18 Kasım 2020

Bloğuma yazamıyorum, ne yapmalıyım hocam?

Bloğunu boşlayanların, istediği gibi yazamayanların, çok istediği halde yazamayanların, eskisi kadar hevesle yazamayanların, yazmak için vakit bulamayanların, kafasını toparlayamayanların sayısı az değil bloglar âleminde. Naçizane, bunca yıldan edindiğim tecrübeye dayanarak bunun gayet olağan bir durum olduğunu, her blogger'ın başına zaman zaman geldiğini söylemek isterim. Kendine bir blog açıp bu yolculuğa çıkmış kişiye bunları peşinen kabullenmesi gerektiği söylenmelidir. Kaldı ki bu yalnızca blogcuların değil, yazmaya bir biçimde bulaşmış herkesin yaşadığı bir sorundur.

Bu tür tıkanma durumlarında üzerinde ilk durulacak nokta, yazılacak bir şeyin olup olmadığıdır. Öyle ya, blog yazmaya karar verdiğinde yazacağı konuları kafasında biriktirmiş biri, bunların hepsini yazıp bitirdiğinde kendini birden boşlukta bulacaktır. İşte bu boşluk bir yol ayrımıdır. Ya blog macerası burada sona erecek ya da kahramanımız yeni konuları, ilgi alanlarını beklemeye koyulacaktır. Gelgelelim bu durum söz konusu değilse, yani sözünü ettiğimiz, "yazacağım her şeyi zaten yazdım" noktası değilse fakat buna rağmen tıkanmışsa o zaman sorunun kaynağını başka yerde aramalıdır.

Blogcunun kendisinden beklentisi nedir? Bu yolculuğa çıkarken ne aralıkla yazacağını kendine söylemiş midir? Bir başka deyişle, yazma potansiyelinin farkında mıdır; günde bir mi yazacaktır, ayda bir mi? Hatta üç ayda bir mi? Eğer ki blogcu bu sorunun cevabını kendine verebiliyorsa tıkandığında tıkanmanın kaynağını bulması kolaylaşır. Haftada bir yazı kotarabileceğini düşünen, kendinde o potansiyeli gören ya da zaten bunu önceden yapmış olan bir blogger diyelim bir aydır, iki aydır yazamıyorsa o zaman ortada sorun var demektir. Ama yok, baştan beri mesela hep ayda bir yazmışsa, şimdiyse ritim iki ayda bire düşmüşse bunun bir sorun olduğu söylenemez.

Diyelim bir zamandır bir bloğunuz var, bir yıldır veya beş yıldır; bir de belli bir yazma hızınız var, haftada bir veya ayda bir; şimdiyse bir süredir tekliyor, eski hızınızı yakalayamıyorsunuz, ne yapmalısınız? Bu durumda bir arabanız olsaydı nasıl bir süreç işlerdi mesela? Bir süredir tekleyen bir araba karşısında tamircinin ilk yapacağı şey, teklemenin kaynağını bulmaya çalışmaktır. O halde bir blogger da bir süredir tekliyorsa bunun kaynağını bulmaya çalışmalıdır.

Çoğu dallı budaklı pek çok konuda yazıyor olsa da bir blog yazarını yazmaya güdüleyen esas bir etmen vardır. Örneğin kimisi yaptığı çalışmalar, ürettiği ürünler hakkında insanlara bilgi vermek için yazıyordur, kimisi hayat karşısındaki memnuniyetsizliğini içinde tutamayıp dışarıya konuşmak için yazıyordur, kimisi neşesini insanlarla paylaşmak, belki de gözlerine sokmak için yazıyordur, kimisi kendi çapında ün kazanmak için yazıyordur, kimisi yapıp ettiklerini, sözgelimi, okuduğu kitapları, izlediği filmleri yorumlamak yazıyordur, kimisi öykü, şiir gibi edebi çalışmalarını insanlara ulaştırmak için yazıyordur vs. Buradan hareketle, blog yazarı kendisini blog yazmaya sevk eden o esas itkiyi bulmalı ve o itkinin içinde hâlâ durup durmadığını sorgulamalıdır. Peki, bunu yapması yeter mi? Yetmez.

Unutulmaması gereken çok önemli bir konu var: Blogger'lık amatörce bir iştir. Amatör kelimesi Türkçede anlamını neredeyse yitirip yeni bir anlam kazandı, bugün artık acemiliğe amatörlük deniyor, oysaki gerçek anlamında amatörlük hevesle yapılan işlere denir. Hiçbir zorunluluk olmadığı halde istekle yapılan iş amatörce iştir. Çocukların toplanıp oyun oynaması amatörlüktür. Karşıtı ise profesyonelliktir. Para kazanmak için yapılan iş profesyonel iştir. Sevsen de sevmesen de o parayı kazanmak istiyorsan yapmak zorunda olduğun iştir. Blogger'lık diyorduk, amatörce bir iştir. O halde amatörce işlerin kurallarına tabidir. Nedir o kurallar? Aslına bakılırsa bir ana kural vardır, o da hevesin kendisidir. Değil mi ya, hevesi olmayan biri oyun oynamak istemez, halbuki profesyonellikte bu yoktur, pazartesi günü kim kalkıp güle oynaya işe gider ki? Mecburen gideceksin, hevesin olsa da olmasa da. O halde şuraya varalım mı: Bloğunuza bir süredir yazamıyorsanız hevesinizin kaçmış olması çok büyük bir olasılık. Dolayısıyla şimdi kendiliğinden yeni bir soru çıkıyor ortaya: Heves niye kaçar, nasıl kaçar?

