Birkaç rüya gördüm her zamanki gibi. Şu an hatırlamıyorum ne hakkında olduklarını. Tek hatırladığım, ne sevimli ne de sevimsiz rüyalar olduklarıydı. Gözümü açtığımda saati tahmin etmeye çalıştım. Yataktan çıkmadan uzanıp perdeyi açtım. (Perdeyi açmak: Bir perde nasıl açılır ki? Enteresan! Vizontele'deki çocuğun deyişiyle, enteresan!) Uzandım gene. Yüzüm dışarıya dönüktü. Karşıdaki binanın duvarına, pencerelerine bakıyordum. Saat dokuz-on civarı bir şey olmalı, diye tahmin yürüttüm. (Acaba bu yeryüzünde ilk tahmini kim yürüttü? Nereden nereye yürüttü? Bunlar da sorulası sorular kardeşim.) Saati nasıl tahmin ettiğimi sordum kendime. Binanın duvarına bakarak günün hangi saatinde olunduğu nasıl tahmin edilebilir? Sonra etrafta sesler olduğunu fark ettim. Gündelik sesler yani. Dışarıdan, rastgele gelen sesler. İşte, saati asıl bu seslere bakarak tahmin ettiğimi anladım. Öyle ya, sabahın köründe gelen sesler farklı olur, değil mi? Akşam üzeri gelenlerin de farklı olduğu gibi.
Saate bakmadan önce kitabımdan bir bölüm okumaya karar verdim. Yanıbaşımda iki kitap duruyordu. Biri kara, öbürü ak kapaklı. Kara kapaklı kitap demek Yapı Kredi Yayınları demek, ak kapaklı kitap demekse Can Yayınları demek, biliyorsunuz, söylememe lüzum yok. (İşte böyle, bazı şeyleri söylememize lüzum olmadığını kendi ağzımızla söylememize rağmen gene de söyleriz.) Bu iki kitabı dün yatmadan hemen önce çantamdan çıkardım. İlkin ak olanı aldım, bir sayfalık Giriş bölümünü okudum, son satırlara gelince aklımı veremediğimi gördüm. Sonra karayı aldım, biraz bakındım, onu da doğru dürüst okuyamayacağımı gördüm. Bunun birkaç sayfasını geçen gün kütüphanede okumuştum da.
Dün gece yatağa girmeden önceki iki-üç saati masada, bilgisayar başında, ara sıra kalkıp çay may almak suretiyle oturarak geçirmiştim. Kelimelik oynadım. Oraya buraya baktım. Aklıma bir şey takıldıkça hemen açıp Wikipedia'ya baktım çoğu kez yaptığım gibi. Falan filan. Fakat yatağa girince içimin hiç de rahat olmadığını, canımın sıkıldığını gördüm. Uykum zaten yoktu. Demek ki bilgisayar, başında oturduğum o iki-üç saat boyunca beni uyuşturmuş, can sıkıntımın farkında olmamamı sağlamıştı. Kitap da okuyamıyordum, çünkü, dedim ya, kafamı veremiyordum. Neyse ki korktuğum olmadı, çok da debelenmeden, yatakta bir yarım saat, kırk dakika kadar kafamdaki dağınık düşünüşlerle hemhal olduktan sonra uyumuşum.
Kelimelik diyordum, birkaç aydır kapatmıştım, oynamıyordum, geçen gün gene açtım. Tee o zaman oynadıklarımın adları hâlâ kayıtlı, çoğunu yenmişim. Mesela biriyle sekiz oyun oynamışız, durum 6-2. Oyun isteği gönderdim, kabul etti. Beş oyun daha oynadık, beşinde de yenilince artık benimle oynamayacağını söyleyerek çıktı. Başkalarıyla oynadım ben de.
Kara renkli kitabı geçen gün Aze benim için aldı, onların kütüphanesinden. Bizimkinde yoktu çünkü. YKY'nin Kızılay'daki kitabevinde bile yoktu, Tunalı'daki şubede bir tane varmış yalnızca. Oraya da kim gidecek şimdi, diye söylenmiştim içimden. Kitabı çantamda epeyce dolaştırdım son on günde. Benimle birlikte gelmediği yer kalmadı. Şehir şehir. Fakat hiç açıp bakmaya fırsatım olmadı. Çok doluydum yani. Ak renkli kitabıysa dün bizim kütüphanelerin birinden aldım. Yolum o tarafa düştü, hazır gelmişken uğrayıp aldım. (Ne kadar muğlak konuşuyorum böyle.)
Elime aldığım kitabın ilk bölümünü, geçenlerde kütüphanede okumuştum ya, bir kez daha okudum ve kalkıp yataktan çıktım. Saat onu bir şeyler geçiyordu. Dün akşam yapıp bir-iki kâse kadarını yediğim çorba henüz burada duruyorken şimdi kim kahvaltı hazırlar, dedim kendime. İşin gerçeği, hazırlamaya üşenmiştim. Çorba sağ olsun, imdadıma yetişti. Hemen ısıttım, oturup kaşıklamaya başladım. Fakat bir yumurta haşlamayı da araya sıkıştırdım. Onu da çorbadan sonra yaptığım kahveyle yedim. Tuzlayarak. Her zaman yaptığım gibi. Benim yumurtayı nasıl tuzladığımı bilen bilir. (Çorba yenilir mi, içilir mi, yıllardır düşünüyorum?)
