19 Eylül 2014

Nasıl Konuşmalı

Sözümün akışını bozup güzel tümceler aramaktansa güzel tümceleri bozup sözümün akışına uydurmayı daha doğru bulurum. Biz sözün ardından koşmamalıyız, söz bizim ardımızdan koşmalı, işimize yaramalı. Söylediğimiz şeyler, sözlerimizi almalı, ve dinleyenin kafasını öyle doldurmalı ki artık kelimeleri hatırlayamasın. İster kâğıt üstünde olsun, ister ağızdan, benim sevdiğim konuşma, düpedüz, içten gelen, lezzetli, şiirli, sıkı ve kısa kesen bir konuşmadır. Güç olsun, zararı yok; ama sıkıcı olmasın; süsten, özentiden kaçsın, düzensiz, gelişigüzel ve korkmadan yürüsün. Dinleyen, her yediği lokmayı tadarak yesin.
 (...) 
Söylev sanatı, insanı söyleyeceğinden uzaklaştırıp kendi yoluna çeker. Gösteriş için herkesten başka türlü giyinmek, gülünç kılıklara girmek nasıl pısırıklık, korkaklıksa, konuşmada bilinmedik kelimeler, duyulmadık tümceler aramak da bir medreseli çocuk çabasıdır. Ah, keşke Paris'in zerzevat çarşısında kullanılan kelimelerle konuşabilsem.
 Montaigne, Denemeler.

8 Nisan 2014

Körü Körüne İnanmak

Öyle köylüler biliyorum ki ayaklarının altını yakmışlar, bir tüfeğin tetiği altında parmaklarının ucunu ezmişler, başlarını cendereye sokup gözlerini kan içinde dışları fırlatmışlar, yine de ağızlarından söz alamamışlar.
Bir tanesini gözümle gördüm: Ölmüş sanarak bir çukura atmışlardı; boynundaki ip hâlâ duruyordu; bu iple onu bütün gece bir atın kuyruğuna bağlayıp sürüklemişlerdi. Öldürmek için değil, salt eziyet etmek için, yüz yerine hançer saplamışlardı. Kendisiyle konuştum; bütün bunlara katlanmış, sonunda da kendini kaybetmiş; istedikleri sözü söylemektense, bin kez ölmeyi göze almış. Çektiği acılar yanında ölüm hiç kalırdı. Hem de bu adam o semtin en zengin çiftçilerinden biriydi. Nice insanlar kendilerinin olmayan inanışlar için, başkalarından aldıkları, ne olduğunu bilmedikleri fikirler için ses çıkarmadan diri diri yanmışlardır.
Montaigne, Denemeler
Çeviren: S. Eyüboğlu

27 Şubat 2013

Platon'un Yeni Bir Eseri Bulundu

Sabah bakkaldan ekmek ve gazete alıp eve giderken her zaman yaptığım gibi gazeteyi açıp yolda okumaya başladım. İlk sayfaya bakıp da sürmanşeti görünce donakaldım. Okuduğum haber karşısında ne kadar şaşırdım bilemezsiniz. Şöyle yazıyordu: Platon'un yeni bir kitabı bulundu. Hemen tüm dikkatimi habere verdim. Şöyle yazıyordu:
Ünlü filozof Platon'un yeni bir eseri keşfedildi. Ankara'da kazı çalışmaları yürüten Alman arkeoloji ekibi on gün önce el yazması bir kitaba ulaştı. Kitabı inceleyen arkeologlar bunun en az 2000 yıl önce yazılmış olduğunu söylediler. Ankara Üniversitesi DTCF'den bilim adamlarının da katılımıyla yapılan kapsamlı incelemede, eserin felsefe tarihinin en büyük filozoflarından Platon'a ait olduğu ortaya çıktı. Kitap daha sonra Amerika'daki Uluslararası Platon Araştırmaları Kürsüsü'ne gönderildi. Burada yapılan inceleme sonucunda da eserin Platon'a ait olduğu doğrulandı. Kürsü Başkanı Profesör Jeffry McKenzy yaptığı basın toplantısında, Ankara'da devam eden bir arkeoloji kazısı sırasında Platon'a ait yeni bir eserin bulunduğunu, kendilerinin de bunu büyük bir şaşkınlık ve inanılmaz bir heyecanla karşıladıklarını belirtti. McKenzy, eserin M.Ö. 390'lı yıllarda yazıldığını, en önemlisi de deneme türünde bir eser olduğunu dile getirdi.
Konu, edebiyat çevrelerinde de büyük yankı uyandırdı. Çünkü şimdiye kadar deneme türünün babasının Montaigne olduğu biliniyordu. Bulunan bu kitapla birlikte artık denemenin babası olarak Platon'un anılacağı belirtildi.
İsveç Akademisi de, bu büyük olaydan dolayı Nobel Edebiyat Ödülü'ne, ödül tarihinde bir ilk olarak edebiyatçı olmayan birinin de aday gösterileceğini belirterek, kazı ekibinin başkanı arkeolog Hans Grünberg'in önümüzdeki günlerde toplanacak Akademi kurulunca Nobel Edebiyat Ödülü'ne aday gösterileceğini belirtti.
İnandınız mı? Durun durun, hemen inanmayın. Hepsini kafamdan uydurdum. Öyle bir haber yok. Sabah eve gelirken yolda haber falan da okumadım, gazetenin arka sayfasındaki çıplak mankene baktım sadece. "Dişiliği öne çıkaran tasarımların yarıştığı defileye, çapraz askılarıyla dikkat çeken mavi bikini damgasını vurmuş". İnanır mısınız, bu kadar önemli bir haber gazetenin en son sayfasına konulmuş. Hem de kısacık bir paragrafla geçiştirilerek. Tanrım, bu ülkede ne zaman gerçek gündem manşetlere taşınacak?

