Cem Akaş, 19.(1) İlkokuldayken iki arkadaşı M’nin yanına gelmişti; biri misket oyununda herkesi yenmiş, doksan dokuz misketi olmuştu; diğerininse tek misketi kalmıştı ve kaybetmek istemiyordu, o yüzden bir daha oynamıyordu; bunun üzerine diğeri onunla bir misketine iddiaya girmiş, iddiayı kazanmış, şimdi de misketi istiyordu, öbürüyse vermeyi reddediyordu.
(2) Kaybetmeyi göze alamadıysan iddiaya girmeyecektin, son misketini vereceksin, dedi M; ama kimsenin hiçbir şeyi yokken herşeye sahip olmak da olmaz, sen de misketlerinin yarısını, oynayıp yendiklerine dağıtacaksın.
(3) Yüz misketi torbasından çıkaran çocuk, herbirini teker teker eline alıp baktı, sevdi, hiçbirinden ayrılabilecek gibi değildi, ama sonunda nedense M’nin kararına uydu, elli tanesini ayırıp M’ye verdi dağıtması için; sonra gidip bir ağacın dibine oturdu, sessizce ağlamaya başladı.
(4) M misketleri bölüştürüp yanına gitti, oturdu; yeniden kavuştukları misketlerle oynayan diğer çocukları izlediler.
(5) Kaya kilisesindeki döşeğinde, elindeki portakal kabuğunu koklayan M, eğer içinde bu kitabı taşıyorsa, sahip olmayanlara dağıtma yükümlülüğünün de kendisine ait olduğunu, bunun karşılığında ücret isteyemeyeceğini, sadece bunu verme hazzını yaşama ayrıcalığının olabileceğini anladı.
28 Eylül 2020
Kimsenin hiçbir şeyi yokken
26 Eylül 2020
Bulunduğum yer benim sınırımdır
Henüz manastırda öğrenci olan bir Hazar düş okuyucusu, kendisine armağan edilen bir vazoyu hücresinde bir yere koydu. Akşam yüzüğünü içine koydu. Ama ertesi sabah almak istediğinde bulamadı. Elini boşuna vazoya sokup duruyordu. Dibine dokunamıyordu bir türlü. Şaşırttı bu durum onu, çünkü vazo kolu kadar uzun gözükmüyordu. Kaldırdı, ama altı dümdüzdü vazonun ve başka hiçbir yerinde de ağzı yoktu başka herhangi bir vazoda olmadığı gibi. Bir sopa aldı ve dibine dokunmaya çalıştı, ama yine başaramadı; vazonun dibi gizleniyordu sanki. Şöyle düşündü kendi kendine: ‘Bulunduğum yer benim sınırımdır’ ve hocası Mukaddesi el Sefer’e giderek böyle bir olayın ne anlama geldiğini sordu. Hocası bir çakıl taşı aldı, bunu vazoya attı ve saydı. Yetmişe geldiğinde kabın içinden bir dalma sesi geldi, suya bir şey düşmüştü sanki ve şöyle konuştu:
“Vazonun ne anlama geldiğini sana açıklayabilirdim, ama önce bunun yararlı olup olmadığını sor kendine. Bunun ne anlama geldiğini sana söyler söylemez, vazo senin için ve öbürleri için şimdikinden düşük bir değere sahip olacak. Gerçekten de değeri ne olursa olsun, her şeyin değerinden daha yüksek olamaz. Ve ben sana ne olduğunu söyler söylemez, olmamış olduğu her şey olmayacaktır artık ve dolayısıyla şimdi olduğu da olmayacaktır artık.”
Öğrenci bunu haklı bulunca hocası bir sopa aldı eline ve vazoyu kırdı. Şaşıran genç adam verdiği bu zararın nedenini sordu ve hocası da şu karşılığı verdi:
“Zarar, eğer kırmadan önce bu vazonun ne olduğunu sana söyleseydim olurdu. Ama mademki şimdi ne işe yaradığını bilmiyorsun zarar söz konusu değildir, çünkü vazoyu hiç kırılmamış gibi kullanmaya devam edeceksin…”
Gerçekten de uzun zamandır yok olmasına rağmen hâlâ kullanılıyor vazo.
Milorad Pavić, Hazar Sözlüğü.
6 Eylül 2020
Kalemler
Hâlâ, diyorum, farkında mısınız? Kendim de hemen farkına varmadım üstelik. Sanki kalem defterin pabucu dama atılalı elli yıl olmuş da, onları hâlâ kullandığımı söylüyorum. Demek ki bilgisayarın hayatımıza enikonu işlenmiş olduğu düşüncesi bilincimizin altına sessiz sedasız yerleşivermiş. Yerleşsin, umurumuzda mı sanki, üstüne de yerleşsin altına da.
4 Eylül 2020
3 Eylül 2020
Çürük Elmalar
Maksadım İsa'ya merak ettiğim bir meseleyi sormaktı. Yanaşıp bir bahaneyle sözü açmam gerekiyordu. Bundan ötürü yanına gittiğimde oracıkta duran içi elma dolu sepeti görüp öylesine sordum. Neden sordun, diye sorsa verecek cevabım da yoktu ya.
Geçen gün kraliçenin tebdilikıyafet çarşıya çıkıp İsa'nın dükkânını ziyaret ettiğini gördüydüm. Onun kraliçe olduğunu biliyordum elbette. Bunu o an yanımda bulunanlara söylemedim haliyle. Ne var ki ziyadesiyle meraklandım. Kraliçe İsa'dan ne istemeye gelmiş olabilirdi? Elbette bütün kraliçeler ve krallar bir fakirin dükkânına yalnızca istemek için girerler. İşte bunu sormaya vardıydım İsa'nın yanına.
"Kraliçe ne istedi senden?" dedim. O kadının kraliçe olduğunu biliyor oluşuma şaşırmadı İsa. Ben de buna şaşırmadım. Birbirimizi nicedir tanıyorduk. "Akıl istemeye gelmiş," dedi. "Neymiş?" diye sürdürdüm. "Kral onu sevmiyormuş. Üstelik de başka kadınlarla gününü gün ediyormuş," dedi. "Ne demelere kralla evlenmiş," dedim ben de. Bana cevap vermek yerine sepetteki çürük elmalardan birini alıp bana uzatarak, "Biliyorsun ki," dedi, "ben hayatta sana pek çok kez çürük elma uzatmışımdır, gelgelelim niyetim her daim sağlam olmuştur." "Bilmez miyim," dedim. "Sepetimizin büsbütün sağlam elmalarla dolacağı o gün," diye sürdürdü İsa, "o gün gelecek mi?"