31 Aralık 2023
10 Aralık 2023
Halimiz Budur
1. herkes durmadan para konuşuyor.
2. zengin-eğitimli kesim gettolar kurmuş, kendini kandırmaya çalışıyor.
3. fakir-eğitimsiz kesim siyaset ile kendini oyalıyor.
4. zengin-eğitimsiz kesim para ile tatmin arıyor.
5. sokaklar, caddeler, meydanlar inanılmaz çirkin.
6. güzel olan bir şeye rastlamak çok zor. rastlayınca da hayranlık değil gerginlik hissediyorsun.
7. gündelik hayatın doğal bir akışı yok. devamlı kimlik değiştirmek, rol yapmak zorundasın.
8. geleceğe dair hiçbir beklenti yok.
9. kimse aptal değil, kimse saf değil.
10. ne kadar atıp tutulsa da herkes memlekette gurur duyulacak çok az şey olduğunun farkında.
11. ve yine herkesin farkında olduğu, ne tam anlamıyla kabul edilmiş ne de reddedilmesi mümkün muazzam bir adaletsizlik hayatın temeli olmuş.
12. zengin-fakir, seküler-dindar herkesin iliklerine kadar nüfuz etmiş bir acıdan beslenme, dünyaya karşı güvensizlik, yaşamaya dair korku var.
13. kurulabilen tek "sağlıklı" ilişki biçimi vicdan, merhamet, acıma üzerinden. bu da devamlı, alttan alta, hınç ve öfke yaratıyor.
14. insanlar arabalarıyla simbiyotik bir yaşam kurmuş. araba insanlara hem kol, bacak hem de güvenli bir hayat sağlıyor.
15. mümkün olan azıcık mutluluk tamamen yemek üzerine kurulu. muazzam bir yemekçilik var ve yemek kalitesi geçen senelere oranla büyük düşüşte.
16. zengin-fakir kimsenin ne yaptığını, neden yaptığını bildiği yok.
17. herkes bir şeyi taklit ediyor gibi ama kimse neyi taklit ettiğini bilmiyor. taklit etmese ne yapacak onu da bilmiyor.
18. herkes durmadan ötekini izliyor.
19. şarkılar, diziler, filmler fevkalade kötü.
20. erkeklerde muazzam bir yetersizlik hissi var. sokakta yanından geçen bir kadın, kuyrukta önünde duran adam, hareket eden hemen her şey onlara meydan okuyabilme potansiyeline sahip.
21. kadınlar prenseslik ile hizmetçilik arasına sıkışmış durumda.
22. herkes tedirgin.
28 Ağustos 2023
İkinci Nasihat
29 Nisan 2023
Önerme
"Yanlış bir hayat doğru yaşanmaz," önermesini doğru kabul edersek tam tersi de doğru olur mu? Yani, doğru bir hayat yanlış yaşanır mı?
20 Ocak 2023
Nasihat
Tatilde dinlen. Bedenini, gözlerini, zihnini dinlendir. Geç yatma, uykunu almış olarak uyanmak çok değerlidir. Yatağını kendin topla, odanı temizleyip düzenle. Kendin yapabildiğin hiçbir işini başkasına yaptırma. Sık sık yüzünü yıka. Hareket etmeyi unutma. Abur cubur yeme, telefona gömülme. Ailenle sohbet et, onlara işlerinde yardım et. En az bir kitap oku. 6 Şubatta görüşmek üzere...
(Sınıfımın karnelerine yazdığım öğretmen görüşü.)31 Aralık 2022
23 Ağustos 2022
20 Ağustos 2022
Çam palamut meşesi...
Bugün ölülerden tek farkım mezarda değil evde yatıyor oluşumdu. Ne güzel bir uyku düzeni tutturmuştum, üstelik yaz gelince de pek bozulmamıştı. Ne var ki şu son birkaç günde bozuldu gitti. Havadaki nem miktarından mıdır nedir. İstanbul'da nem oranı yüzde yüze çıkmışmış. Evde oturunca pek etkisi olmuyor, keşke tek derdimiz bu olsaydı. Sabah kaçtı uyandığımda? On muydu neydi. Yatakta dünkü kadar vakit geçirmedim, kalkıp kahvaltı hazırladım. Çay demini tutana kadar salonda eşelendim. Kahvaltı ettim. Ederken YouTube'dan bir şeyler izledim.
