Ben tanışlarından biriydim gecenin.
Yağmurda düşüp yollara yağmurda döndüm.
En uzak ışıklarına yürüdüm kentin.
Daldım kentin en sıkkın sokaklarına.
Nöbetteki bekçinin yanından geçtim
Ve başımı eğdim, neyimeydi benim konuşma.
Durdum sessizce ve durdu ayak sesleri sessizce
Uzaklardayken kesik bir haykırış
Başka bir sokaktan ulaştı evler üzre;
Ama bu ne 'geri dön' diyeydi ne de 'hoşça kal' :
Daha uzaklarda, belki de göklerde
Göğe karşı bir saat ışıl ışıl
Dedi 'ne doğru ne de yanlıştır zaman dediğin'.
Ben de tanışlarından biriyim gecenin.
Robert Frost
Çev.: Suphi Aytimur
29 Mayıs 2017
23 Mayıs 2017
Mevsimlik
Baharın bu yıl gelmeyeceği söylentileri var. Havalarda son yıllarda pek görülmedik bir tuhaflık. Bir gün bakıyorsun günlük güneşlik, öbür gün bakıyorsun kıştan kalma. Öte yandan hemen her gün yağmur, bazen on beş dakika, bazen iki saat. Karadeniz'e döndü buralar, diyenlerin sayısı az değil. Bugün epey soğuktu. Gördüğüm herkes üşüyordu. Şu an hem soğuk hem de dışarıda sağanak yağıyor. Hazirana bir hafta kaldığı ancak bilimsel olarak ispatlanabilir. Sahiden de bahar gelmeyecek gibi.
Eğer bahar gelmezse yaz da gelmeyecek demektir, zira ilkokul duvarlarındaki mevsim şeritleri yazın hep baharın ardından geldiğini söylerler. Mustafa bugün yakınıyordu: Şunun şurasında güze ne kaldı? Doğru. Doğru olmasına doğru da bizim memleketin yazı –mesela Antalya'yla karşılaştırdıkta– zaten bir ay, hadi baharına da bir de, kaldı geriye on ay. Bunun tertemiz dört ayı kış. Hem de gönlünce kış. Kalan altı ayınsa bir kısmı güz, bir kısmının ne olduğunuysa kimse bilmez etmez.
Keşke Avustralya ya da Yeni Zelanda'da bir evim olsaydı. Eh, oralar uzak diyarlar tabii, olmuşken bir de uçağım olsaydı, buralara güz geldi mi atlardım, ver elini yazlığım. Hayal kurmak bedava. Dilin kemiği yok, demişler ama asıl beynin kemiği yok. Bereket versin, bu hayal kurma denen şey var, yoksa nice olurdu halimiz?
Eğer bahar gelmezse yaz da gelmeyecek demektir, zira ilkokul duvarlarındaki mevsim şeritleri yazın hep baharın ardından geldiğini söylerler. Mustafa bugün yakınıyordu: Şunun şurasında güze ne kaldı? Doğru. Doğru olmasına doğru da bizim memleketin yazı –mesela Antalya'yla karşılaştırdıkta– zaten bir ay, hadi baharına da bir de, kaldı geriye on ay. Bunun tertemiz dört ayı kış. Hem de gönlünce kış. Kalan altı ayınsa bir kısmı güz, bir kısmının ne olduğunuysa kimse bilmez etmez.
Keşke Avustralya ya da Yeni Zelanda'da bir evim olsaydı. Eh, oralar uzak diyarlar tabii, olmuşken bir de uçağım olsaydı, buralara güz geldi mi atlardım, ver elini yazlığım. Hayal kurmak bedava. Dilin kemiği yok, demişler ama asıl beynin kemiği yok. Bereket versin, bu hayal kurma denen şey var, yoksa nice olurdu halimiz?
22 Mayıs 2017
La Soledad
“Solitude is fine but you need someone to tell that solitude is fine.”
