16 Ocak 2010

İtiraf ediyorum, İzafiyet Teorisi'nin babası benim

Sevgili dostlarım, geçen hafta beynelmilel bir toplantıya katılmak için Vaşinton’a gittim. Bu toplantıya taa bir yıl önceden davet edilmiş olmama rağmen anca şimdi vakit bulabildim. Sağolsun, arkadaşlar benim için bir yıl ertelemişler toplantıyı. (Ee, beni seviyorlar canım, Allah onnarı başımızdan eksik etmeye!).

Toplantının konusu bilimin gidişatı idi. Bilim nereye gidiyor, diye sorduk, soruşturduk. Bari bir cevap bulabildiniz mi, diye sorar iseniz, ben de bilmiyorum, bulabildik mi, bulamadık mı?..


Tabii, böyle önemli bir konuyu tartışmak için dünyanın tüm bilim adamları ve bilim kadınları orada toplandık. (Seneye toplantıya bilim çocuklarını da davet etmeyi düşünüyoruz).

İpini koparan Vaşinton’a gelmişti. Bayaa yoğun geçen üç günden sonra Vaşinton belediye başkanı bize bir akşam yemeği verdi. Yemekte masamda Aynştayn da vardı. (Zannediyorum önceden benim masama oturmak için birtakım planlar yapmıştı, sırf bana yakın olmak için). Sürekli bana birşeyler sorup durdu. Bir ara bana sokulup, “Abi,” dedi, “izafiyet mizafiyet diyorlar, nedir bunun aslı?”


Tabii, beni bilirsiniz, başka bilim adamlarına benzemem. Başkalarının yedi yüz sayfalık kitapta anlatabildiğini ben bir çizgi ile anlatabiliyorum. Böyle bir özelliğim var. Örneğin Nivton on-on iki yıl önce sırf aklındaki ufak bir fikri bilim dünyasına açıklamak için tam 3 yıl didindi durdu, yemeden içmeden kesildi, inzivaya çekildi, dünyadan elini eteğini çekti de öyle üstesinden geldi. Üç yıl içinde de ortaya birkaç yüz sayfalık bir kitap çıktı.


Ama ben... Ben öyle miyim? Elbette hayır.


Neyse efendim, gelelim esas konumuza. Aynştayn bana izafiyet teorisinin ne olduğunu sorunca, hemen dışarı çıkıp ayın bir fotoğrafını çekmesini istedim. “Abi,” dedi “fotoğraf makinem yanımda değil.” (Esasında Aynştayn’ın fotoğraf makinesi yok, hiçbir zaman da olmadı, bana karşı mahcup olmamak için salladı. Bende ne göz var, ben yer miyim?).


Hemen çantamdan benim makineyi çıkarıp verdim. Nasıl kullanacağını da gösterdim. Dışarı çıktı, biraz sonra ayın bir fotoğrafını çekip geldi. Aldım elime fotoğrafı, büzdüm, gerdim, çektim, evirdim, çevirdim, ”Aynştayncım,” dedim, “iyi bak, ne görüyorsun?”


“Ayı görüyorum,” dedi. “Onu anladık, nasıl görüyorsun” dedim. “Uzun ince bir halde, denize düşen ışığıyla paralel bir şekilde, abi” dedi.


“İyi,” dedim, “şimdi de bu şekilde bak bakalım. Ne görüyorsun?”


“Abi,” dedi, sakin bir edayla, “şimdi de yuvarlakça bir şekilde görüyorum, sanki biraz yumurtaya benziyor gibi.”


“Hah, işte bu!” dedim. “Gördün mü izafiyet neymiş”


Devam edecek…

2 yorum:

Yorumunuzda bir web sayfasına bağlantı vermek istiyorsanız buraya bakabilirsiniz.

Yorumlarla ilgili notlar için buradaki sayfanın sonuna bakabilirsiniz.

Sayfa başına git