Banyoya geçip sakalımı düzelttim. (Sakalı bir ay kadardır bırakıyorum. Esasında sakalım hep vardır, haftada bir tıraş olurdum. Lakin biraz uzatmaya karar verdim ve işte bir aydır uzatıyorum. Sekiz-on günde bir sakalın üzerinden beş numarayla geçmekle birlikte, bıyığıma dokunmuyorum, o uzun dursun bakalım.)
Dünden dışarı çıkmayı kararlaştırmıştım ama bir yandan da çıkasım yoktu. Eşelendim de eşelendim. Karnım acıktı, yemek de yapmadım bugün, karpuz kesip peynirle yedim. Vakit de epey geçince, artık bu saatten sonra çıkılmaz, dedim. Nitekim akşam sekizde havuza gidecektim. Havuz zamanı yaklaşınca da evden çıktım. Varınca doğrudan havuza gitmeden soracağım bir-iki soru için görevlilerin masasına yöneldim. Bugün erkek seansı yok demezler mi. Nasıl? Telefonu çıkarıp baktım, evet, hakikaten de benimki yarınmış. Bugün diye karıştırmışım. Gerisin geri eve geldim. Gelirken de yolda, madem öyle, hava da serinlemiş, çantayı eve bırak, çık biraz gez, dedim kendi kendime. Çıktım mı, hayır tabii ki. Gene oturdum ve eşelendim.
İmdi soru şu, böyle bir canlının bir ölüden farkı nedir?
9 Ağustos 2022
Masal masal matitas
1 Ağustos 2022
Adamımız
Önceki gün sabah erkenden kalkıp kahvaltısını eder, duşunu alır, evden çıkıp Fındıklı'ya doğru yol alır. Lakin oradaki işine daha iki saat süre vardır, o da Taksim'deki Sıtarbaks'a girer, bir kahve içer, telefona bakınarak zaman öldürür. Vakit yaklaşınca da kalkıp Kazancı Yokuşu'ndan aşağı Fındıklı'ya yürür. İşini öğleye doğru bitirip aynı yoldan Taksim'e döner. Ne yapsam diye düşünürken AKM kütüphanesine gidip orada biraz zaman geçirmeye karar verir. Gider ve bir saate yakın kitaplara bakınır, atlasları filan inceler. Kütüphaneden çıkar, tiyatro salonunun fuayesinde bir hareketlilik görür, görevliye burada ne etkinliği olduğunu sorar, İlhan İrem'in cenazesi var, yanıtını alır. Cenazeye katılmaya karar verip salonun yolunu tutar, üst balkona geçip oturur. Tören bir saat kadar sürdükten sonra tabut Bebek Camii'ne götürülmek üzere omuzlanır, adamımız da dışarı çıkıp İstiklal kalabalığına karışır. Taksim Meydanı o bilindik cereyanla ne güzel esiyorken caddenin içi oldukça bunaltıcıdır. Yılın şimdiye kadarki en sıcak günü olmalı, diye geçirir içinden. İstiklal'i boydan boya yürüyüp Tünel'e biner, Karaköy'e, oradan da tramvayla Sultanahmet'e gider. TİEM'e gidip süresi dolmuş Müze Kart'ını yenileyip –İstanbul'un temel eserlerini altı ayda bir görmeyi kendine adet edinmiştir ya– Topkapı Sarayı'na yönelir. Sarayı bir buçuk saat kadar gezip çıkar, gelmişken Arkeoloji Müzesi'ni de gezsem mi diye geçirirken kapıdaki kuyruğu görüp vazgeçer, zaten de daha geçen ay gelmiştir. Gülhane Parkı'na dalar, bir saat kadar uzanıp biraz kitap okur, sonra kalkıp Gotlar Sütunu'nun önüne gider, orada da yarım saat kadar oturup okuduktan sonra Sarayburnu kapısından çıkıp Eminönü'ne gidip vapura biner, Kadıköy'e gider, A ile buluşurlar. Bir yerde oturup bir şeyler içerler, A'nın başından geçen mini bir maceradan konuşurlar. Adamımız yorgundur, üstelik de sabahın köründe kalkıp sınav görevi için yollara düşmesi gerekmektedir, bundan ötürü erken kalkarlar, Söğütlüçeşme'ye kadar sohbet ederek yürürler, A geri döner, adamımız metrobüse binip interkontinental bir yolculuk yaparak eve gider.