―Balzac
Sabah evden çıktığımda bir saattir yağan sağanak yağmur dinmeye yüz tutuyordu. Evde iki şemsiye vardı, ikisi de bozuktu. (Çoğunlukla düz bir mantıkla düşündüğümüzden ötürü iki yarımın hep bir tam ettiği yanılgısı içindeyizdir. Halbuki öyle olmadığını bugün bu şemsiyeler sayesinde bir kez daha anımsamış oldum. İki değil, on iki bozuk şemsiyen de olsa seni bir sağanaktan korumaya yetmeyeceklerdir, yani bir tamın gördüğü işi göremeyeceklerdir.) Neyse ki gideceğim yere varıncaya kadar yağmur gevşek davrandı da ıslanmaktan kurtuldum. Sonrasında da zaten tamamen durdu. Öğlene doğru ısınmaya başlayan hava öğleden sonra iyicene belirginleşti. Güneşlendik biraz. Kemiklerimiz ısınsın, sözleri duyuldu bir iki. Her zamanki gibi çabucak akşam oldu. Mustafa geldi. Az sonra çıktık. Ancak o zaman yağmurun tekrar başladığının ayırdına vardım. Çoğu kez olduğu gibi sokağın başında beni bırakıp gitti Mustafa. Sokağımızın ıslaklığında yürürken sabahki gidişimle şu anki dönüşüm olabildiğince ilginç geldi bana. Yağmuru sevdim. Bizim sokağımızı en çok bahar mevsiminde sevdiğimi anladım.
8 Mayıs 2017
2 Mayıs 2017
Brutal
Üçüncü Gün. Sofraya oturuyorlar. Köle kız yemeği getiriyor. Lapa kıvamında ıslakça bir yarma buğday yemeği, bir tür keşkek, etli. İlk kepçeyi efendisinin tabağına koyuyor. Yemeğe bakıyor efendi, zaten iki gündür epey durgun, iyiden iyiye değişiyor yüzünün rengi. Kusacak gibi oluyor. Kalkıp dışarı çıkıyor.
İkinci Gün. Akşam. Evde sessizlik var. Kadın et doğruyor. Yarınki yemeğe katsın diye hizmetçi köle kıza verecek. Kocası dünden beridir düşünceli. Şimdi de gözünü karısının elinden alamıyor. Kadın onun ete baktığını sanıyor. Aldanıyor. Aldırmıyor ama. Adam bıçağa bakıyor.
İlk Gün. Brutus, manevi babası Julius Kaesar'ı bıçakladıktan sonra avluya koştu. Duvarın dibindeki bir testide yarıya kadar dolu su vardı. Bıçağı iyicene yıkayıp kandan arındırdı. Testideki kanlı suyu zeytin ağacının dibine döktü. Götürüp bıçağı mutfağa bıraktı. Derhal evden çıkıp Senatus'un yolunu tuttu.
İkinci Gün. Akşam. Evde sessizlik var. Kadın et doğruyor. Yarınki yemeğe katsın diye hizmetçi köle kıza verecek. Kocası dünden beridir düşünceli. Şimdi de gözünü karısının elinden alamıyor. Kadın onun ete baktığını sanıyor. Aldanıyor. Aldırmıyor ama. Adam bıçağa bakıyor.
İlk Gün. Brutus, manevi babası Julius Kaesar'ı bıçakladıktan sonra avluya koştu. Duvarın dibindeki bir testide yarıya kadar dolu su vardı. Bıçağı iyicene yıkayıp kandan arındırdı. Testideki kanlı suyu zeytin ağacının dibine döktü. Götürüp bıçağı mutfağa bıraktı. Derhal evden çıkıp Senatus'un yolunu tuttu.
1 Mayıs 2017
Hayat tek bir fotoğrafa sığar mı?
Sığmaz bence. Fakat öyle bir an yakalarsın ki bütün bir hayatın özetidir. Gelgelelim kaç kez yakalanır böyle bir an? Diyelim yakaladın, bu senin hayatının ânı mı olacak, bir başkasınınki mi? Seninkiyse, o ânı çekecek biri o esnada orada hazır bulunacak mı? Başkasınınkiyse, çekmek için sen hazır olacak mısın, mesela yanında fotoğraf makinesi bulunacak mı? Kanımca derin mevzular bunlar.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)