***
İkimizin de okumak için zaman kolladığı kitaplar var. Dizimizin dibinde duran kitaplar. Zamanı kollayışımız zamanın zoruna gidiyor olacak ki, bir yerden sonra o bizi kollamaya başlıyor. Direnen bir şeyler vardır ya, bilmeyiz ne olduğunu. Ellerim çok kurumuştu. (Zaman zaman herkese olur bu. Musluk yakınsa yaklaşılır, ellerin içi şöyle bir ıslatılır. Tembellikten musluğa değin gidemeyenler bile olur.) O gün de yağmur yağıyordu. Oturmuş dışarıyı izliyordum. Bahçede çamların ezici ağırlığı söz konusuydu. Fakat bir söğüt hepsinden daha uzundu. Üstelik de bahçenin en başında duruyordu. Çamlarda belirgin bir şey yoktu. İlkokul çocuklarının kolaycacık çizdiği üçgenimsi bir biçimleri vardı. Söğüt ise iki parça halinde görülüyordu; bir yanı göğe doğru dik birkaç daldan, öbür yanıysa salkımlaşarak yere doğru eğilmiş kalınca, uzunca bir daldan oluşuyordu. (Halbuki bu bir salkım söğüt de değildi. Salkım söğüt olmayan söğütlere ne dendiğini de bilmiyordum.) Ne var ki, söğüde şöyle derli toplu bakıldığında, açılmış bir şemsiye görünümü verdiği de ayırt edilebiliyordu. Kurumuş ellerimi ıslatma gereksinimi duyuyordum. Kolumu uzatsam pencerenin koluna değecekti. Açıp ellerimin içini camdaki yağmur damlalarına doya doya bulayabilecektim. Ancak beni bundan alıkoyan bir şeyler vardı. Yapamıyordum. Kolum pencerenin koluna erişmek için harekete geçemiyordu. Pencereye de yağmura da, hatta çamlarla söğüde de bakabiliyor, onları duyabiliyordum, ne var ki, dokunamıyordum. Öylece otura kaldım. Bir zaman sonra yağmurun sürüp sürmediğinin bile bilincinde değildim artık.
***
Sana anlatmak istemediğim şeyleri en çok da böyle havalarda anlatmak istemiyorum,,,
Güzel ve akıcı bir yazı olmuş okurken keyif aldım. Blogunuzu takibe aldım sizi de kendi bloguma beklerim.
YanıtlaSilTeşekkür ederim sayın Klavye. Selamlar.
SilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilBen farkındalıksız mıyım yani?
SilBana kızgınsan bloğun ne suçu var, yorumunu yapar geçersin yani.
Bu yorum yazar tarafından silindi.
Sil