7 Ekim 2014

Sonbaharın sarısıyla biber gazının acısı

Son zamanlarda hiç böyle bir gün yaşamamıştım. Aynı gün içinde büsbütün farklı iki gün yaşadım.

Köydeydim. Dün Mehmet dayım bayram ziyaretine gelmişti, onunla birlikte köye gittim. Bugün sabah kalkıp kahvaltı ettikten sonra yürüyüşe çıktık. Tam bir sonbahar yaşanıyor. Ağaçların kimi sararmış, kimi sararmakta, kimiyse kar yağana dek yeşil kalmak için direniyor. Doğa rengârenk. Şenlik var anlayacağınız. Fotoğraf makinemi unutmuştum, o kadar hayıflandım ki...

Büyük bir çay akıyor dibimizden. Kim bilir kaç bin yıldır böyle akıyor durmadan. Hiç yorulmak bilmez mi su? Hem akışı, hem de sesi insana derin bir huzur, ve hatta güven duygusu veriyor. Sanırım suyun durmadan akışı insana hayatın durmadan akışını hatırlatmak içindir. Böyle düşünmüş olmalı Tanrı.

Mehmet dayımla Urartular'dan, öbür eski uygarlıklardan, dillerin kökeninden, yaşamın türlü çeşitli meselelerinden dem vurduk kısa kısa. Evet, yaşanmakta olan mevsim sonbaharsa, hele hele yapraklar sararmışsa, üstüne bir de dibinizden akan bir su varsa dem vurmak güzeldir elbette.

Doğa gerçekten de çok güzel. Hayır hayır, gelişigüzel söylemiyorum bunu, epey bir kafa yorduktan sonra bu sonuca ulaşıyorum naçizane. Son bir-iki yıldır boyluboyunca düşünüyorum bazı meseleler üzerinde. Bu doğa meselesi de onlardan biri. Sahiden de insan elinden çıkma hiçbir güzellik doğanın güzelliklerine yanaşacak düzeyde değil.

Dedemlerin evi hep aynı yerde. Yani, ben kendimi bildim bileli burada. Henüz el kadar çocukken de bu kapıdan giriyor, bu pencerenin yanına kurulup oturuyor, dışarı çıkıp dayılarımla aynı duvarın dibinde oturup konuşuyordum bugünkü gibi. Hiçbir değişiklik yok. Dedemle ninem bu dünyadan göçüp gittiler, ama evin, hatta dibinden akan küçük derenin, ve hatta ağaçların yerli yerinde olması sanki onların ruhunu da hâlâ burada tutuyor gibi. Sözün kısası, hep aynı evde yaşamak insana bir tür "oturaklılık" duygusu yaşatıyor, düşündünüz mü hiç bunu? Ben doğup büyüdüğüm evden ayrılalı tam on beş yıl olmuş. Dile kolay! Bana sorarsanız bir insanın doğduğu evde büyüyüp yaşlanması kadar talih sayılabilecek çok az şey vardır.
***
Mehmet dayım Van merkezde oturuyor, tatil için köyde o da. Bugün dönmesi gerek. Sen de gel, dedi, kabul ettim, birlikte akşam üzeri yola çıktık. Gündüzün haberlerde şehir merkezinde gösteriler olduğunu okuyorduk boyuna. Biz yoldayken de bir arkadaşım arayıp sokağa çıkma yasağı ilan edildiğini haber verdi. 

Erciş'e varıp şehrin içine girmeden çevre yolundan Van'a doğru yola koyulduk. Dolunay var bu gece, denize vurunca insanın içini titrecek derecede güzel bir görüntü doğuyor. Dolunay eşliğinde yolculuk etmek gibisi yok. Nereye gidiyordum bilmiyorum, bir otobüs yolculuğunda dolunay hemen soldaydı, bir saati aşkın bir süre eşlik etmişti bize. Hayatı güzel kılan, böyle detaylar değilse nedir?

Köyden çıktıktan bir buçuk saat sonra Van'a vardık. Sokağa çıkma yasağı var ama dışarıda insanlar da yok değil. Gün oldukça gergin geçmiş, havadan belli oluyor. Dayımın evine ulaşmaya çalıştık ama ara sokakların pek çoğu kapalı. Kimini devrilen bir direk kapatmış, kiminin ortasında ateş yakılmış, kimine tuğlalar saçılmış. Çareyi, arabayı eve birkaç blok ötede bir yerde park edip yürümekte bulduk. Yürüyüşümüz pek uzun sayılamasa da etkisi henüz geçmemiş olan biber gazının burnumuzu sızlatıp gözlerimizi yaşartmasına yetti. Dayım yolda günün esprisi yapmaktan da geri durmadı: "Biber gazı sinüzite iyi geliyor galiba." Sahiden de neden hep biber gazı? Domates sebze değil mi kardeşim, sonra patlıcan, kabak, marul?.. Gerçi beterin beteri vardır, ya biber gazı yerine soğan gazı kullansalardı, o zaman ne olacaktı halimiz?


Şaka bir yana, sonbaharın sarısıyla başlayıp biber gazının acısıyla biten bir günü hiç yaşamamıştım. Dilerim en kötüsü böyle olsun, gibisi ve daha kötüsü hiçbir yerde yaşanmasın. Güzel günler dileğiyle...

4 yorum:

  1. sen çok güzellikleri yaşayabilmiş bir ailenin sözcüsü gibisin sokrates,
    çok şahane bir hikaye okudum şimdi
    eline sağlık
    sevgiler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim Havva. Güzellik aslında insanın kafasının içindedir. Ben bunu biraz geç de olsa fark ettim. :)
      Sevgiler…

      Sil
  2. Geçmiş olsun.
    .
    Benim Dedem aynı evde doğmuş, büyümüş, evlenmiş, çocukları olmuş, torunları oldu, aynı evde öldü... Budur en huzurlusu demiyorum ben kendi adıma. Görmek, gitmek, gelmek, insana çok çok şey katar. Gidilmeli, isteniyorsa gelinmeli, ama dedem bana hep huzurlu görünmüştür tanıdım tanıyalı, tanıdığım kadarıyla...
    .
    Bir şeyin kusursuz olabilmesinin kriterinin kendiliğindenlik olduğuna inanırım ben. Doğa da öyle galiba. Ama nedeni ne olursa olsun, insana "var olduğunu" hissettiren bir güzellik, bazen ne kadar aciz olduğunu, bazen de doğanın yanında ne kadar "vasat" oluğunu... Çok çok güzel bişi doğayı seyretmek...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkürler Aze. Biraz geç cevapladım, hoş görüle... Gezip görmek, tanımak, bilmek, aşina olmak elbette birer nimet. Ne var ki sözünü ettiğim şey başka. İnsanın doğduğu evde büyümesi, yaşlanması ve orada ölmesinin tadı bambaşka olsa gerek. Gidip bir başka diyarda, diyelim on yıl yaşadıktan sonra dönüp geldiğinde aynı evi bulmak gibisi yoktur herhalde. Çocukluğunu geçirdiğin evde çocuklarının koşup oynadığını görmek ne demek, düşünsene...

      Sil

Yorumunuzda bir web sayfasına bağlantı vermek istiyorsanız buraya bakabilirsiniz.

Yorumlarla ilgili notlar için buradaki sayfanın sonuna bakabilirsiniz.

Sayfa başına git