18 Temmuz 2013

Pencere

© Copyright

Gözümü dünyaya açtığım ev küçük bir köy eviydi. Taştan yapılmış olduğu için duvarları kalıncaydı. Ondan ötürü de pencereleri, içine girip oturmaya, hatta altına bir de minder koymaya oldukça elverişliydi. 
*
Bizim evin pencerelerinde çiçek olmazdı. Babam sevmiyormuş, ondan. Komşumuzun bizimkinden daha küçük olan evinin daha küçük olan penceresinde ise bir tür kaktüs çiçeği bulunurdu. Meğer o çiçek başta bizimmiş, sonra babam, pencere zaten küçük, oda yeterince aydınlanmıyor, verin birilerine gitsin, deyince annem de kapı komşumuza vermiş. Onlarda öyle bir sorun yoktu demek ki, yani, odanın az ya da çok aydınlanması gibi bir sorun yoktu. Yoktu ki, o çiçek o pencerede yıllarca durdu. Oysaki, dedim ya, onların penceresi bizimkinden daha küçüktü. İnsanın bazen aydınlık-karanlık meselelerine giresi gelmiyor hiç. 
*
O ilk evimizin –yani, benden itibaren ilk evimizin– girişini nasıl tarif etsem? Kapı ve kapının üst kısmının her iki tarafında iki küçük pencere düşünün, bir T harfi yani, öyle bir girişti işte. Bir bayram günüydü, büyük ablam arkadaşlarıyla birlikte şeker toplamaya gitmiş, küçük ablam ve ben de henüz şeker toplayacak kadar büyümediğimizden evde kalmış, annemin canını sıkmakla meşguldük. Annem buna bir çare olarak benle ablamı o küçük pencerelere koydu. Şimdiki halimle herhalde ancak kafam yerleşirdi, ama küçücüktüm, galiba üç yaşındaydım ve rahatlıkla sığıyordum o pencereye. Şeker almak için gelen çocuklar daha kapıya vurmadan ablam kapının kanadını açıyor, kapı açılıp da karşılarında kimseyi göremeyen çocukları bir şaşkınlık alıyordu, yukarı bakmak da akıllarına gelmiyordu. Sonra basıyorduk kahkahayı. 
*
Pencere çok güzel bir şeydir. Şu anda bu yazıyı da pencerenin hemen yanında yazıyorum. Aslında hepsini böyle yazıyorum çünkü masam pencereye bitişik. Kimdi o şair, Orhan Veli ustamız mıydı, şöyle diyordu: 
Pencere, en iyisi pencere,
Geçen kuşları görürsün hiç olmazsa,
Dört duvarı göreceğine. 
Uçurtmayı Vurmasınlar'ı izlemiş miydiniz? Onu anımsadım şimdi, orada da bir pencere vardı, değil mi? Hapiste de bir başka değerli oluyordur pencere, Allah kimseye yaşatmasın! Pencere ne denli güzelse penceresizlik de o denli zor olmalı.
*
Bir gün bizim komşulardan Dede Kasım'ın ölmekte olduğunu söylediler. Adam o kadar yaşlanmıştı ki o yataktan kalkamayacağına neredeyse herkes emindi. Çocukları, torunları hep gelmişlerdi. Köyün büyükleri başına toplanmış Kuran okuyorlardı. Biz çocuklar içinse eğlenceli bir oyundu tüm olup biten. Dünyanın neresinde bir insan kalabalığı birikse orası çocuklar için bir oyun alanı olur zaten, "Afrika hariç". 

O zamanlar ölümün ne olduğunu çocuk aklımızca üç aşağı beş yukarı biliyorduk bilmesine, gene de işin özünü kavramamız imkansızdı. Ondan ötürü, Dede Kasım'ın birazdan ölecek olması, bize sanki bir düğündeymişiz de birazdan gelin gelecekmiş gibi geliyordu. İşin sonucuna odaklanmıştık tüm çocuklar. Bir ara, öğlene doğru yorulup eve geldim. Bir parça kuru ekmek alıp pencereye girdim, ayaklarımı dışarı doğru uzatıp ekmeğimi yemeye başladım. Çocuklardan gözüme görünen oldukça bağırıp soruyordum: Dede Kasım öldü müü? O kadar doğal soruyordum ki... Çocuktum bir yerde. Çocuklarsa benimkinden de doğal bir tavırla yanıtlıyorlardı beni: Yok, daha ölmemiiş! 

Elimdeki ekmeği daha bitirmemişken M'yi gördüm, Kasım'ın torununun oğluydu M. Oturduğum yerden ona da bağırarak seslendim: Ölmüş müü? Bu kez adını bile söylemeye gerek görmemiştim, yalnızca kuru bir "ölmüş müü?" Yok, daha ölmemiş, diye yanıtladı o da. Sonra sıkıldım pencerede oturmaktan, ekmeğimi bitirip indim. Dışarı çıkıp evin önünde biraz oynadım, elime bir çubuk alıp toprağı eşeledim, tavukları kovaladım. O sırada M'nin koşarak bana gelmekte olduğunu gördüm, önemli bir haberi arkadaşına bir an önce verme gereğinin sorumluluğuyla yanımda durdu ve "öldü" dedi. O kadar doğaldı ki. Yalnızca o mu? Hepimiz doğaldık. Çocuktuk çünkü. Masumiyetimizi yitirmeye daha epey vardı. Beraber Dede Kasım'ın evine koştuk, ev de onun değildi ya, çok yaşlanıp kimi kimsesi kalmayınca kızının, yani M'nin babaannesinin yanına gelmişti. Orada, büyükler içeride dini vecibeleri yerine getiriyor, biz çocuklarsa, şimdi ne olacak acaba, merakıyla avluda bekleşiyorduk. Sonrasını bir türlü hatırlamıyorum.
*
Çocukluk ne güzel bir mevsimdir. Ama pencere ondan da güzeldir. Pencereye girmenin tadı bir başkadır. Hele pencere parmaklıklıysa...
*
Günlerden bir gün, tuvalete gitmeye üşenmiş, odanın penceresini açıp dışarıya işemiştim. Bereket versin, ortalıkta ne annem vardı ne babam.
*
Bir gün de, yine penceremizde oturuyordum, henüz okula gitmiyor olduğuma göre en fazla altı yaşında olmalıyım, bizim komşunun kızı S'yi gördüm, oracıkta oynuyordu öyle, çağırdım, geldi yanıma,,,

(Pencere, en iyisi pencere). 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuzda bir web sayfasına bağlantı vermek istiyorsanız buraya bakabilirsiniz.

Yorumlarla ilgili notlar için buradaki sayfanın sonuna bakabilirsiniz.

Sayfa başına git