29 Temmuz 2022
Temmuz bitmek üzereyken
25 Temmuz 2022
Neymiş
Online bir mesleki gelişim kursuna katıldım. Sertifika almak için on beş soruluk kurs sonu sınavında %50 başarı şartı vardı, her halukarda geçerim dedim, %40'ta kaldım. Demek ki neymiş?..
23 Temmuz 2022
Mesele yok
Dün öğle üzeri Perşembepazarı'na gittim, oradaki ufak bir işimi hallettikten sonra iki adım ötedeki Salt'ın kapısında buldum kendimi. Kapıdaki arkadaşa, görecek bir şey var mı, diye sordum, var deyince içeri girdim. Varşova'dan gelen bir film gösterimi sergisi var. Beş on tane tüplü televizyondan Polonyalı yönetmenlerin vakti zamanında çektikleri kısa filmler gösteriliyor. Galiba çoğu amatör yönetmen. Alacakaranlıktan Önce adlı altı dakikalık filmi izleyip kalktım, diğerlerineyse sırayla göz attım, koltuklar rahattı, azıcık dinlenmiş de oldum.
Sonra mimarlık kütüphanesine şöyle bir göz attıktan sonra oranın içinden geçilen kasa odalarındaki Osmanlı paraları sergisini gezdim. Bilen bilir, Galata'daki Salt binası, zamanında Bank-ı Osmanî'nin bulunduğu bina. Sonra birer birer üst katlara çıktım, gezinip binanın fotoğraflarını çektikten sonra çıktım.
Yukarıya doğru giderken Şınaydertempel'e de bir bakayım dedim. Bir şeyler var mı diye sordum, evet, orada da bir resim ve heykel sergisi varmış, onu da hemencecik gezip çıktım. Schneider Tempel, Galata bölgesindeki eski bir sinagog, pek büyük değil, günümüzde sanat merkezi olarak kullanılıyor. Buraya en son Gürbüz Doğan Ekşioğlu'nun sergisine gelmiştim, iki yılı geçti galiba.
Yukarı doğru çıkmaya devam ettim, garibim yaşlı bir çift uflaya puflaya yokuşu çıkıyordu, Galata Kulesi'ne çok var mı diye sordu amca, on dakika var dedim, halbuki benim adımlarımla bir iki dakika kalmıştı. Yaşlılık zor iş vesselam.
Baktım kulede pek sıra yok, ben de hemen kuyruğa katıldım, az sonra da içeri girdim zaten. (Kuyrukta yaşlıca iki Fransız abla hemen arkamda konuşuyorlardı. Üstelik bunlar Cezayir asıllı filan da değil, bildiğin Fransız. Evet, önceki günkü meseleden söz ediyorum gene. Türkiye ucuzlayınca bu yıl gözle görülür artış var Avrupalı turist sayısında.) Yukarısı her zamanki gibi harika esiyordu. Biraz fotoğraf çekip indim. Kararsızdım, İstiklal'e mi çıksam, aşağıya mı insem derken Tophane'ye indim. Yemek yiyip gidip bir kafede oturdum, Salt'tan aldığım bülteni biraz okudum, biraz da telefona bakındım, bir saat kadar orada oyalandıktan sonra da kalkıp Kabataş'a yürüdüm. Gene kararsızdım, Taksim'e çıkıp oradan mı eve gitsem, yoksa Kadıköy'e gidip oradan mı? Kendimi iskelede buldum, az sonra da vapur geldi, ver elini Kadıköy. İstanbul Kitapçısı'nda biraz otururdum ama kapanmasına yarım saat vardı, ben de metrobüse doğru yol aldım. Fakat az sonra aklıma evde lazım olan bir iki şey gelince Ayrılıkçeşmesi'ndeki AVM'ye saptım. Nihayetinde de Söğütlüçeşme'ye, oradan da eve.
