23 Temmuz 2011

Tolstoy ve İnsanlık Halleri

Tolstoy’un İnsan Ne İle Yaşar’ını okudum. Kitaba değil de Tolstoy’a takıldım. Ne kadar dindar bir insan. Tanrı’dan, ilahi düzenden bahsediyor. Beş miydi, altı mı, öykü var kitapta. Hepsi de aynı minvalde. Sevgiden dem vuruyor, insana Tanrı’nın suretinden yansımış ebedi sevgiden.

Sonra insanların gündelik meselelerini, kıskançlıklarını, geçimsizliklerini… küçümsüyor. İnsana Ne Kadar Toprak Lazım? adlı öyküye bayıldım. Adamın biri Başkurtlar diyarında toprağın sudan ucuz olduğunu duyunca oraya göçüyor. Onlara bir iki parça kıymetsiz hediye götürüyor. “İstediğin toprağı seç senin olsun” diyorlar. “Fakat bir şartla: bir gün içinde ne kadarını dolaşabilirsen, o kadarını alabilirsin.” Adam muhteris, gözleri fal taşı gibi açılıyor, elinde mi?

Fakat işte insandaki o hırs yok mu o hırs… Tolstoy’un da bize vermek istediği mesaj bu ya: İhtiraslarımızın kölesi olmayalım.

Gündoğumunda başlıyor adam uçsuz bucaksız araziyi arşınlamaya. Yürü babam yürü. Orası da benim olsun, şurası da benim olsun… Derken akşam yaklaşıyor. Güneş ufkun yolunu tutmuş gidiyor. Azıcık ferasetli davransa, ömründe hayal edemediği kadar toprağı olacak. Şeytan dürtüklüyor öte taraftan. “Şu güzelim yerleri de almazsam olmaz!” Fakat o da ne! Gün batıyor. Etekleri tutuşuyor adamın. Koş bre! Koş ki başladığın yere zamanında varabilesin. Zira şart bu. Nereden başladıysan oraya döneceksin. Gün batmadan.

Aç, susuz, yorgun, tam yettim derken güneş batmasın mı? Tam o sırada bir umut ışığı beliriyor ama: “Tepede, onların beni beklediği yerde henüz güneş batmadı. Hadi son bir gayret daha. Ondan sonra bu uçsuz bucaksız topraklar benim!” Kalkıyor çöktüğü yerden. Koşuyor, tepeyi çıkmaya çabalıyor. Bir de yorgun, bir de bitkin sormayın.

Ufacık tepe dağ oluveriyor. Bitmek bilmiyor. Sefil adam kan ter içinde. Güneşle yarışıyor. Heyhat! Tam tepeyi çıktım derken gün batmış oluyor. Onu bekleyenlerin ayakları dibine yığılıveriyor. Bitiyor. Birkaç karış fazladan toprak için… Hırsının kölesiyken şimdi kurbanı oluyor. Oracıkta can veriyor. Ve işte şimdi ihtiyacı olan, bir iki metre toprak.

İşte Tolstoy bu tür meseleler anlatıyor. Onun yazar olarak kalitesini tartışmak haddimize değil. Fakat insan olarak ondan bile daha ilerideymiş. Büyük yazar olması büyük insan olmasından ileri geliyormuş. Bu kitabı okuyunca bunu daha iyi anladım.

3 yorum:

  1. Pdf buldum. Birazdan okuyacagim. Bugun ben de benzer bir konuda dusuncelre daldim.
    Insanlar bazen cok istedikleri bir seye kavusunca ellerindeki bir seyden mahrum kaliyorlar.
    Yakin bir ornek, senelerce terfi isteyip, kendinden ust unvandakilere kufurler yagduran, elestiren bir tanidik, tam da o unvana sahip oldu ve hastalandi. Ameliyat oldu, keyfi kacti, olum korkusu ile yasar oldu.
    Baska bir tanidigim da, erkek cocuk isteyen biriydi. 3 kizina ragmen, cocuk oldu ama baska bir kadindan. Aile dagildi ve adam iflas etti. Gerisi berbat.
    Diyorum ki, hakikaten kaderci mi olmak lazim?
    Nedir bize gelmeyen? Geldiginde fazlasini goturen? Iste bu yukaridaki hirslarimiz mi?
    Ben de senelerdir bir ev sahibi olmak isterim. Ama olmadi bir turlu. Arada dusunuyorum. Kira odemisim nolmus? Evi aldim, ya komsularim kotu olursa? Ya deprem olursa? Bunu en yakindan siz gordunuz.
    Neden bunun pesinden kosuyorum. Olumlu dunyada ne gerek var? Kazan harca?
    Ihtiyacimiz olan toprak neyse ki bedava. Degil mi?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Selam Jardzy. Nasılsın?

