26 Ağustos 2011

Tozkoparan

Okuyalı daha bir iki yıl oldu sanıyordum ama altı yılı bile geçmiş. Zaman nasıl geçiyor. Norveçli yazar Thorvald Steen'in Tozkoparan adlı romanını Marmaris'te D&R'da bakınırken görmüştüm. Kapaktaki, Bir Selahaddin Eyyubi Romanı yazısını görmesem, ne yalan söyleyeyim, dikkatimi çekmeyecekti. Steen'in adını da ilk kez duyuyordum zaten. O zaman iki solukta okuduğum bu romanı, önceki gün Edgü'nün Eylülün Gölgesinde Bir Yazdı'sını bitirir bitirmez, ne okusam diye düşünürken, hazır eskiden okuduklarımı tekrar okuma hevesi uyanmışken, Tozkoparan'ı bir kez daha okuyayım, diyerek elime aldım ve bu kez tek bir solukta okudum.

Olağanüstü akıcılıkta yazılan romanı, Norveççe aslından çeviren usta çevirmen Deniz Canefe'nin bir o kadar enfes çevirisiyle okumak insanın ağzında lezzetli bir tat bırakıyor.

Romanın iki ana kahramanından biri Oslo'lu şair Erik Lindholm, diğeri ise Selahaddin. Kudüs'ün fatihi, İslam ordularının komutanı, Avrupalı rakiplerinin bile hayranlık ve saygısını kazanmış, benim de, her zaman kahramanım, dediğim insanlardan biri.
via
İki kahramanın öyküsü, arada sekiz yüz yıllık bir zaman olsa da bir şekilde birbirine karışıyor. Yazarlar Birliğinden kazandığı bir tatil armağanıyla Lizbon'a giden Erik Lindholm orada İngiliz gazeteci Cecilia'yla tanışır ve gönlünü ona kaptırır. Kayıp bir kızla ilgili kızın akrabalarıyla röportaj yapmak üzere Lizbon'a gelmiş olan Cecilia, diğer bazı akrabalarıyla da konuşmak üzere bu sefer Şam'a gidince Erik dayanamaz, onun ardına düşer. Şam'da eline Selahaddin'i anlatan eski bir kitap geçer. Ve işte, artık şiir yazma yetisini de neredeyse kaybetmişken, o güne kadar hiç tanımadığı, Doğuda epey saygı duyulan bu adamın hayatını araştırıp hakkında bir roman yazmaya karar verir.

Erik, Cecilia'nın aşkına kanmış, onunla beraber gidip İngiltere'ye yerleşmeye karar vermiştir. Oslo'daki karısını, küçük kızını bir kalemde silmiş gibidir. Zaten kendisi tatildeyken karısı Anne telefona telesekreter kurmuş olduğu için Anne'nin onu aldattığına iyiden iyiye ikna olmuştur. Oysa Cecilia'nın derdi doğacak olan çocuğuna bir baba bulabilmektir. Ne var ki, son anda vaz geçer. Kendisine Londra bileti almışken Erik'e Frankfurt aktarmalı bir Oslo bileti alır. Bundan ancak havaalanında haberdar olan Eric Oslo'ya varınca karısının kanser olduğunu öğrenir. Gerçekleşmeyecek hayalleri kovalamanın beyhude olduğunu anlar, hayatına karısı ve kızıyla kaldığı yerden devam etmeye karar verir ve artık şiiri bir kenara bırakıp Selahaddin’in romanını yazmaya girişir.

Norveçli şair Erik ve İngiliz gazeteci Cecilia, tam anlamıyla günümüz Batı insanının birer portresi. Saygın birer meslek sahibi, ekonomik anlamda herhangi bir sorunu olmayan, diğer birçok maddi konuda doyuma ulaşmış, sosyal ve müreffeh Avrupa devletlerinin birer vatandaşı. Fakat bir taraftan da bu portre iç dünyasında büyük boşluklar taşıyan, sahip olduklarıyla ancak bir yere kadar mutlu olabilen, hep bir tür manevi arayışta olan Batı insanının portresidir. Hoş, günümüzde Doğu insanının mutlu olduğu da pek söylenemez ya.

Thorvald Steen (via)
Steen’in anlattığı sadece Erik’in şahsında Batılı insanın öyküsü değil elbette. Bir de Yusuf Selahaddin’in öyküsü var ki, asıl romanı roman yapan da odur. Selahaddin, Haçlı ordularının Kudüs’ü Müslümanlardan almalarından hemen hemen yüz yıl sonra onlardan geri alarak adını tarihe yazdırmıştır. Gelgelelim Sultan Selahaddin’in bu kutsal şehri Avrupalı Hıristiyanlardan alırken onlara zafer sahibi bir Kral havasıyla değil de, düşmanın hakkını, hukukunu gözeten bir insan edasıyla davranmış olması Avrupa tarihinde hep söylenegelmiştir ve işte bu nedenledir ki Dante, İlahi Komedya’sında Cennete girmesi gereken yegâne müslümanın Selahaddin olduğunu dile getirir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuzda bir web sayfasına bağlantı vermek istiyorsanız buraya bakabilirsiniz.

Yorumlarla ilgili notlar için buradaki sayfanın sonuna bakabilirsiniz.

Sayfa başına git