İstanbul ısınmaya başladı, lakin akşamlar iyi gene de. Hep böyle sürmesinde benden yana mesele yok. Serinlikler diliyoruz efendim.
21 Temmuz 2022
Temmuzun üçte ikisi geride kalmışken
20 Temmuz 2022
Serinlikler
Bari günlük tutayım burada... Malzeme desen istemediğin kadar. İstanbul'da malzemeden bol ne var? Hem zaten bloğa yazmadığım için sürekli kendime söylenip duruyorum. O halde yaz kardeşim, seni tutan mı var.
Bu hayattaki en sevimsiz, tatsız meselelerden biri nedir: Yolu biliyor olmanıza rağmen girip yürümüyor oluşunuz.
Bugüne değin tıkanmaktan, bir türlü yazamamaktan yakınıp çare soran kaç insana akıl vermişliğim vardır halbuki: Tıkanmanın tek çaresi yola devam etmektir kardeşim. Berbat, gereksiz, anlamsız şeyler çiziktireceksen bile her gün, bilemedin her hafta çiziktireceksin bir şeyler... İşte bunu bilen, bunu diyen fakirin kendisi bu reçeteye uymuyorsa bilin ki orada sıkıntı vardır.
Bu hayattaki en sevimsiz, tatsız meselelerin bir diğeri de, hiç kuşkusuz, kişi kendine verdiği sözü tutmamaktır. Bakalım tutabilecek miyiz.
İstanbul'da meseleden bol ne var deyince tabii bu işin bir yüzü, diğer yüzüyse şudur ki yazmak dedin miydi malzemesi de kişinin içindedir sanki, ne dersiniz?
Yaz günlerinize bolca serinlikler dilerim efendim.
21 Haziran 2022
Müslümanlarla Frenkler
Peygamberin ümmeti dokuzuncu yüzyıldan sonra kendi kaderinin iplerini elinden kaçırmıştı. Yöneticilerinin hemen hepsi yabancıydı. İki yüzyıllık Frenk işgali boyunca gözlerimizin önünde resmi geçit yapan onca kişilikten hangileri Araptı? Vakanüvisler, kadılar, birkaç yerel emir (...) ve iktidarsız halifeler. Ama iktidarı asıl elinde tutanlar ve hatta Frenklere karşı mücadelenin belli başlı kahramanları -Zengi, Nureddin, Kutuz, Baybars, Kalavun- Türk’tü; el-Efdal Ermeni’ydi; Şirkuh, Selahaddin, el-Adil, el-Kâmil Kürt’tü. Bu devlet adamlarının çoğu kültürel ve duygusal açıdan Araplaşmıştı haliyle; ama Sultan Mesud’un 1134’te Halife el-Müsterşid’le tercüman aracılığıyla konuştuğunu unutmayalım; çünkü Bağdat’ın kendi boyu tarafından fethedilmesinden seksen yıl sonra bile bu Selçuklu sultanı tek kelime Arapça bilmiyordu. Daha da kötüsü: Arap veya Akdeniz uygarlıklarıyla hiç ilgisi olmayan çok sayıda bozkır savaşçısı durmadan gelip yönetici askeri kasta katılıyorlardı. Baskı altına alınan, ezilen, horlanan, kendi topraklarında yabancı konumuna düşürülen Arapların yedinci yüzyılda başlamış kültürel gelişmeyi sürdürmeleri olanaksızdı. Frenkler geldiğinde bulundukları yerden bir adım ileri gidemeyip geçmişin mirasını yemekle yetinmeye başlamışlardı bile. Ve bu yeni istilacılardan birçok alanda üstün olsalar da, gerileme dönemine girmişlerdi aslında.