Elbette hevesin kaçmasının pek çok nedeni vardır. Hem bunlar kişiden kişiye, koşuldan koşula, şehirden şehre vb. değişir de. Bir kimse nelere heves ettiğini, kendisini yaşama bağlayan bağların ne olduğunu, yaşam enerjisi dedikleri şeyi nereden aldığını en iyi gene kendi bilir. O halde böyle bir durum karşısında yapılacak şey, kaçmış olan hevesi geri getirmeye çalışmaktır.

Peki, sadece hevesin kaçması mıdır kişiyi yazmaktan kesen? Bunun tam tersini savunan bir görüş de yok mudur? Çoğu yazara, şaire, eleştirmene göre, yazan insan derdi olan insandır. Derdi olmayan yazamaz ya da kendisi zaten yazmaya yeltenmez. O vakit şöyle bir sonuca daha varalım mı: Yazmaktan kesilmiş biri olarak siz hevesiniz kaçtığı için mi yazamıyorsunuz, yoksa bir derdiniz olmadığı için mi? Bu soruya da bir cevabınız olmalı. Bu noktada da şu sorunun akla gelmesi mümkün: "Evet, benim öyle büyük bir derdim yok çok şükür, gelgelelim yazmayı da çok istiyorum." Olabilir elbette. Şayet sözünü ettiğimiz iki etmen, hevesinizin kaçmış olması ve derdinizin olmaması söz konusu değilse fakat gene de yazmak isteyip de yazamıyorsanız bunun başka bir nedeni olabilir. 

Mesela okumak? Evet, yazmak okumakla yakından ilişkilidir. Okumayan yazamaz da. İyi bir yazar çok iyi bir okurdur. Peki, siz okuyor musunuz? Kendinizi besliyor musunuz? Okuma hızınızla yazma hızınızı, okuma zamanınızla yazma zamanınızı vb. karşılaştırmayı hiç denediniz mi? Örneğin az okuduğunuz mevsimlerde az yazdığınız, çok okuduğunuzdaysa çok yazdığınız oluyor mu? Üzerinde düşünmeye bir hafta sonunuzu ayırmaya değer.

Önemli bir konuyu da atlamayalım. Marifet iltifata tabidir, demişler. Kişi, yapıp ettiği iş her ne olursa beğenilmek, takdir edilmek ister. Bloğunuza yazdıklarınız beklediğiniz kadar okunmuyorsa hevesiniz kaçabilir. Bu konuda iyimser bir şeyler söylemek isterdim ama görünen köy kılavuz istemiyor. Bugün nüfusu seksen milyonu aşkın ülkede en ünlü yazarların bile yeni kitapları bin adet basılarak yayımlanıyor. Bunu hiç unutmayın. İnsanlar artık yazı okumuyor kardeşlerim. Onu dahi geçtim, on dakikalık videoları izlemek bile insanlara zor geliyor artık, böyle bir çağdayız. Demem o ki, beklentilerinizi olabildiğince düşük tutun, bir; karamsarlığa kapılmayın, iki; kendinizi büyütmeyin, üç. Alt tarafı bir blog yazarısınız. Tevazu iyidir.

Şunu da söylemeden geçmek olmaz elbet, sakın ama sakın başkaları beğensin diye, yorum yapılsın diye yazmayın. Hiç kimse okumayacakmış gibi, denizdeki balıklara yazıyormuşçasına yazın. Balıklar için yazın, fakat yazıp bitirdikten sonra vazgeçip insanlar için yayımlayın.

Bitirmeden önce hatırlatmakta yarar var, ne kadar yazacağınız konusunu belirleyin ama kendinizi zorlamayın. Bu kadar ya da şu kadar yazmak zorunda değilsiniz. Neticede kendi bloğunuzda yazıyorsunuz, sizden haftada beş gün yazı bekleyen bir editörünüz yok. Editör de sizsiniz yazar da.

6 yorum:

  1. kendime dönmek istediğim için bloguma döndüm. öncesinde kendimden kopmamak için arada girip yazmaya çabalıyordum bir türlü olmuyordu. fakat yazdıkça yazılıyor sanırım, okunduğunda mutlu oluyorum elbette ama asıl amaç benim yazıyor, yazabiliyor olmam. bloglarımız değerli :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sigaran hâlâ yanıyor mu Elisabeth Vögler? :)

      Sil
    2. ben bile unutuyorum sanki bazen, ama yanıyor, şaşırtıcı bir şekilde hem de :)

      Sil
    3. Sağlığa zararlıdır ama ilginçtir, sigaranın hâlâ yanıyor olmasına sevindim. :)

      Sil
  2. Oh, geçen gün döşendim 3 sayfa yazı. Kimse okumasa bile nerede var böyle genişlik:)

    YanıtlaSil

Yorumunuzda bir web sayfasına bağlantı vermek istiyorsanız buraya bakabilirsiniz.

Yorumlarla ilgili notlar için buradaki sayfanın sonuna bakabilirsiniz.

Sayfa başına git