Sinema filmi nedir? Sanırım bu soruya birbirinden farklı hiç olmazsa üç cevap bulunabilir. Ben kendi kafamdan, hemen şu anda doğaçlama bir-iki cevap vereyim mesela.
Teknik bir tanım olarak; Film, kamera, ses kaydedici gibi aletler kullanılarak, önceden yazılmış bir senaryonun/öykünün, bir yönetmen idaresinde oyunculara oynatılıp, bunun, daha sonra izlenmek üzere kaydedilmesine sinema denir. Ne derece iyi oldu bilmiyorum, pek önemi de yok zaten. Bu arada, etimoloji tutkunu biri olmama rağmen sinema kelimesini şimdiye kadar her nasılsa merak etmemişim. Şu an bu satırları yazarken daha bu kelimenin kökeni hakkında bir bilgim yok. Biraz sonra araştırırım. Latince ya da Grekçe gibi duruyor oradan.
Bir başka tanım olarak; Hayatın her alanından konular üzerine çekilen ve eğlence amacı güden, bir boş zamanı doldurma etkinliğidir sinema.
Bir diğer tanım olarak; İnsanların kitap okuma vb. etkinliklerinde olduğu gibi kültürlenmelerini amaçlayan bir uğraşı alanıdır.
Daha başka bir tanım olarak; Sinema bir propaganda aracıdır.
Şimdi tanımları bırakalım da bir tarafa, ben naçizane, sinemadan ne anlıyorum esas olarak, onu anlatayım. Efendim sinema benim için, ilk akla gelen anlamıyla bir eğlence aracı değildir. Kısaca, boş zamanı doldurma aracı değildir. Ama diğer anlamıyla tabii ki büyük bir eğlencedir. Sinema kültürlenmek için birebir bir araçtır bence. Sonra, son tanımda dedim, bir propaganda aracıdır. Tabii propaganda sözcüğü negatif bir anlam çağrıştırıyor olabilir ilkin, çünkü propaganda bir dayatma anlamı da içeriyor. Ama irade sahibi bir insan için bir önemi yok bunun. Pozitif olmuş, negatif olmuş, kişi nasıl bir duruş sergiliyorsa ona karşı, propaganda o biçim bir nitelik alır. Demek istiyorum, sinema film(ler)i istediği kadar propaganda içersin, onu izlemek veya izlememek senin elinde. Dahası, izlersen bile etkilenmek veya etkilenmemek senin elinde. Hem, propaganda ille negatiftir diye bir şey de yok zaten. Mesela kültürünüzü tanıtmak amaçlı, propagandasını yaparsınız, bunun neresi kötü.
İşin tam da burasında söylemek istediklerimden birini söyleyeyim. Ben dünyanın farklı kültürlerini sinema aracılığıyla öğrenmeye çalışırım ve bu çok zevklidir. Örnek: Çingeneler Zamanı’nı sadece gülüp eğlenmek amaçlı da izleyebilecekken, Çingenelerin yaşamını, geleneklerini, kültürünü anlamaya, öğrenmeye çalışırım. Bununla da kalmam filmdeki o Balkan Çingeneleriyle bizim buradaki Çingeneleri, film bir taraftan devam edip giderken, kafamdan sessiz-sedasız karşılaştırırım. Neticede, film bitmiş olduğunda az ya da çok, bir şeyler edinmiş olduğumu bilirim. Bunu elbette kitap okuyarak da yapabilir insan, evet, ama malzeme görsel oldu mu tadı bir başka oluyor.
