat işte, dedim ya, şu beklenti çıtası dedikleri şey yok mu...
Verimsiz bir yıl. Geride bırakacağımız bu yıl epeyce verimsiz bir yıl oldu benim için. Çok az film izleyebildim. Sinemaya bir-iki kez gittim, tiyatroyaysa hiç gidemedim. Bereket versin, birkaç müze gezdim. Yılın asıl verimsizliği gene kitap okuma konusunda oldu. Geçen yıl da öyleydi ama bu yıl çok kötü hissettim kendimi bu konuda. Eski Harun ne pahasına olursa olsun geri gelmeli.
İyi bir yıl. Hayatımda bir dönüm noktası oldu bu yıl. Dönüm noktaları, getirecekleri sonuç ne olursa olsun iyidirler. Zira dönmeyip de içinde olduğunuz yola devam et, git git nereye kadar. Üstelik de sizi bir yere vardırmıyorsa o yol. Fakat bir noktadan dönmek, yeni bir yola girmek öyle mi? Adı bile heyecan vermeye yeter başlı başına: yeni bir yol.
Kısacık bir yıl. İleri derecede hızlı geçti bu yıl benim için. Başkaları için de öyle mi oldu, bilmiyorum. Geçen gün telefonda bir arkadaşıma sordum bunu ama tatmin edici bir cevap alamadım. Zamanın bazen herkes için hızlı ya da yavaş geçtiğini pek çok kimse deneyimlemiştir, bununla ilgili bir-iki bilimsel makaleye de rastlamıştım. Bu yılı birkaç kişiye daha soracağım, gerçekten de 2018 herkes için mi çok hızlı aktı, yoksa sadece benim için mi?
Ankara. Özleyeceğimi hiç düşünmezdim. Şehrin kendisinden çok, oradaki yaşamımı özlüyor gibiyim.
İhmaller. Pek kıymetli kardeşim Vıladimir'e mektup yazmayalı da ne kadar zaman olmuş böyle. İhmal ettiğim diğer şeyler aklıma bile gelmiyor şu an. Pehhh!
Yılın sorusu. Bu yıl şu soruyu nereden baksan kırk kişiye sordum: "Bizim horoz gelip sizin samanlıkta yumurtlasa yumurta bizim midir, sizin mi?" Instagram'a bile koydum. Çocukluğumda büyüklerimizin bizi eğlendirmek için sorduğu sorulardan biriydi. Neden durup dururken bu yıl aklıma geldi, ben de her önüme gelene sordum, vallahi bilmiyorum. Belki cevabı bilincimin başka bir yerlerindedir.
Pişmanlık. Yapabileceğin halde yapmadığın (ya da tam tersi, yapamayabileceğin halde yaptığın) bir şey için kendini suçlu görmenin adıdır pişmanlık. Bir tür kendine kızıştır. Tek farkı, birine kızdığında, sözgelimi ona küfürler ettiğinde içini rahatlatırken kendine karşı bunun bir işe yaramıyor oluşudur. Pişmanlık karşısında yapılabilecek en iyi şey soğumaya bırakmaktır, başka bir yolu umarım vardır, benim aklıma gelmiyor.
Rüyalar. Bu yıl uyku düzenim de kökten değişti. Böyle olunca da rüyalarımın neredeyse hiçbirini hatırlamaz oldum. Oysaki rüyasız bir gecem neredeyse yok. Bazen enikonu üzülüyorum, insan gördüğü rüyaları nasıl hatırlamaz? Çünkü, başkaları ne düşünüyor bilmiyorum ama, rüyalarımız hayatımızın bir parçası. Tabii üzülmemin esas nedeni çoğu rüyamın yakın geleceğim hakkında haber vermesi. Misal, rüyada filanca şehirde görüyorum kendimi, iki hafta sonra bir bakıyorum oradayım. Bir de –şimdi bu da söylenmez ama– görmeyeli on yıldan fazla oluyordu, bu yıl birkaç ıslak rüya da gördüm. Nedir, bilmiyorum.
Elma. Şöyle diyor Turgut Uyar:
ey canımın güftesi denize hiç bakmadık hatırla
tek pencereli bir odada elma yedik ısıra ısıra
Biz yiyemedik, heyhat!
Annem. Annem aradı bugün. Konuşurken bir yandan da gözümle aklım önümdeki bilgisayardaydı. Telefonu kapadıktan sonra ne kadar ruhsuz bir evlat olduğumu düşündüm.
Babam. Kaç zamandır aramıyorum babamı. Dün içimden, "Bugün muhakkak arayacaksın," dedim kendime. Dememle içimdeki öbür ses söze girdi: "İyi ama sen hep böyle diyorsun?" Bunun üzerine, "Hayır hayır, bu kez öyle bildiğin gibi değil, bugün kesin arayacağım," dedim. Gece saat bir olup da başımı yastığa koyduğumda içimdeki öbür ses çoktan haklı çıkmıştı.
Ben. Yıl bitmeden şöyle esaslı bir öz eleştiri yazısı yazmaya karar vermiştim. Ne var ki kendimi henüz hazır hissetmiyorum. Öyle pek hazırlık gerektirecek bir şey yazmayacağım gerçi, alt tarafı kendimi eleştireceğim, ama, ne bileyim... Yeni yılda yazarım artık. Tutamadığım sözlerim mesela... Ne kadar kötüyüm!
Glaros.
13 Aralık 2018
İki yolcu
"Στην ζωη υπαρχουν δυο λογιων ανθρωποι που ταξιδευουν: Αυτοι, που πριν το ταξιδι κοιταζουν το χαρτη και αυτοι που πριν το ταξιδι κοιταζουν τον καθρεπτη. Αυτοι που κοιταζουν το χαρτη φευγουν και αυτοι που κοιταζουν τον καθρεπτη επιστρεφουν."Hayatta iki tür yolcu vardır: Biri haritaya, öbürüyse aynaya bakarak yola çıkar. Haritaya bakanlar durmadan giderler, hep yoldadırlar; aynaya bakanlarsa bir gün eve dönerler.
Bir Tutam Baharat (Politiki Kouzina) filminden bir replik.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)