Okuduğunuz uydurma haber şayet gerçek olsaydı elbette çok şaşıracaktım, ancak bugün öyle bir şeyle karşılaştım ki bu tür bir haber karşısında bile bu kadar şaşırmazdım herhalde. Doğrusunu isterseniz bir taraftan da pek şaşırmadım. Bu ülkede her an her şeyle karşılaşabiliyorsunuz, artık hiçbir şey şaşırtıcı değil.

100 Temel Eser'e bakmak için Milli Eğitim Bakanlığı'nın sitesine girdim. 100 eser, toplam 11 kategoriye ayrılmış. Anı, biyografi, deneme, roman, şiir vs. Baktım Platon'un Devlet'i de deneme kategorisine alınmış. Ee, bize yıllar yılı deneme türünün babasının Montaigne olduğu söylenmedi mi? Öyle de zaten. Montaigne de Platon'dan neredeyse 2000 yıl sonra yaşamadı mı? 

Geriye bir tek seçenek kalıyor: 100 Temel Eser'i hazırlayan her kimse, cahilin teki.


Resmi büyütmek için üstüne tıklayınız.


9 Aralık 2012

Giderken Götürdüğümüz

Sokrates'e, birinden bahsederek, “seyahat onu hiç değiştirmedi,” dediler. Şöyle cevap verdi Sokrates: “Seyahatin onu değiştirmemesi gayet normal, çünkü kendisini de beraber götürmüştü.”

Montaigne, Denemeler

8 Aralık 2012

Yalnızlık Üzerine

Yalnız yaşamanın bir tek amacı vardır sanıyorum; o da daha başıboş, daha rahat yaşamak. Fakat buna hangi yoldan varacağımızı her zaman pek bilmiyoruz. Çoğu kez insan dünya işlerini bıraktığını sanır; oysa ki bu işlerin yolunu değiştirmekten başka bir şey yapmamıştır. Bir aileyi yönetmek bir devleti yönetmekten hiç de kolay değildir; akıl nerede bunalırsa bunalsın, hep aynı akıldır; ev işlerinin öneminin az olması, daha az yorucu olmalarını gerektirmez. Ayrıca saraydan ve pazardan el çekmekle hayatımızın baş kaygılarından kurtulmuş olmayız.
Montaigne, Denemeler.

9 Ocak 2010

Barbarlar

Montaigne
… Özellikle sevgi açısından, doğru-dürüst okunduğunda, insanda ivedilikle yamyam olma hevesi uyandıran “Des cannibales” (Yamyamlar) adlı denemesine eğilmek başlıbaşına bir acılıklar-tatlılıklar şölenidir. Kısa bir süre öncesinde Amerika’nın ortalarında yaşadığı gözlemlenen bazı boyların, Montaigne’in “nations” diye, “uluslar” diye nitelediği yerli halkına, Avrupalıların “barbar” yaftası takmasına karşı çıkıyor bu başlıbaşına bir yaşama-düşünme okulu durumundaki deneme. Montaigne’e göre aslında, insanları özyaşamlarında tek tek ya da topluca, türlü kılıktaki işkencelerle “yiyen” beyaz ırk Avrupalıların yaptığı, insanlık dışı bir şey. Öyle ya: “Birini canlıyken yemekte, ölüyken yemekten çok daha barbarlık var” diye düşünüyor.

Ne de olsa, o barbar denenler, Montaigne’in benimsediği saptamalar uyarınca, geri kalan insanlardan daha yumuşak kişilerdir, birbirlerine karşı daha duyarlı kişilerdir: Bizlerle karşılaştırdıkta, haksızlıklara bizden daha öfkeli; iyiliklere daha az nankör, bizden daha zengin, bizden daha mutlu. Onlar doğuşlarındaki saflığı hala sürdürmekteler: doğuşlarındaki saflığa yakın bir varlık göstermekteler: "estre encore for voisienes de leur naifveté originelle” Düzmecilikle bozulmamış insanlar onlar, yaratılışındaki saflığı yitirmemiş insanlar onlar.