Bir de kitap ve sinemanın birbirini tamamladığına inanırım. Hem de öylesine içten inanırım ki. Çoğu kimse bu görüşümü paylaşmayabilir tabii ki, ancak bunun benim için geçerliliği yüzde yüz. Örnek vereyim: Bir devrin ya da bir ülkenin tarihini kitaplardan okuyorsunuz, o zamanı ya da o yeri bir de sinemadan, ama bilinçli bir gözle, izlediniz mi, kanaatimce okuduğunuz o metinlerden iki kat verim alırsınız. Aynı şekilde bir kültür, bir coğrafya, bir olay, bir mekan, bir insan, bir toplum vs. hakkında okuduklarınızı, eğer kaliteli filmlerle desteklerseniz değmeyin gitsin. Bir örnek daha: Belki ondan başkasının hiç aklına bile gelmiyordur, Çetin Altan’ın hep söylediği, biz okullarda tarih derslerinde hep şanlı tarihimizle yatıp kalkarken sürekli göz ardı ettiğimiz ya da bazılarımız için, görmek istemediğimiz bir şey var: Tarih şanlı zaferlerden ibaret değildir. Osmanlı orduları bilmem nerenin kapılarına, nerenin pencerelerine dayanıyorken, yedi iklime, üç kıtaya yayılıyorken, kim bilir o esnada mesela Iğdır’ın bir köyünde insanlar ne yapıyorlardı? Ne yiyip ne içiyorlardı? Huzurlu muydular? Daha da önemlisi, üç kıtaya yayılmanın onların hayatında ne gibi bir önemi ve ne kadar değeri vardı? İşte mesela, Derviş Zaim’in Cenneti Beklerken’ini izleyince üstat Çetin Altan’ın bu meseleleri aklıma geliverdi. Böyle olunca da sorgulama, araştırma, her birşeye hemen inanıp kapılmama, kendi aklıyla hareket etme vs… Sinemaya işte bu gözle bakmalıyız.
Sinema ile ilgili söylemek istediğim bir şey daha var. Hollywood’u şu yeryüzünde duymayan insan kalmadı herhalde. Baksanıza, Türkçe Microsoft Word Hollywood’u yabancı bir kelime saymıyor bile. Hollywood bir tür fabrika oldu çıktı, geride bıraktığımız yüzyılda. Fırıncının makinasından nasıl ekmek çıkıyorsa Hollywood’dan da öyle film çıkıyor. Eh, dünyanın süper gücünün sineması da süper olur, bunda şaşılacak bir şey yok. Fakat buradan çıkan filmlerin çoğu kanımca-kanaatimce izlenesi değil. Yadırganacak bir tarafı da yok bu kanaatin: Nerede çokluk orada bokluk. Yani yılda bilmem kaç yüz tane, bin tane film, hepsinin güzel, izlenesi olması teorik olarak da pek mümkün değil. Ama asıl şuna bakıyorum: Hollywood sineması izleyerek söz konusu ettiğim kültürlenme beklentisine girerseniz umduğunuzu bulamayabilirsiniz. Çünkü bu fabrikadan çıkan filmlerin büyük bir çoğunluğu çerez niyetine eğlence amaçlı, boş vakit doldurma aracı. Bu nedenlerden ötürü, bilhassa son zamanlarda, neredeyse hiç Hollywood filmi izlemiyorum.
Peki neler izliyorsun? Şimdi de bu mesele üzerinde biraz durayım. Ama galiba yazı biraz uzadı, bunu da izninizle yarına bırakmak istiyorum. Daha sinema’nın etimolojisini araştıracağım.
Sinemanın etimolojisine baktım. Allah Wikipedia'yı başımızdan eksik etmesin. Tahminim doğru çıktı, sözcük Grekçe kökenli: κίνημα (kinēma). Anlamı: Hareket.
YanıtlaSilSinema sözcüğünü terminolojiye Fransız Lumière kardeşler, 1890'larda sokmuş.
Sinema "renk"tir. Sinema evet tıpkı kitaplar gibi, gidip görme şansımızın olmadığı yerlere götüren bir araçtır.. Ne insanlarla tanıştırır öyle her kolunuzu kaldırdığınızda çarpamayacağınız.. Ne olaylar getirir önünüze hayal bile edemeyeceğiniz.. Hayal demişken.. Ne hayaller kurdurtur insana sinema bir adamın hayalinin üzerinden... Ya da öyle bir yaratılışla karşılaşırsınız ki o seferlik saygıyla eğilirsiniz kurulan dünyanın önünde. Bazen "yok artık" dedirten, bazen "bu olay böyle mi olmuştu hakikaten?" diye sorgulatan emektir sinema...
YanıtlaSilVe hayat "renklerle" güzeldir... Ama beyaz, ama mavi, ama gri...
Sevgiyle...