Bir kitabı okumaya başlayacağı zaman ilkin kaç sayfa olduğuna bakar hani. Tutalım 167 sayfadır. Ardından ilk yaprağından çevirmeye başlar. Diyelim bu ilk yaprak bomboştur, her iki yüzünde de bir şey yoktur. İkinci yaprağın ön yüzünde yazarla çevirmenin kısa birer yaşamöyküsü vardır, arka yüzüyse gene boştur. Üçüncü yaprağın ön yüzünde yalnızca yazarla kitabın adı, arkasındaysa künyesi yazılıdır. Bir sonraki yaprakta kitapla yazarın adı bir kez daha vardır ve arka yüzü bir kez daha boştur. Arka yüzü gene boş olan beşinci yaprağın ön yüzünde diyelim tek bir cümle vardır, o da yazarın kitabı adadığı birilerinin adıdır. Bunun aynısı olan altıncı yaprakta diyelim yazarın sevdiği birilerinden alıntıladığı bir epigraf vardır. Bundan sonraki yaprakta da diyelim ki birinci bölümün adı yazılıdır yalnızca. Etti mi yedi yaprak, on dört sayfa. Bu, kitap aslında birinci değil, on beşinci sayfadan başlıyor demektir ki tamamının da 167 değil, 152 sayfa olduğu anlamına gelir. Kitap boyunca karşılaşacak diğer olası boş sayfalar da cabası. Ne kadar şanslı sayar kendini insan. Bugün değilse yarın bitiririm ben bunu, der kendine, hem de sindirerek iyice. Kitabın hikâyesine zaten dahil olmayan o ilk on dört sayfayı okumuşçasına bir yol gururlanır.Evet, insan bazen durup dururken düşünüyor bunu sahiden. Yaşantılarım da böyle başlasa, diye geçiriyor içinden, "birinci sayfasından değil de şöyle on beşinci sayfasından. Aralarda da atlamamı sağlayacak boş sayfalar, resimli sayfalar filan olsa...
Gelgelelim hayat bunu yapmaz çoğu kez. Kapağı çevirir çevirmez, üstelik de küçük puntolarla, baştan sona dolu bir sayfayla başlar çoğu yaşantımız. İşin zor yanıysa onu her halükârda yaşayacak zorunda oluşumuz.