3 Haziran 2015

Yağmurlu bir akşam, denizde şarkı söylüyor martılar

Metroya girdiğimde yağmur çiselemeye başlamıştı. Merdivenlerden inerken, "Eve varana değin bu yağmur başlayıp bitmiş olur," diye geçirdim içimden. Saat altı civarıydı, metro çok kalabalıktı. Bu saatte pek gözükmem buralarda, bazen böyle denk geliyor işte. Kalabalığa rağmen yer bulabildim, şanslıymışım bu akşam. Oturur oturmaz çantamı açıp kitabımı çıkardım. Bir de baktım içerisi birkaç saniyede tıklım tıklım dolmuş. Bereket versin, gözüme bir yaşlı ilişmedi, çok yorgundum çünkü, kalkıp yer vermek zorunda kalacaktım. Aferin yaşlılara, akşam akşam ortalıkta dolaşıp da ne yapacaklar? Hemen solumda oturan iki amcayı görmezden geliyorum tabii.

Tren hareket etti, ben kitabıma daldım. Önümde, babasının yanında duran bir çocuk beni süzüp duruyor. Belli ki kitap okuyan birini bu kadar yakından görmemiş garibim. Evlerinde kitap olmadığına kalıbımı basardım. Kızılay - Batıkent tamı tamına yirmi beş dakika sürer. Nasıl geçti anlamadım, kitabım iyiydi demek ki. Bir baktım, herkes hareketlenmiş, gelmişiz, ama solumda oturan amcaların kalkmaya niyetleri yoktu anlaşılan, "Batıkent'e geldik mi?" diye sordu biri, "Evet," dedim gülerek, "oturmak iyi geldiyse Kızılay'a dönecek bu tren." Arkadaşı da güldü.

İnip karşıya geçtim yolcuların çoğu gibi. İkinci tren geldi, yağmur epey keyifli anlaşılan, camlar ıpıslak. Bu trende yer bulamadım maalesef. Bu da bazen on dört, bazen on beş dakika sürer. Ayakta kitabıma devam ettim. Yorgunluğuma çantanın ağırlığı eklenmeyeydi iyiydi. 

İndim. Yağmur devam ediyordu ama şiddeti hakkında dışarı çıkmadan bir şey söylenemezdi. Merdivenleri inip kapıya vardım. Baktım, orta karar bir yağmur. Şemsiyesizler kapıda yağmurun dinmesini bekliyorlar. Kadının biri evi arayıp şemsiye getirmelerini istiyor. Şemsiyesi olanlar tam çıkış kapısına geldiklerinde öyle bir gururla şemsiyelerinin düğmesine basıyorlar ki, görülmeye değer. "Akıllılık edip siz de şemsiyenizi yanınızda taşısaydınız, hımm!" diyorlar içlerinden. Böyle durumlarda insanın içinden bir şeyler geçer ama geçmekle kalır; ne diyebilirsin ki, vatandaşın şemsiyesi var son tahlilde. 

Kapıda durup bir durum analizi yapmaya çalıştım. Beklesem mi, beklemesem mi? Bu yağmuru beklesem de mi izlesem, beklemesem de mi ıslansam, diye bir şeyler geveledim içimden. Sonunda, eğer bu yağmurun dinmesini beklersem dakikalarca, belki bir saat bekleyebilme ihtimalimi sevebileceğimi düşündüm ve kararımı oracıkta verdim. Vurdum kendimi yağmura. Hem zaten yağmurda ıslanmak her zaman nasip olmaz diyerek de avutmaya çalıştım kendimi. Nasrettin Hoca'nın yağmurlu fıkrası ise eve gelince aklıma gelecekti. 
_
Yağmur bildiğin sağanak halinde yağıyordu. Maşallahı vardı. Büfeye kadar ilk etabı fena atlatmadım gene de. Ekmek aldım. Islanmasın diye ikinci bir poşet de istedim tabii. Elimde çantam ve ekmeğim, tekrar gaza bastım. Karşıya geçtim. Her zaman gittiğim yol su doluydu, ayaklarımı ıslatmaktansa yolu değiştirmeyi daha iyi buldum ve derhal birkaç adım geri dönüp kaldırım boyunca yürümeye başladım.

Eve vardığımda nasıl bir halde olduğum merakıyla hemen aynanın önüne koştum. Fakat hiçbir şey göremedim. Ne olduysa, gözlüğümü çıkarmam gerektiğini akıl ettim. Çıkardım. Kurutup tekrar taktım. Ne göreyim, balıkla insan arası bir acayip canlı. Sanırsın üstündeki kıyafetle havuza düşmüş. Öyle yani. 

Sonuç olarak yağmurun iyi bir şey olduğunda karar kıldım.

4 yorum:

  1. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Selam Aze. Arada yağmurda ıslanmanın iyi olduğu fikrine kesinlikle katılıyorum, varacağımız yerin çok "sıcak" olduğu söyleniyor. :)
      Sevgiler...

      Sil

Yorumunuzda bir web sayfasına bağlantı vermek istiyorsanız buraya bakabilirsiniz.

Yorumlarla ilgili notlar için buradaki sayfanın sonuna bakabilirsiniz.

Sayfa başına git