Arapların [bir diğer] “hastalığı”, istikrarlı kurumlar inşa edememeleridir. Frenkler ise Doğu’ya gelir gelmez gerçek anlamda devletler kurmayı başarmışlardır. Kudüs’te saltanat verasetinde genellikle bir çatışma çıkmıyordu; krallık meclisi hükümdarın siyaseti üzerinde etkili bir denetim kuruyor ve ruhban sınıfının iktidar oyunundaki rolü de kabul ediliyordu. Müslüman devletlerde ise durum hiç böyle değildi. Her monarşi, hükümdarın ölümüyle bildikte sallanıyor, iktidar ne zaman el değiştirse iç savaş tehlikesi yaşanıyordu. Bu hadisenin tüm sorumluluğu, devletlerin varlığını bile sürekli tehdit eden, o ardı arkası kesilmeyen istilalara yüklenebilir mi? Suçu, ister doğrudan Araplar isterse Türkler veya Moğollar söz konusu olsun, bölgeyi egemenliği altına alan halkların göçebe kökenli oluşunda mı aramak gerekir? (...) Aynı sorun, çok az değişmiş bir ilişkiler toplamı içinde, yirminci yüzyıl sonu Arap dünyasında da hâlâ gündemde[dir].
İstikrarlı ve kabul gören kurumların bulunmamasının, özgürlükler üzerinde de belli sonuçlara yol açması kaçınılmazdı. Batılılarda, Haçlı Seferleri döneminde, hükümdarın iktidarına ihlal edilmesi epey güç ilkeler yön verir. Üsâme, Kudüs Krallığı’na yaptığı bir ziyarette, “şövalyeler bir karar verdiklerinde, kralın bunu değiştiremediğini veya bozamadığını” saptar. İbn Cübeyr’in Doğu seyahatinin son günlerine ait şu tanıklığı daha da anlamlıdır:
Tibnin’den ayrıldıktan sonra, ardı arkası kesilmeyen bir dizi çiftlik ve köyden geçtik; topraklar gayet güzel sürülmüştü. Buraların tüm sakinleri Müslüman, ama Frenklerle iyi geçiniyorlar. (...) Evleri kendilerine ait ve mallarına, mülklerine de hiç dokunulmamış. Suriye’de Frenklerin denetimi altındaki bölgelerin hepsinde bu düzen geçerli: Araziler, köyler ve çiftlikler Müslümanların elinde kalmış. Kendi durumlarını Müslüman bölgelerinde yaşayan din kardeşleriyle kıyasladıklarında, bu adamların çoğunun gönlüne kuşku düşüyor, çünkü Frenkler onlara hakkaniyetle davranırken, öteki taraftakiler kendi dindaşlarının adaletsizliğine maruz kalıyor.
Amin Maalouf, Arapların Gözünden Haçlı Seferleriİbn Cübeyr endişelenmekte haklıdır, çünkü bugün Güney Lübnan olan bölgenin yollarında çok ağır sonuçlara gebe bir gerçekliği keşfetmiştir: Frenklerdeki adalet anlayışı, Üsâme’nin de vurguladığı gibi, “barbar" diye nitelenebilecek bazı yönler içerse de, onların toplumu “hak dağıtıcı olma” avantajına sahiptir. Yurttaş kavramından henüz eser yoktur kuşkusuz, ama feodallerin, şövalyelerin, ruhban sınıfının, üniversitenin, burjuvaların, hatta “kâfir" köylülerin, herkesin çerçeveleri gayet iyi belirlenmiş hakları vardır. Arap Doğusu'nda mahkemelerin yargılama usulleri daha akılcıdır; yine de baştaki emirin keyfi iktidarının hiçbir sınırı yoktur. Bu yüzden hem ticaret kentlerinin gelişimi hem de fikirlerin evrimi gecikmiştir.
