Ninem benle kuzenim İro'yu çağırttı. Ben gölün orada eşekbalığı dediğimiz küçük su canlılarını izliyordum, İro'ysa yukarıdaydı, galiba her zamanki gibi kızların oyununa katılmaya çalışıyordu. Avluya vardığımızda ninemin kadınlara bir şeyler hazırlatıyor olduğunu gördük. Bunun bizi çağırtmasının nedeniyle bağlantılı olduğu öngörülebiliyordu. "Gelin bakalım," dedi. Yanına yaklaştık. Yengeme, "Getir kızım," diye seslendi. Yengem bize helva getirdi. Ev yapımı helva. Ninemin evinde, yani aslında bizim evde, birkaç ayda bir, handiyse bir ritüel edasıyla, biz çocukların gözündense bir şenlik havasıyla pişirilen helva. Helvamızı bitirdik. Ninemin yanında yengemlerin demin hazırlayıp koyduğu, bir sofra bezine sarılı ufak bir tencerenin içinde de helva duruyordu. Alıp bize verdi ve o her zamanki tavrıyla tembihlerini sıralamaya koyuldu. "Bu da Bernarda Alba'nın payı. Şu yoldan gidin, şöyle şöyle edin, Bernarda Alba'ya selam söyleyin, gözlerinden öpüyorum, akşama kalmadan geri dönün, vesaire vesaire."
Helvayı alıp yola düştük. İro bir yerlere gitmeyi pek bilmez. Benden iki yaş küçüktür. Benimse pek çok yere gönderilmişliğim vardır böyle. Hatta yaz aylarında bir yere gönderilmek için ilk akla gelen de benimdir. Yürümek ikimizin de çok hoşuna gitti. Bir saat yürüdüğümüzün ayırdında değildik ikimiz de. Enfes manzaralara öylesine kapılmıştık ki, birden Bernarda Alba'nın evi görününce ne kadar da çabuk gelmiş olduğumuza şaşırdık.
Bernarda Alba bizim halamız olur. Babamların kızkardeşi. Aslına bakarsanız, evi çok uzakta bir yerlerde. Yani elbette o da bir zamanlar burada yaşıyormuş, ama evlenince kocasının evine gitmiş haliyle, ve işte kocasının evi de uzaklarda bir yerde. Her yaz gelirler. Bizim burada yazlıkları var, yukarıda, Ördek Gölü'nün ötesinde. Birkaç tane koyunu, iki de keçisi var. Yazlığı büyükbabamın onlara verdiği bir yere yapmışlar. Bernarda Alba, halalarımın en uzakta yaşayanı, fakat her yaz geldikleri için benim belki de en çok gördüğüm halam. Öbür halalarımın nerelerde yaşadıklarını biliyorum da bir tek Bernarda Alba halamın nerede yaşadığını bilmiyorum. Tek bildiğim, evlerinin çok uzakta bir yerlerde olduğu.
Köpekler havlayıp korkutmasın diye bizi karşılamaya geldi Bernarda Alba. Elimizdekini görünce hemen anladı niçin geldiğimizi. "Deyin bakalım, nineniz gene ne gönderdi?" diye sordu. İkimiz birden, "Helva," dedik. Gülümseyerek, "Tahmin ettim," dedi. Bernarda Alba halamızın gülümseyişi de gülüşü de bir başkadır. Güldüğünde onun ne denli içten bir gülüş olduğunu oracıkta anlarsınız ama neden böyle vakur, böyle kısa süren bir gülüş olduğunu da hep düşünürsünüz. Kimseye benzemeyen, ne kendi dünyasının sınırlarından çıkan, ne de başkalarının sınırlarına girmeyi dileyen bir kadındır o. Gözlerine bakınca hep yalnız bir insan olduğunu anlarsınız. Ne bir gün olsun kahkaha attığını, coşup eğlendiğini, ne de yakındığını, sızlandığını görmüşlüğümüz vardır.