Neden onları “barbar” diye damgalayıp insanlığın dışına atmaya kalkıyoruz, peki? Yanıtı düpedüz şudur Montaigne’in: “Bana anlattığına göre, bu ulusta ne barbarlık ne de yabansılık var; ger gör ki, herkes kendi kendisinin yapıp etmediği şeye barbarlık diyor.”
Alışkanlık yüzünden pusulayı şaşıran insanın yapmayacağı yanlışlık, yapmayacağı kötülük yok, Montaigne’e göre. Alışkanlıklarla gözü dönen insanları, vurmaya kırmaya götürür, öldürmeye götürür alışkanlıklar. Tekdüze duygularda, düşüncelerde, eylemlerde gide gele, gide gele yalama olan benliğimiz (sorumluysam, benzetmeden ben sorumluyum, Montaigne değil) tepeden tırnağa batağa gömer bizi. Nitekim, Raimond Sebon’a ayırdığı nerdeyse bir kitap uzunluğundaki savunuda (keşke daha uzun olsaydı, üzülüyorum, elimde mi?) şu acı, şu doğru saptamada bulunuyor: Kendimizi olduğumuzdan üstün görmemiz en doğal, en köklü hastalığımızdır.
Bunun da nedeni, kendi çabamızla kendimize verdiğimiz yaşama biçimi, yani alışkanlık. Kendi kendimizle hem yalın hem karmaşık bir ilişkiler çekimidir alışkanlıklar: Yalın, “doğal” gözüyle bakarız onlara; biz onları bile-isteye edindikçe, onlar bizi kıskıvrak bağlar. Varoluşumuzun aracı durumundan varoluşumuzun taşıyıcısı durumuna dönüşürler. Böylece birbirine kilitlenir insan ile alışkanlık: işte bunun için, “Kendimizi büsbütün unuturcasına saldırmamalıyız duygulanımlarımız ile çıkarlarımızın üstüne.”

İşler bu kerteye varınca, (başkalarına) ne hoşgörü ne sevgi kalır ortada. Nasıl kalsın, alışkanlıklarının değerinden, gerekliliğinden, özden dışa, en küçük kuşkuya yer vermez olur artık insan. Oysa insan olarak insana en çok yaraşan davranış “Bilmem ki?” türünden davranıştır. Sorgulamak, yüzeysel başarıyla yetinmemek, olup biteni bir de başka yönden görmeye girişmek, -işte bu örnek davranışı kendi doğası yapmıştır Montaigne. Gerçekte, herkes kendine örnek almalıdır bu davranışı.
Öyle ama, insanı göreceliğe, relativizm’e götürürmüş bu. İnsansa kendini sapasağlam bir kazığa iyice bağlamak ister. Neye yarayacak, peki, görecelik? Kafa karıştırmaya, eylemleri geciktirmeye, eylem dağıtmaya. O zaman gelsin ‘sağlam kazık’, aman gelsin. Ne var ki “o zaman” derken, hep çoğul konuşulur: O zaman “her” zaman, tüm zamanlar hep sağlam-kazık, -ne yazık ki, hep bu anlayış doğrultusunda yuvarlanıp gitmiştir yaşam.

İşte buna, “Bu böyle olmaz!” diyor Montaigne. Uzun uzun gerekçelere dayandığı da yok, boş veriyor alışkanlıklara. Kendi gündüzünü gecesini gözler önün koyup özyaşamının örnekliğiyle sayısını artırıyor Montaigne’lerin. Herşeye karşın arttıkça artıyor da. Bence, çok daha artması gerek.

Görecelik, görecelik de, hiçbirşeye bağlanmadan yaşanmaz ama. Doğrudur. Gelin öyleyse göreceliğe bağlanalım, herkesin anladığı anlamda bağlanmaysa görecelik, görecelikle çözülmez bir evlilik kuralım. Öyle de, “doğru” diye bildiğimiz, herşeye “Güle güle!” demiyorsunuz o zaman. Orası öyle, kesinlikten, güvenden yoksun kalıyoruz o zaman. Gelgelelim: ‘kesin doğru’ güven mi ki? Güvensizliğin ta kendisi kesinlik! Bir masal kesin doğru; doğru kesin olmaz, olur gibi olunca doğru’luk sona ermiştir artık… Duruyorum.
Nermi Uygur, Başka Sevgisi.

29 Eylül 2008

Nosce te ipsum

"İstediğimiz kadar yüksek duvarlara çıkalım, yine kendi bacaklarımızla yürüyeceğiz; dünyanın en yüksek tahtına da çıksak, yine kendi kıçımızla oturacağız."
Montaigne

Nosce te ipsum: kendini bil.
Sayfa başına git