Söylemeyi unutmuşum, çorbadan önce, yani kalkar kalkmaz dolabın içini şöyle bir elden geçirdim. İçindeki kitaplardan bazılarını bugün götürmem gerek. İkisini Serdar'dan ödünç almıştım, bir hafta bende kalsınlar dediydim de galiba iki haftayı da doldurdular. Üçü de bizim kütüphanenin, götürüp iade edeceğim. Bir poşet bulup bunları içine koydum. Dosya mosyalar, kâğıtlar hep karışmış, onları da düzenledim. Ondan önce de tabii yüzümü yıkamıştım.
Kahvemle yumurtamı içip yedikten sonra tıraş oldum. Hayatımın daimi işkencelerinden biridir sakal tıraşı olmak. Peki, tıraştan sonra ne yaptım? Hatırlayamıyorum, iyi mi. Sonra, götürüp fotokopilerini çekeceğim, taratacağım bir şeyler vardı, bilgisayara kaydetmiştim, onlar neydi, bir bakayım, derken bilgisayarı açtım. Açmışken, telefona atıp otobüste filan dinlemek üzere masaüstüne attığım bir-iki müzik parçası gördüm, onları gönderdim telefona. Birini çocukluk arkadaşım, akrabam İsmail'le ekibi söylüyorlar. Aynı şekilde, tablete atmak için masaüstüne ayırdığım birkaç e-kitabı gönderdim. Sonrasında ne oldu, onu da anımsamıyorum, bir baktım ki Kelimelik'te oyun oynuyorum gene. Jardzy bloğa yorum yapmış, bir ara onu görüp yayımladım. Velhasıl, bilgisayar başında ne kadar oturduğumu şu an kesinlikle saptayamayacak durumda olduğumu belirtmek istemekle birlikte, yarım saattir bu yazıyı yazdığımı dile getirmek de beni mutlu edecektir.
Yazıya oturmadan hemen önceyse pilav yaptım. Bir şeyler yiyip öyle çıkayım, dedim de ondan ötürü yaptım. Tel şehriyeli pirinç pilavı. Neden pilav, diye sorulacak olursa daha pratik bir yemek bilen varsa beri gelsin derim. Yumurta kırma hariç. (Bu "pratik yemek" sözü de ne kadar itici duruyor yahu!) Şu an pilavım hazır. Yazının yarısındayken kalkıp söndürdüm. Yiyip çıkacağım birazdan. Gelgelelim... Saat dördü geçiyor, ben varasıya Serdar gitmiş olur, okul tatil olduğundan kütüphane de erkenden kapanmış olabilir. İyisi mi gidip gölde biraz yürümek. Tam olarak şu anda biri bağırıyor dışarıdan. Ne dediği anlaşılmıyor. Bir sokak satıcısı olmalı.
Her şey tamam da, bu yazının başlığını ne koysam yahu? Sahi, ne koysam?
Bu aralar gorulen ruyalari kaydetmekte fayda var.
YanıtlaSilGunun yogun ve karisik gecmis, kitaplari iade edemedigini dusundum. Bir de sunu hatirladim. Ucumuz kitap almistik. Ben o gun 3 tane aldigim kitaplardan hicbirini okumadim.
Boyle yazilara ben eger uzerinden epey (bu nasil yazilir hakkaten?) zaman gecmisse haftalik rapor adi veriyorum.
Yazida bana gonderme yapmissin. Ben yine de yorum yazacaktim. Iyi bakmaya calisiyorum. Zukkumm yorumuna sevinemedim :)))
Selamlar, sevgiler!
Selam Jardzy. Kaydetmeye kalksam yalnızca bu aralar gördüklerimi değil, 365 gün gördüklerimi kaydetmem lazım gelir. Gecede ortalama yirmi rüyadan hesap edersek yılda yedi bini aşkın rüya demektir ki bunun için epey hacimli bir rüya defteri tutmam gerekir. Nasıl bir bilinçaltıysa bu... :))
Sil***
Demek kitapları henüz okumadın. Üzüldüm. Çünkü kitapları sana ben önermiştim, yanlış mı hatırlıyorum? Galiba en az birini ben önermiştim. Fakat bir yandan da ziyanı yok, her alınan kitap oracıkta okunacak değil. Bende okunmayı bekleyen kitapları bir görsen...
***
Ne nasıl yazılır, vallahi anlamadım? :))
***
Demin bir kez daha baktım zukkumm'un profiline, bir video yüklemiş, çok güldüm. :)) Yorumumda geri adım atmıyorum. :)
Bizden de selamlar, sevgiler...