Bernarda Alba halamızın elini öptük sırayla, o da bizi öptü. Önümüz sıra yürüdü, içeri geçtik. Çocukları henüz küçüktür Bernarda Alba'nın, bundan ötürü yazın gelince kendisine yardımcı olmaları için yanında oradaki akrabalarını, çoğunlukla da kocasının yeğenlerini getirir. İşte onlardan biri, bizden birkaç yaş büyük bir kız gelip bize hoş geldiniz dedi. Halamız helvayı elimden alıp mutfağa götürmesi için kıza verdi. Ninemizin selamlarını falan söyledik.
Bernarda Alba'nın evi her daim aydınlıktır. Bunun bir gün tesadüfen ayırdına varmıştım. Acaba evinin pencereleri mi büyük diye düşünüp bakmıştım da, yok, herkesin evinin pencereleri ne kadar büyükse onun evininkilerin de o kadar büyük olduğunu görmüştüm. Sonraları bunun Bernarda Alba halamın kişiliğiyle ilgili gizemli bir mesele olduğuna iyicene inandırdım kendimi. Böyle böyle, onun o uzaklardaki evinin de buradaki gibi hep aydınlık olduğunu tasarladım. Onun evinde otururken kendinizi açık havada, gün aydınlığında oturuyormuş gibi hissetmeniz işten bile değildir. Evinin salonu, odaları, mutfağı hep aydınlıktır.
Kız mutfaktan bize çay, yanında da renkli şekerler ve bir de kurabiye getirdi. Kurabiyeler epey tanıdıktı, daha önce yemişliğim de vardı. Bunları Bernarda Alba halam kendi yapar. Aslına bakarsanız, bunlar bizim ailenin mutfağına ait kurabiyeler. Bernarda Alba da herhalde diğerleri gibi küçüklüğünde ninemden öğrenmiştir yapmayı. Evde de çok yapılır, ama nedense halamın evinde yerken daha bir lezzetli gelirler bana. "Çekinmeyesiniz canlarım, yiyin bitirin," dedi bize anne şefkati dolu bir sesle. Çayımızı içip şeker ve kurabiyelerimizi yerken İro duvarlarda asılı şeylere bakıyordu, bense pencereden karşıki dağa. İro utangaç bir çocuktur, pek konuşmaz, ama merakına dayanamamış olacak ki, "Şu duvardaki nedir?" diye sordu. Bernarda Alba da, "İğnelik," diye yanıtladı, "kaybolmasınlar diye iğneler geçirilir ona." Ardından ben, "Şu karşıki dağ ne güzel görünüyor," dedim. Hakikaten de harika görünüyordu. Halamla kız güldüler. "O dağın orada ne var biliyor musun?" diye sordu Bernarda Alba. "Hayır," dedim kuşkulu bir sesle. Gülümsedi, "O dağ sizin evinizin olduğu yer, siz oradan geldiniz işte," dedi. Şaşırdım. Kalkıp pencereye yürüdüm. Sahiden de bizim orasıydı o çok güzel yer. "Her gün içinde yaşadığımız yer ne de güzelmiş," diye geçirdim içimden.
O günümüzün nasıl geçtiğini anlamadık. Hiç aç olmamamıza rağmen Bernarda Alba bize yemek de yedirdi. Vakit akşama doğru evrilmekteyken artık gidelim diyerek kalktık. Bernarda Alba bizi Ördek Gölü'nün yakınına kadar geçirdi. Ayrılırken gene elini öptük, o da gözlerimizden öptü. Yolumuza koyulduk. Bir süre yürüdükten sonra dönüp arkama bakasım geldi. Ben dönünce İro da döndü. Bernarda Alba halam öylece durup ellerini birleştirmiş ardımızdan bakıyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuzda bir web sayfasına bağlantı vermek istiyorsanız buraya bakabilirsiniz.
Yorumlarla ilgili notlar için buradaki sayfanın sonuna bakabilirsiniz.