Henüz manastırda öğrenci olan bir Hazar düş okuyucusu, kendisine armağan edilen bir vazoyu hücresinde bir yere koydu. Akşam yüzüğünü içine koydu. Ama ertesi sabah almak istediğinde bulamadı. Elini boşuna vazoya sokup duruyordu. Dibine dokunamıyordu bir türlü. Şaşırttı bu durum onu, çünkü vazo kolu kadar uzun gözükmüyordu. Kaldırdı, ama altı dümdüzdü vazonun ve başka hiçbir yerinde de ağzı yoktu başka herhangi bir vazoda olmadığı gibi. Bir sopa aldı ve dibine dokunmaya çalıştı, ama yine başaramadı; vazonun dibi gizleniyordu sanki. Şöyle düşündü kendi kendine: ‘Bulunduğum yer benim sınırımdır’ ve hocası Mukaddesi el Sefer’e giderek böyle bir olayın ne anlama geldiğini sordu. Hocası bir çakıl taşı aldı, bunu vazoya attı ve saydı. Yetmişe geldiğinde kabın içinden bir dalma sesi geldi, suya bir şey düşmüştü sanki ve şöyle konuştu:
“Vazonun ne anlama geldiğini sana açıklayabilirdim, ama önce bunun yararlı olup olmadığını sor kendine. Bunun ne anlama geldiğini sana söyler söylemez, vazo senin için ve öbürleri için şimdikinden düşük bir değere sahip olacak. Gerçekten de değeri ne olursa olsun, her şeyin değerinden daha yüksek olamaz. Ve ben sana ne olduğunu söyler söylemez, olmamış olduğu her şey olmayacaktır artık ve dolayısıyla şimdi olduğu da olmayacaktır artık.”
Öğrenci bunu haklı bulunca hocası bir sopa aldı eline ve vazoyu kırdı. Şaşıran genç adam verdiği bu zararın nedenini sordu ve hocası da şu karşılığı verdi:
“Zarar, eğer kırmadan önce bu vazonun ne olduğunu sana söyleseydim olurdu. Ama mademki şimdi ne işe yaradığını bilmiyorsun zarar söz konusu değildir, çünkü vazoyu hiç kırılmamış gibi kullanmaya devam edeceksin…”
Gerçekten de uzun zamandır yok olmasına rağmen hâlâ kullanılıyor vazo.
Milorad Pavić, Hazar Sözlüğü.
İlginçmiş... Sevgiler...
YanıtlaSilEvet, bana da çok ilginç geldi. Sevgiler...
Sil