Köye gidilecek. Dolmuşun yanında bekliyoruz. Esasında "dolmuş" buralara pek yabancı bir kelime. Minibüs. Hata, şoförün adına ekleyerek: falankesin minibüsü, filankesin minibüsü. Çoğu köyün tek minibüsü vardı eskiden. Şimdi devir değişti, yaygınlaşan yalnızca internetli telefonlar neyim değil, taşıtlar da epey çoğaldı.
Köy yolu açık mı kapalı mı bilmiyoruz. Açıksa nereye kadar açık, kapalıysa nereye kadar kapalı? Köylüler kar kışta şehre inmeye pek bir gönülsüz doğal olarak. Mühim bir işi olmadan kimse evden çıkmak istemez bu soğuk havalarda. Bundandır, minibüsü bekleyen yalnızca beş kişiyiz. Şoför de gelecek, altı. Doğrusu, köyün son minibüsü bu. Zati hepi topu iki tane var. Öbürü bir saat önce hareket etmiş. Birkaç köylü onunla gitmiş, bizse bununla gideceğiz işte. Akşam olmak üzere.
Şoförümüz geliyor, biniyoruz, hareket ediyor minibüsümüz. Köyün imamı da burada. Müftülükte işi mi varmış neymiş, bundan ötürü akşama kalmış. Yolculardan biriyse Vıladimir'in amcası, kahvede okey oynamaya dalmış. Oyun arkadaşları da bizim köyden ama burada, şehirde, şehrin sonradan göçle oluşma mahallelerinde oturuyorlar. Yıllar içinde peyderpey şehre taşınanlar...
Araba neredeyse boş olduğundan her birimiz gönlümüzce yayılıyoruz. Herkese ikişer üçer koltuk düşüyor. Kısa sürede ısınıyor da. Radyatörler çalışıyor. Bu şoförün cömertliğini hep takdir etmişimdir. Öyle ya, cimriliğinden yolcuları donduran şoförlerin bol olduğu bir coğrafya burası. Soğuk mu soğuk bir coğrafya.
Ön koltukta, dayısının yanında şoförün yeğeni oturuyor. Günün girdisi çıktısını konuşuyorlar. Daha üç-beş yıl önce sessiz sakin bir ufaklıktı. Artık büyümüş. Efendiliğinden bir şey yitirmemiş olması sevindirici. İmamla Vıladimir'in amcası da ayrı bir konuda, aslında pek çok konuda konuşup duruyorlar. Arkalı önlü oturduklarından, birbirlerini görebilsinler diye ikisi de sırtını minibüsün camına dayamış. Bu coğrafyada imamlar arabanın ön koltuğunda oturur. Yıllar, sanırım hayli uzun yıllar içinde oluşturulagelmiş bir gelenek bu, imam geldi miydi en öndeki yer verilir, o da hayır demez. En azından görüp tanıdığımız imamların büyük çoğunluğu hayır demez. Ne ki değişen devir bu geleneği de yerinden oynatacak gibi. Fakat bu imam da biraz farklı biri. Genç de. Otuz yaşında var yok. Öyle saygı, hürmet beklentisi yüksek birine benzemiyor, iyi. Yani şöyle, şoförün yeğeni ön koltukta oturuyorken imam orta koltukların birinde oturmuş, bu durumu hiç dert etmiyor, Vıladimir'in amcasıyla keyifli diyebileceğin bir muhabbete girişmiş. Hem zaten adamcağız okeyci, kumarcı diyerek muhatabına sırt da çevirmiyor. İmamların yapmadığı şey değil.
Bu imamı ilk görüşüm. Minibüse binmeden biraz önce merhabalaştık. Siz köyün yeni imamısınız galiba, dedim, evet, dedi o da. Siz de filankesin oğlusunuz galiba, dedi. Evet, dedim. Babamın halini hatrını sordu. İyi, dedim, bildiğiniz gibi. Yalan söylemiştim. Zira ben de doğru dürüst bilmiyordum babamın halini hatrını. Pek durmadım üzerinde ama. Neticede bir imama ayak üstü söylediğim ilk yalan değildi bu. Hem, bir imama yalan söylemekle herhangi bir insana yalan söylemek arasında günaha girme bakımından bir ayrım olmadığını kavrayacak yaştayım artık. Neredeyse bir yıl oldu sizin köye geleli, diye sürdürdü imam. He ya, dedim içimden, en az neredeyse bir yıldır kendi köyüme gelmemiş olduğum anlamına geliyor bu.
