Ciddi bir sorunum var!
Unutkan bir insan değilim şükür. Hele önemli bir iş söz konusuysa ben unutmaya meyilli olsam bile kafamdaki zil bir biçimde çalar, o işi hatırlatır. Gelgelelim...
Durmadan ocaktaki çayı unutuyorum. Şu son bir haftada üç kez çaydanlık tamamen kurudu. Birinde kokusunu duydum da koştum. Korona günlerinde durmadan evde olunca haliyle ben odada masa başındayken çay koyuyorum ya da ısınması için altını yakıyorum, üstelik de kendimi tembihliyorum, bak, bu kez unutmayacaksın, diyorum, ne çare, gene unutuyorum.
Asıl tuhaflık da ne, biliyor musunuz? Kahve için su koyunca unutmuyorum da çayı durmadan unutuyorum. Nedir, çözebilmiş değilim? Nasıl çözebileceğimi de an itibarıyla bilmiyorum.
30 Nisan 2020
26 Nisan 2020
21 Nisan 2020
Ebedi kitaplık
1. Elimden düşüremediğim kitap,
2. Elime alamadığım kitap,
3. Senin bana verdiğin kitap (henüz okuyamadım, bağışla),
4. Denize götürdüğüm kitap,
5. Beğenmek için kendimi zorladığım kitap,
6. Nasıl olmuşsa üç adet birden edindiğim kitap,
7. Hayatımı kurtaran kitap,
8. Sana ödünç verdiğim kitap (artık getirir misin mümkünse?),
9. Her gece elimde, uyuya kaldığım kitap,
10. Şapka zannedip kafama koyduğum kitap,
11. Umutsuzca yazmaya çalıştığım kitap,
12. Hayatımı değiştiren tüm kitaplar.
20 Nisan 2020
Niçin herkes etimolojiyle uğraşmamalı?
CNN Türk'te 31 Ekim 2016 tarihli bir haber. Konuşan amcamız İstanbul İşportacılar Esnaf Odası başkanı Osman Aktaş. Diyor ki,
"İş kelimesi Arapça kökenli, porta kelimesi Latince bir kelime, kapı manasına geliyor: iş kapısı."
Haydi bakalım.
Amcamızı bir nedenden ötürü hoş görebiliriz, adının önünde "Prof." kelimesi yok. Hakikaten, diğer herkesi geçtim, profesörlerimizin yazım yanlışlarına, anlatım bozukluklarına, noktalamayı bile bilmemelerine, ezcümle cehaletlerine o kadar çok rastlıyorum ki ne düşünüp diyeceğimi bir yerden sonra bilemiyorum, neyse, ayrı konu.
Amca bey birkaç saniyelik konuşmasında iki yanlış birden yapmayı beceriyor. "İş kelimesi Arapça bir kelime," demesi ilk yanlışı, zira bu kelime Türkçe (kaynak). Portus'un Latince olduğu doğru ancak işporta'daki "porta"nın portus'la bir ilgisi yok, bu da ikinci yanlışı.
İtalyanca sporta kelimesinden gelen işporta Türkçeye Arnavutça üzerinden geçmiş olup "ağaç yongasından örülen kulplu büyük sepet" anlamına geliyor, oraya da Latinceden geçmiş. Seyyar satıcıların içine mallarını koyup ellerinde taşıyarak sattıkları sepetin adıdır işporta. Zamanla sepetin yerini günümüzdeki üç veya dört tekerlekli basit arabalar ya da tahta tezgâhlar almış ama kelime olduğu gibi kalmış.
13 Nisan 2020
Ev mi dışarısı mı?
Başlangıçta ev yoktu ki zaten. Binlerce yıl önce atalarımızla analarımız doğada evsiz evsiz yaşıyorlardı. Geceleri olsun, yağmurda fırtınada olsun, sığınak niyetine girdikleri mağaraları neyim sayma, ev diye bir mefhum yoktu. Sonra işte, ne kadar doğru, ne kadar yanlış, dendiğine göre insanlık tarım devrimini yaptı, tarım toprakta yapıldığına göre de ekip biçtiğinin başında beklemesi gerekti, hal böyle olunca da yerleşme olgusu doğdu falan filan... Bunları biliyorsunuz.
İnsanlık, üreme zinciriyle milyonlarca yıl önceki atalarına bağlı olduğu için ne kadar değişirse değişsin gene de onların birtakım davranışlarını bugün tekrarlıyor. Doğanın kanunu herhal. Demem o ki türlü çeşitli evde kal telkinlerine rağmen evde uslu uslu oturmak istemeyişlerin, mızmızlanışların temelinde bu var. Böyle.
İnsanlık, üreme zinciriyle milyonlarca yıl önceki atalarına bağlı olduğu için ne kadar değişirse değişsin gene de onların birtakım davranışlarını bugün tekrarlıyor. Doğanın kanunu herhal. Demem o ki türlü çeşitli evde kal telkinlerine rağmen evde uslu uslu oturmak istemeyişlerin, mızmızlanışların temelinde bu var. Böyle.
11 Nisan 2020
6 Nisan 2020
Dört yıl önce
Dört yıl önce bugün yazmışım bu yazıyı ama nasılsa yayımlamayı unutunca taslaklar arasında kendini kaybettirmiş. Ankara'daydık o zaman. Dört yıl sanki dört aymış gibi geliyor şimdi.
Ciğerim yanıyor. Dört gün oldu. İlk değil bu, herkeste olduğu gibi bende de olmuşluğu vardı. Son olarak iki yıl önce yanmıştı galiba. Ne ki, ciğer yangınımın bir günü geçtiğini hiç görmemiştim. Bunda da, yarına geçer nasıl olsa, dedim kendime fakat baktım geçeceği yok. Geçmediği gibi bir de arttı. Bugün hâlâ yanıyor.
Mecazî anlamıyla söylemiyorum, dört gündür sağ ciğerim yanıyor. Kime dediysem, üşütmüşsün, dedi. Zaten ben de bu teşhisi koymuştum kendime. Bugün de Yasemin Hoca söyledi aynısını. Üşütmüşsün, dedi. Gülüşan'la Mahmut'a söylemiştim dünden, kesin değil ama yarına gelmeyebilirim, hocaya söylersiniz, demiştim dün akşam. Neyse ki gündüz vakti pek engellemiyor beni ciğerimin yangını. Kalktım gittim. Yasemin Hoca, sıcak su torbası koyacaksın, dedi. Dedim, bizde soğuk su torbası var, dişimi çektirdiğim gün dişçide vermişlerdi, fakat sıcak su torbası yok. Yasemin Hoca da kim, diye sorulacak olursa, kim olacak, adı üstünde, hoca. Gülüşan'la Mahmut da benim arkadaşlarım. Bir de Dilek Hoca var, o da Yasemin Hoca'nın asistanı.
***
Bahçedeki ağaçların bazısı çiçeklenmiş. Geçen gün akşam eve dönerken ağaçtan yere düşmüş çiçekleri görünce, ne güzel çiçekler açmış, dedim içimden. İki gün sonraki sabah aynı yerden geçince baktım ki onlar yerde bitmiş çiçekler değil, ağaçtan düşmüşler.
***
Sen Ankara'nın o karsız, kuru soğuğunda grip bile olma, gel nisanın başında ciğerini üşüt, yak.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)