Hatta, İbn Cübeyr'in tepkisi daha yakından düşünmeyi de hak etmektedir. Hem “melun düşman"ın vasıflarını kabul etme dürüstlüğünü göstermekte hem de Frenklerin hakkaniyetinin ve iyi idarelerinin Müslümanlar açısından ölümcül bir tehlike olduğu kanısından hareketle beddualar yağdırmaktır. Müslümanlar, refahı ve rahatlığı Frenk toplumunda bulurlarsa dindaşlarına -ve dinlerine- sırt dönmezler mi? Seyyahın bu tavrı, ne denli anlaşılabilir olursa olsun, kardeşlerinin de mustarip olduğu bir hastalığın da belirtisidir: Haçlı Seferleri'nin en başından en sonuna kadar, Araplar Batı'dan gelen fikirlere açılmayı reddetmişlerdir. Uğradıkları saldırıların belki de en yıkıcı etkisi bu alandadır. İşgalci açısından topraklarını fethettiği halkın dilini öğrenmek bir hünerdir; istilaya uğrayan halk açısından fatihlerin dilini öğrenmek ise bir taviz, hatta ihanettir. Gerçekten de çok sayıda Frenk Arapça öğrenirken birkaç Hıristiyan dışında memleket nüfusu Batılıların dillerine kulaklarını tıkamışlardır.
28 Nisan 2022
Yalancı sabah gibi parlayıp sönen şöhretimi hatırladım
Sonra geçip giden ve bir daha geri dönmeyecek olan ömrümü acı acı düşündüm. Gençlik yıllarımda beslediğim ümitleri, istikbale olan güvenimi, ilk denemelerimde topladığım takdirleri, yalancı sabah gibi parlayıp sönen şöhretimi hatırladım. Bir zamanlar hep küçümseyerek baktığım, ama şimdi azim ve sebatla çalışmış olmaları ve düzenli hayatları sayesinde bir bakıma beni fersah fersah geride bırakmış bulunan okul arkadaşlarımın isimlerini saydım. Bir an boşluktan bunaldığımı hissettim. Cimri insanlar, biriktirdikleri hazinelere bakarken bunlarla neler alınabileceğini hayal ederlermiş. Ben de Ellénore’u düşünürken onun yüzünden nice başarılardan uzak kaldığımı fark ettim. O zamana kadar hiçbir mesleği denememiştim. Bu yüzden şu veya bu mesleğe girdim de başarılı olamadım diye değil, hiçbir mesleğe yönelmedim diye hayıflanıyordum. Ayrıca çalışıp yorulmanın ne olduğunu da bilmediğim için, yapabileceğim bir sürü meslek olduğunu düşünüyordum. Kendi kendime "lanet olsun" diyordum, keşke zayıf, beceriksiz, sıradan bir kişi olmasaydım, hiç olmazsa o zaman böyle boş gezmenin kabahatini kendimde aramazdım. “Olmadı, ne yapayım” derdim. Halbuki herkes benim zekâmı ve bilgimi övüyor ve bu övgüler beni kahrediyordu. Kendimi, zincire vurulup zindana atılmış olan ve pazularını herkesin hayranlıkla seyrettiği bir atlete benzetiyordum. Bazan bir iş tutmak için yaşımın henüz geçmediğini düşünerek cesaretimi topluyordum ama bu sefer de karşımda Ellénore’un hayali beliriyor ve beni yine boşluğa sürüklüyordu. Bu yüzden içimde ona karşı büyük bir öfke duyuyordum. Ama nedendir bilmiyorum, bu öfke Ellénore’un üzülmesine sebep olacağım endişesini kafamdan silemiyordu.
12 Mart 2022
Aşk iki kişiliktir
— Hiç olur mu öyle şey, Sevgili Bloğum, duymamış olayım.
— Niye yazmıyorsun öyleyse?