Bir yol arkadaşımız daha var. Bir kadın. Kim olduğu konusunda, bizim mahalleden olmadığı dışında bir fikrim yok. Bizim köyün evleri bir dağ yamacının alt ve üst kısımlarına kümelenmiş olduklarından Aşağı Mahalle, Yukarı Mahalle adını almışlar. Bu kadın Yukarı Mahalle'ye gelin gelmiş olmalı. Hangi köyden gelmiş olabilir? İsteyerek mi evlendi acaba, yoksa istemeye gittiler de babası tutup verdi mi? Buralarda düzen böyledir. Kızlar durmadan bir köyden bir köye gelin giderler. Bizim köyden gidenlerin de haddi hesabı yoktur ya. Kadın suskun. Camdan dışarı bakıyor. Sanırım dışarıda kar yağıyor hafif hafif. Benim de güya yüzüm cama dönük fakat dışarısının farkında değilim. Karanlık da çöktü demin. Arabanın içi karanlık. Farların ışığı kar beyazı yola vurup yansıyor, içerisi azıcık onunla aydınlanıyor. Kış. Gün akşama yüz tuttu mu bir bakıyorsun oracıkta kararıyor hava. Kadın ne düşünüyordur, diye geçiriyorum içimden. Yaşını tahmin etmeye çalışıyorum. Bir fikrim yok. Belki çocuktur, henüz on yediye bile basmamıştır, belki de yirmi beşindedir. Köy kadıncağızları hep aynı biçim giyinirler, hal tavırları da birbirine benzer, bundan olsa gerek, yaşlarını kestiremiyorsun. Konuşmuyor da. Kiminle konuşacak? Şoförle yeğeni oralı değiller, imamla Vıladimir'in amcası kendi âlemlerindeler. Bense bir yabancıyım ona. Tıpkı onun da bana yabancı olduğu gibi. Önümdeki koltukta, karşı pencerenin yanında oturuyor. Ben en arka koltuktayım, sırtım cama dayalı, ayağımı bitişik koltuklara uzatmış vaziyette.
Mezraya varıyoruz. Köyün birkaç kilometre altında kalan bir mezra. Öbür minibüs burada. Buraya kadar gelebilmiş, yolcuları yayan devam etmişler. Bizim de aynısını yapacağımız demek oluyor bu. Neyse ki hiçbirimizin ağır yükü yok. Benim yalnızca sırt çantam var. İniyoruz. Şoför sabah zorlanmamak adına şimdiden arabasının yönünü şehre döndürüyor. Köye doğru yola koyuluyoruz. Bir metre kadar kar var yerde. Yol arabalara kapalı, bize açık. Yürüne yürüne bir keçiyolu açılmış. İki kişinin yan yana yürümesine olanak tanımıyor ama. Diziliyoruz. Vıladimir'in amcası önden gidiyor, hemen ardından arkadaşı imam. Şoför kadını tanıyor. Şoför zaten köyün tamamını tanıyor. Üç yüz altmış beş günü burada geçiyor çünkü. Kadın şoförün, şoför de yeğeninin önünden gidiyor. Bense en arkadayım. Oldukça kişisel bir tercih bu. Zira ufaktan ufaktan kar yağıyor. Havanın yumuşak olduğunun bir diğer adı bu. Bir de dolunaylı bir akşam bu. Ağarık kar bulutlarının ardında kalmış olsa da dolunayın gücü dünyayı ışıtmaya yetiyor. İçim ne kadar sevinçle dolu, bir bilseniz. Bu akşam hiç bitmesin, yolumuz hiç bitmesin istiyorum. Bu tanımadığım kadının kafilede bulunuşu tam da bu nedenle bana bir şans. Yavaş yürüyor kadın. Biz ardındakiler de ona uyuyoruz işte. Ağır ağır ilerliyoruz. İmamla muhatabı arayı açtılar sayılır. Kadın bir yandan yavaş yürüyor, fakat öte yandan, nasıl demeli, epeyce sağlam bir insan, hiç duraklamıyor, oflayıp puflamıyor. Besbelli, bu coğrafyaya, bu hayata fazlasıyla alışkın. Benden daha alışkın.
Karda yürüyoruz. Gelmeyeli çok olmuş. Köyümün dağlarına bakıyorum. Kurtların ötelerdeki yamaçlardan bize bakıp neler düşündüğünü kestirmeye çalışıyorum.
Köye güzel bir yolculuk yaptım sayenizde.. karda bata çıka yürüyemeyişimizi düşündüm. Köyümü özlediğim bir gerçek. Teşekkürler bu enfes tasvire :)
YanıtlaSilBen teşekkür ederim Momentos. Sevgiler...
SilKalemi e emegine saglik dostum...
YanıtlaSilSenin de. :)
Sil