      İnsanın gözü doymaz, tamahkâr bir varlık olduğu zaten bilinen bir şey. Taa bin yıl öncesinden bile bununla ilgili çokça hikâye anlatılıp durmuş. Bir avuç topraktan başka hiçbir şey doyurmuyor insanın gözünü. Çok aktüel bir örnek: Bakıyorsun en dindar, dünya malını elinin tersiyle iter dediğin bir adam ramazan boyunca çıkacağı programlar için yüz binlerce lira alıyor. İnsanın midesi doyuyor, kalbi doyuyor, beyni bile doyuyor, gelgelelim gözü doymuyor.

      Verdiğin örnekler için kader deyip geçebilir miyiz? Ben hiçbir şeyi artık kaderle açıklamamaya kesin karar verdim. Bu fikirden dönebileceğimi de sanmıyorum. Elbette her şeyin bir nedeni var, ancak kader deyip geçmek bana çaresizlikten başka bir şeymiş gibi gelmiyor. Evet, bir tür belirlenmişlik var ama bilindiği anlamıyla kader değil bence. Bir örnek vereceğim, ne derece uyar bilmiyorum. Bir kimse yirmi yıl boyunca hayal ettiği şeyler için yaşasın, yirmi yılın sonunda da tüm o şeyleri elde etsin. Sonra baksın ki hiç de yolun başında düşlediği gibi değilmiş. Neden? Çünkü o şeyleri yirmi yıl önce bulunduğu konumdayken istemişti. Halbuki yirmi yıl sonra varmış olduğu yerde artık şeyler olsa da olur olmasa da. Geçen zaman kendisini hep o ilk günkü gibi bırakmamış ki. Mesela yirmi yıl önce gepgenç, sağlıklı, enerji dolu bir insanken deniz kıyısında çok güzel, kocaman bir ev, içinde mutlu huzurlu bir aile düşlemiş olsun. Ama yirmi yıl boyunca gidecek olan sağlığı, enerjiyi, yaşam coşkusunu hesaba katmamıştır. Umarım anlatabilmişimdir. Kendimden de bir örnek vereyim de biraz gül. Ben ortaokuldayken lisede evlenmeyi düşlemiştim. Hatta düşlemeyi bırak, planlamıştım. Evet. Gelgelelim bugün hâlâ evlenmiş değilim. İyi ki de o zaman evlenmemişim diyorum, –hoş, yeltensem bile o yaşta beni evlendirecekleri yoktu ya–. Velhasılıkelam, akıllı insan kendisine yetecek kadarını isteyip o kadarının peşinden koşmalı. Tarihe de baktığımızda büyük dediğimiz filozof ve bilgelerin bunu tavsiye ettiğini görüyoruz.

      Sağlıkla, sevgiyle...

      Sil
  2. Iyiyim. Siz nasilsiniz?
    Elbette bir zaman istedigimiz seyi bu vakit aldigimizda 'bu muymus?' dedigimiz coktur.
    Belki de umutsuzluktan kadere mi baglamaliyiz?
    Kadercilik cehaletse, cehalet de mutluluksa, gelsinler :))

    YanıtlaSil

Yorumunuzda bir web sayfasına bağlantı vermek istiyorsanız buraya bakabilirsiniz.

Yorumlarla ilgili notlar için buradaki sayfanın sonuna bakabilirsiniz.

Sayfa başına git