31 Aralık 2021
25 Aralık 2021
Atkı
O gün yakalı bir kıyafet giymiştim ve hava da adlı adınca soğuk olduğundan atkımı da bağlamıştım elbet. Gelgelelim kıyafetimin yakalı oluşu atkıyla da birleşince rahatsız ediyordu yürürken. Gün dediğime bakmayın tabii, düpedüz akşamdı. Öylecene, arada bir elimi atıp boynumu rahatlatmaya çalışarak geçirmiştim geceyi eve gelene kadar. Ertesi günü gene atkıyı bağlamakla birlikte, bir atkıyla beraber giyilebilecek en rahat kıyafeti giyip çıktım. Gelgelelim hava atkılık bir hava değildi, sıcak bile sayılabilirdi. Çıkardım boynumdakini. Elinde bir atkıyla dolaşmanın ne denli sıkıcı olacağını herhalde herkes bilir. Sırt çantası yerine de yandan askılı bilgisayar çantası almıştım ve işte, bir bilgisayar çantasına bir atkı sığdırmaya çalışmanın da gene ne denli sıkıcı olacağını herkes bilir. Üstelik de bu atkı elle örülmüş kalınca bir atkıysa. Elimde taşımayacaktım haliyle, çantanın kulplarından geçirdim, ortaladım ki düşmesin. Fakat bu kez de yürüdükçe atkı bir yana doğru kayıyor, düşecek gibi oluyor, ben de tekrar düzeltiyordum. İkide bir de bakıyordum, düşüyor mu diye. Bir yandan da, akşama hava nasılsa soğur, bağlayıp da eve dönerim, diye avutuyordum kendimi.
Biz insanoğlu ve insankızlarının bütün hayatı böyle geçiyor işte. İstediklerimiz olmadığı gibi, istemediklerimiz de oluveriyorlar. Zaman zaman da kimilerimiz avunuyor. Avunmak deyip geçmemek lazım, diyenler de az değil tabii, vardır bir bildikleri. İyi hoş da hayat büsbütün çekilmez mi yani, hiç mi yerine gelmez isteklerimiz? Gelir elbet, öbür türlü yaşanır mıydı yoksa?
Metrobüsle geçerken köprü trafiğine takılıp da yavaşlayınca insanın aklına türlü türlü düşünce geliyor doğrusu. Bugün de eskilerde televizyonlardan, gazetelerden gördüğümüz intihar girişimleri geldi aklıma. İntihara niyetli biri neden Boğaz'a atlar diye meraklandım. Onca yüksek bina varken suya atlamanın anlamı nedir? Neyse, zaten millet ölmüş, bir de ölümden söz etmeyelim şimdi. İntihar demişken aklıma geldi, Azrail'i Beklerken hâlâ en sevdiğim filmler arasındadır. Bir İntihar Efsanesi'ni ise büyük bir hevesle elime almış, üstelik okuyup bitirmiş ama hiç sevmemiştim.
***
Hayat kısa mıdır uzun mu? İnsanın ömründe bir kez dahi olsa bu soruyu ciddi bir şekilde kendine sorması gerekir. Ben sormuş muyumdur? Sormasına sormuşumdur fakat ne derece ciddi, bilmiyorum.
Geçen hafta bu vakitte neredeysem tam olarak şu anda da oradayım. Ama bir hafta da olsa zaman geçip gitmiş, bir daha da asla geri gelmeyecek.
***
Handiyse yirmi yıldır internette bir şeyler karalıyorum. Bu blogdaki serüvenim de on beş yılını doldurdu. Başlarda her genç gibi görünmek istiyordum doğal olarak. Ne ki kimsenin pek önemsediği yoktu karaladıklarımı. Şimdiyse –sanırım şöyle bir beş yıl kadardır– hiç mi hiç üzerinde durmuyorum karalayıp çiziktirdiklerimi kimlerin gördüğünden. Fakat tuhaftır, bazen hiç ummadığım biri bloğumu takip ettiğini söylüyor. Kim bilir, hayatta hiç ummadığımız daha neler neler oluyordur da haberimiz bile olmuyor.
Son hesaplaşmada hayat ilginç bir trene benziyor arkadaşlar. Mutlu yıllar...