19 Şubat 2012

Okuma Alışkanlığı Üzerine

Okulda çocuklara okuma alışkanlığı kazandırmak, üzerinde en çok durduğum konulardan biri. Baştan söyleyeyim, çok zorlanıyorum. Bunun birkaç nedeni var. Her şeyden önce ailelerde "iş yok". Çoğunun evinde tek bir kitap yok. Hal böyle olunca çocuklar da kitapları sadece okulda lazım olan birer "eşya" olarak biliyorlar.

Problem sadece ailelerde mi? Öğretmenlerin çoğunda da "iş yok". Bizzat şahit olmasam bu kadar rahat konuşur muyum; koca bir yıl boyunca iki kitap okuduğu için kendini "çok okuyan" olarak lanse eden nice öğretmenler var, kaldı ki onlar yine iyi, en azından yılda iki kitap okumayı becerebiliyorlar, tek bir kitap okumayan öğretmenler var, hem de "sürüyle". Okuduğum eğitim (!) fakültesinde koca dört yılı, zorunlu ders kitapları hariç bir tek satır okumadan bitirip öğretmenlik diploması alan nicelerini gördüm. Her biri Anadolu'nun bir köşesine gidip öğretmenlik yapıyor. Şimdi biz kalkıp böyle yetişen bir öğretmen neslinden okumayı seven nesiller yetiştirmelerini nasıl bekleyebiliriz?

Okumayı sevdirmek yolunda televizyon da işimizi fazlasıyla zora sokan faktörlerden biri. O yetmiyormuş gibi şimdi bir de internet çıktı. Sen gel de çocuğa bu ikisi dururken hayatı okuyarak, kitaplardan öğrenmesini salık ver. Gerçekten zor. Dedim ya, çoğu, kitapları sadece okul sıralarında lazım olan birer eşya olarak görüyorlar, ödevlerini de zaten artık internetten kopyalayıp yapıştırıyorlar. Böyle olunca kitaplara ne gerek kalıyor ki? Hem çocuk büyüklerini örnek alır; evde ana-baba okumuyor, okulda öğretmenler okumuyorsa kendisi neden okusun o zaman?

Bizim eğitim-öğretim düzenimizin temel problemlerinden biri, neyi niçin, neyi nasıl öğreteceğini bir türlü öğrenememiş olmasıdır. Örneğin çocuğa yaşam boyu okumanın niçin gerekli ve önemli olduğunu bir türlü öğretemiyoruz. Öğretmenlere üniversitelerde öğretilmiyor ki onlar da okulda çocuklara öğretsinler. Bu örneğin en çok geçerli olduğu konu yabancı dil olsa gerek. Öğrencilerin neredeyse tamamına bir yabancı dilin neden gerekli olduğu öğretilemediği gibi yabancı dilin nasıl öğretileceği de öğrenilemedi gitti. Düşünün, bazı gramer konularını öğrenciler kendi ana dillerinde bile bilmiyorken kalkıp İngilizcelerini öğretmeye çalışıyorsunuz. Hem Türkiye'deki İngilizce müfredatlarına bakarsanız, sanırsınız tekmil nüfusumuzu Oxford, Cambridge, Columbia üniversitelerine profesör olarak yetiştirmeye çalışıyoruz. Nedir, alt tarafı çocuklara bir yabancı dilde gündelik konuşmalar yapabilmelerini sağlayacaksınız. Ama nerede... Yabancı dilin baştan sona bütün kurallarını öğretmeye kalkıyoruz, sonuç: elde var sıfır. Yıllarca dersini gördüğü yabancı dilde adını bile söyleyemiyor çocuk.

Bir başka handikabımız matematik. Başka bir ülkede "matematik fobisi" sözlüklere girmiş midir, cidden merak ediyorum.

"Peki, iyi güzel de okumak neden bu kadar önemli, çocuklar ille de çok okuyarak mı hayata hazırlanmalılar," diye sorabilirsiniz. Evet, okumanın ne işe yaradığına dair somut hiçbir veri yok elimde. Size, falankes çok okudu başı göğe erdi, diye bir örnek veremem. Gelgelelim okumanın sihirli bir değnek olduğu da su götürmez. Bir tılsımı var bu işin, bunu inkâr edebilir misiniz? Baksanıza kalkınmış toplumların tümü okuyan toplumlar. Sizce Bangladeş'te mi daha çok okunuyor yoksa Japonya'da mı? Suriye'de mi daha çok okunuyor yoksa Hollanda'da mı?

Çuvaldızı başkasına batırmadan önce iğneyi kendimize batırmak zorundayız. Her yerde Amerika'nın bizi parmağında oynattığını, Avrupa'nın bizi bilmem ne ettiğini söyleyip duruyoruz. Sen kalkınmadıktan, gelişmedikten sonra zaten bir parmakta oynatılmaya mahkumsun. Doğanın kanunu bu. Kalkınma, gelişme dediğin de ancak okuyarak elde edilir. Haksız mıyım?

15 Şubat 2012

Yağmur Yağmur

Yağmur, yağmur… Bu neyi anlatır?
Bunca siste bunca ıslak serçe
Hüznü bir köşesinden tutup kaldırmıştır

Yağmur, yağmur… Bu neyi anlatır?
Son yaz derlenmiş, son ateş sönmüş
Düz yollara inen son kaçkın, son eşkıya
Hüznü bir köşesinden tutup kaldırmıştır.

Yağmur, yağmur… Bu neyi anlatır?
Oyun biter, o kesin güz çizgileri
Sergi, bir de ölümle örselenmiş
Aklı bir köşesinden tutup kaldırmıştır.

Gülten Akın

5 Şubat 2012

Suçluların İkilemi

Ayrı ayrı hücrelere alınmış iki suçlu, birbirlerini ele vermek veya vermemek gibi iki seçenekle karşı karşıyadır. Eğer onlardan biri suçunu itiraf eder ve diğerini mahkum etmek için gerekli kanıtları sağlarsa, cezalandırılmadan serbest bırakılacaktır ve bütün suç ortağının üzerine kalacak ve ortağı 10 yıl hapse mahkum olacaktır. Eğer iki suçlu da suçu itiraf ederlerse altışar yıl hapis yatacaklardır. Eğer ikisi birden itiraf etmeyi reddederlerse, ufak bir mahkumiyet alacaklar ve birer yıla mahkum olacaklardır.
(...)

Ya onlardan biri siz olsaydınız, ne yapardınız?
Sayfa başına git