18 Aralık 2007

On yılda oldu bitti

Ne geldiyse benim başıma, şu son on yılda geldi aslında. Bunun farkındayım ve küçük bir çocukken zavallı annemi ne kadar zor durumda bıraktığımı anlıyorum şimdi. Bundan on-on beş yıl önceydi, babam bir harita getirip odamızın duvarına asmıştı. Annem bulunduğumuz ilçeyi göstererek, “Biz buradayız oğlum,” demişti. O bunu der demez, ben de zavallı kadını eli kolu bağlı bırakan sorumu sormuştum, “Anne biz nasıl buradayız? Biz buranın neresindeyiz?”

Rengarenk bir haritaydı. Mavi, yeşil, kırmızı, turuncu, sarı… Yalnız, kenarlarda beyaz ve maviler vardı. Ben ne olduklarını anlamazdım. Anneme kalırsa, onlar denizler ve başka devletlerdi. İyi de devlet ne demekti?

Sovyetler Birliği, Yunanistan, Bulgaristan, İran, Irak, Suriye. Hepsini ilk o zamanlar duymuştum. Sonra, anlamını hiç bilmediğim İran-Iraklar, İsrail-Filistin'ler, Rusya-Afganistan'lar, Peru-Ekvador'lar vardı.

Ne geldiyse benim başıma, şu son on yılda geldi. Bunların hepsinin anlamını son on yılda öğrendim işte. Hem de anneme gerek duymadan. Hem de bir daha hiç unutmayacağım şekilde. Annemin bin bir güçlükle bana öğrettiklerini de yanlış çıkarıyordu son on yıl. Annem bana Sovyetler Birliği’ni, o haritanın karşısında ne güçlüklerle anlatmıştı, ama orta okul tarih öğretmenim Sovyetler’in artık olmadığını, parçalandığını söylüyordu. Lisedeki tarihçiye göreyse Amerika Sovyetleri küçük parçalara ayırarak, dünyanın tek jandarması olmaya çalışıyordu. Tüm bunların ortasında kalan ben zavallı... Hangi birine inansaydım. Bir tarafta annem, diğer tarafta her biri ayrı şeyler söyleyen öğretmenlerim.

Şu son on yılda karar verdim, hangisine inanacağıma. O yüzden, ne olduysa son on yılda oldu. Önceleri, biz küçükler annemizin elinden tutar, muhtarın nevine telefon etmeye giderdik. Bu durum ayda yılda bir olurdu. Öyle her istediğiniz zaman telefon edemezdiniz. Mesela, bir teyzeniz olurdu başka bir yerde, anneniz ona telefon etmeye giderken, siz de eteğinden tutup giderdiniz muhtarın evine. Köyün tek telefonu muhtarın evindeydi çünkü. Babalarımız daha şanslıydı annelerimize nazaran. Onlar şehre giderdi çünkü. Orada çok telefon vardı.


İşte ne olduysa şu son on yılda oluverdi. Ben daha köyü, şehri yeni yeni algılamaya çalışıyorken, karşıma metropol, megalopol denen yerler çıkıyordu. Coğrafya hocamız daha neler söylüyordu neler. Son on yılda telefondu, “cepti”, internetti, chat'ti, neler çıkmıyordu ki. Artık teyzenizi görmeye muhtarın evine gitmeye gerek yoktu. Kameralı cep telefonları, messenger denen gayet yetenekli internet programlarıyla “özlemler de bitiyordu” ve teyzenizle, dünyanın neresinde olursa olsun, görüntülü, sesli sohbet edebiliyordunuz. Ve bunların sayesinde, değil muhtarın evine, komşunuzun evine bile gitmiyordunuz. Bırakın gitmek, tanımıyordunuz bile komşunuzu. Bu aletler sizi öylesine bağlıyordu ki, asosyal bir varlık oluveriyordunuz. Hem dışarıda da fazla ilgi çekici bir şey kalmıyordu zaten. Dünya küçücük bir köy oluyordu. Ne olursa olsun şu son on yılda oluveriyordu.

Eskiden bir köyümüz vardı, birçok köyümüz vardı yurdun her tarafına serpilen. İrili ufaklı şehirlerimiz vardı sonra. Bu köylerimizin, şehirlerimizin her birinde teyzelerimiz, amcalarımız, kuzenlerimiz vardı, on yılda bir gördüğümüz. “Orda bir köy vardı uzakta”. Gitmesek de, kalmasak da o köy bizim köyümüzdü. Şarkılarımızı söylerdik, sadece bize ait olan, annemizin yaptığı çörekleri yerdik, kimsenin bilmediği. Ve biz vardık.

Sonra ne olduysa şu son on yılda oldu. Sayısını bilmediğimiz köylerimiz, kasabalarımız, şehirlerimiz ve dahi biz ve o Yunanistanlar, o Sovyetler, o İranlar, o denizler, tek bir köyün içine sokulup kalıyorduk. Artık köylerimiz, uzaktakilerimiz yoktu. Hepimizin ortak bir globo-köy'ü vardı şimdi.

Ve şu on yılda yoklarımız olmaya başlıyordu yavaş yavaş. Çöreklerimiz, peynirlerimiz, peynirli çöreklerimiz… Yoktu. Yerini cola'ydı, burger'di, cips'ti, coffee'ydi, hiç bilmediğimiz şeyler alıyordu. Direnmeye çalışıyorduk ama değişip tekrar çıkıyorlardı karşımıza. Kimi Turka'laşıyordu, kimi Alaturka'laşıyordu. Sabahları fırından çıkıp sıcak sıcak, şehrin her yerinde yerini alan simitlerimiz bile geleneksel fast food oluyordu.

Şu son on yılda oldu, ne olduysa. Bizim şarkılarımız bir şey ifade etmiyordu artık. Kendimizi zorlayıp dinlemeye çalışıyorduk kimi zaman ama olmuyordu. "Yapabileceğimiz her şekilde" yapıyorduk ama bir türlü olmuyordu. Bizden biri, Every way that I can diyerek, yüreğimizi öyle bir kabartıyordu ki, hepimiz onunla gurur duyuyorduk, ne dediğini anlamasak da. Anlamak o kadar önemli miydi? Neticede bizim aramızdan çıkmıştı, bizden biriydi o.

Şu son on yılda çok garip şeyler oldu. Hepimiz aynı memleketin insanları olduk. Fransızlar “ulusal vatandaş” olalı daha 200 yılı yeni geçiyordu ki, hepimiz; biz ,siz, onlar, Fransız, İngiliz, Bulgar, hepimiz aynı köyün “küresel vatandaşları” oluyorduk.

Ne olduysa şu son on yılda oldu. Ve işte bazılarımız hâlâ ne olduğumuzu anlamaya çalışıyorduk.

2 yorum:

  1. Hi Cagan.. I do not understd anything.. pls teach me some turco..

    YanıtlaSil
  2. That is too naturally that you do not understand. Because you do not know the language that this essay writen..

    YanıtlaSil

Yorumunuzda bir web sayfasına bağlantı vermek istiyorsanız buraya bakabilirsiniz.

Yorumlarla ilgili notlar için buradaki sayfanın sonuna bakabilirsiniz.

Sayfa başına git