(Öyküyü kurmaya çalışırken aklıma Bağdat geliyordu ikide bir. Hani 2003'te Amerika ele geçirirken nasıl da yağmalamışlardı şehirlerini Bağdatlılar.)
Bruegel'in Babil Kulesi. Birbirimizi ne zaman kaybettik? |
Ekimin başından ortalarına kadar kafamda dolandırıp durdurdum öyküyü. Kahramanımın konumu bana çok "romantik" geliyordu. Kitap götürüyordu alt tarafı, hem yağmalıyor da sayılmazdı, zira tek başınaydı. Diğer insanlar leş kargaları gibi dükkanları yağmalarken, ona biçtiğim aslan rolüyle o tek başına avlanıyordu. Hiçbir telaşa, aceleye yer vermiyordu.
Öyküyü buraya kadar kurmuştum. Ana ekseni de buydu zaten, ama devamı bir türlü gelmiyordu. Nasıl bağlayacağımı bilmiyordum.
***
Hayat seni sallar. Başlarda bütün sallanmaların farkındasındır ama hiç mi hiç kaydetmezsin, çok çok oyun sanırsın, beşiğinden yeni çıkmışsındır ne de olsa, alışkınsın sallanmalara. Sonra büyürsün yavaş yavaş, sallanmalar da sarsıntılara dönüşür. Gelgelelim, artık o kadar da farkında değilsindir. Sarsıntı daimidir çünkü.
Hayat seni sarsar. Üzerken de sarsar, mutlu ederken de. Sevdirirken de, nefret ettirirken de. Hele de büyütürken. Ama, dedim ya, farkında değilsindir olup bitenlerin. Çünkü o kadar profesyonelce yapar ki bunu, ayakların olduğu yerde duruyordur, bedenin dimdik ayakta.
© Ali Dağer |
Her cuma Somali'deki "aç" kardeşlerimiz için para toplanıyordu camide. Cebimde bozukluk varsa çıkarıp 1 lira atıyordum, geçip gidiyordum. Ne de rahattı içim. 1 lira. İki ekmek parası. Belki Somali'de üç ekmek bile ediyordur, kim bilir? Orada hergün açlıktan -evet gerçekten başka bir şeyden değil- çocuklar ölüyordu ve her akşam ana haber bültenleri pek sıradan bir haber olarak ne rahat verip geçiyorlardı. Ya biz? Ne rahat izleyip geçiyorduk. Hani adamın biri, İngiliz miydi kimdi o, bir kişi ölürse trajedi, yüz kişi ölürse istatistik yollu bir şeyler geveliyordu... Dedim ya, her gün sarsılıyoruz, farkında değiliz. Zamanımız hoyrat bir zaman. Halbuki o "eski" diye küçümsediğimiz zamanlar bizimkinden üstündü. Ne demişlerdi o eski zamanların birinde: tok açın halinden anlamaz.
Kendi zamanımızın yeryüzünü doldurmuş 7 milyar insanı, kaçımızın gönlü tok, soru bu.
***
23 Ekim günü masamda oturmuş bulmaca çözüyordum. Saate bakmamıştım. Birazdan bulmaca bitecek, ceketimi alıp çıkacaktım. Ayaklarım olduğu yerde sapasağlam duruyordu, bedenim de kendinden hayli emin görünüyordu. Neden sonra yerin ayaklarımın altından kayıp gittiğini hissettim. Kalktım. Tam sarsılacaktım ki sandalyeye tutundum. Hayret, neden böyle değişik hislere büründüm böyle? Birçok insanın aksine, hayattaki handiyse tüm sarsıntıların farkındaydım oysa.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuzda bir web sayfasına bağlantı vermek istiyorsanız buraya bakabilirsiniz.
Yorumlarla ilgili notlar için buradaki sayfanın sonuna bakabilirsiniz.