Bana kitaplarını gönderen dosta haziran kararında sıcak teşekkürler.
Böylelikle merak etmeye başladım, kırk yıl, elli
yıl sonrasının yazarlarını. Bundan yarım asır sonra edebiyat kitaplarında
kimlerin metni olacak, kimlerin hayat hikâyesi anlatılacaktı? Herhalde onlar da
o zaman pat diye ortaya çıkmayacaklardı, bugünden “hazırlanıyor” olmalıydılar.
Türkçe edebiyatın gelecekteki büyük bir yazarı
olacağına kuşkum olmayan İsmail Pelit, bugün otuz yaşında ve on yedisinden beri
düzenli olarak yazıyor.
Pelit’in adını Notos'un Ağustos-Eylül 2009 sayısında,
Cem Akaş'tan duydum. Edebiyatımızın Önünü
Açacak Yollar'ın konuşulduğu bu sayıda Akaş, “kalıpların dışına çıkmak için
hangi yeni biçimler denenebilir?” sorusunun bir cevabı olarak üç ismin
yapıtlarını örnek gösteriyordu. Onlardan biri adını çokça duymuş olduğum ama maalesef henüz bir kitabını okuyamadığım Faruk Ulay, diğer ikisi ise adlarını
ilk kez duyduğum Erhan Memiş ve İsmail Pelit’ti.
Akaş, Pelit’in Cami adlı romanının son yıllarda gördüğü en sıkı ve şaşırtıcı
metinlerden biri olduğunu söylüyordu. Cem Akaş’ın kim olduğunu biliyordum, genç
yaşında YKY gibi, son derece kaliteli yüzlerce kitap yayımlamış bir yayınevinde
editörlük yapacak kadar kitaptan anlar biri bunları söyleyince merak etmeye
başladım haliyle. “İsmail Pelit, … ‘edebiyat çevreleri’ni hazırlıksız
yakalamış ve sarsalamış, yeni ve genç bir Bilge Karasu olarak selamlanmış,
merkezde –İstanbul’da– kendini sorgulayan yazarların sayısında gözle görülür
bir artış yaratmış olmalıydı,” diyordu.
Aradan bir buçuk-iki yıl geçtikten sonra, bu kez
Cem Akaş’ın blogunda rastladım İsmail Pelit’e ve kendi blogundan takip etmeye
başladım. Hiç büyük harf kullanmıyor, ilk gözüme çarpan özelliği bu oldu.
Metinleri ise pek çok kimsenin “ağır” diye nitelendirdiği türden. Üstünde bestseller yazan, çıktığında güya
ortalığı kasıp kavuran ama üzerinden bir-iki yıl geçtikten sonra okuyanların
bile adını hatırlamadığı şu popüler kitaplardan başka kitaba aşina olmayanlar
için Pelit’in metinleri ağır gelecektir elbette. Onu tanımadan, yaşını bilmeden
metinlerini okuduğunuzda, ununu elemiş eleğini asmış biri sanmanız işten bile
değil. Cem Akaş’ın dem vurduğu gibi, bizler hep aynı şeyleri okumaya alışmışız,
bu yüzdendir ki yeni, alışılmamış metinler okuduğumuzda yabansıyor, anlamakta
güçlük çekiyor, böylelikle de ağır buluyoruz. Onun metinleri de böyle işte.
***
Son yazısında Pelit, kendini başarılı bulmadığını söylüyor. Üstelik yazdıklarını da güzel bulmuyormuş. Bana kalırsa kendine düpedüz haksızlık ediyor. Bu memlekette yazar olmak kolay mı? Her şeyden önce okuma müptelasısın. Bırak toplumu bir kenara, annen, baban, eşin, kardeşin gibi en yakınlarının, "çok okuma, kafayı yiyeceksin" dedikleri bir toplumda yaşıyorsun. Dahası -ve daha da kötüsü- toplum seni, kendinden olmayanı dışlama dürtüsüyle dışlıyor, evet, sen onlardan biri değilsin, çünkü suya sabuna dokunmayan, bilgisizliğiyle gayet mutlu mesut yaşayıp giden bir toplumun içinde ayrıksı olansın. Bu yetmiyormuş gibi bir başka derdin daha var, yazdıklarını insanlara ulaştırmak, onlarla paylaşmak, her ne kadar bugün İnternet gibi bir nimet söz konusuysa da, o kadar zor ki bu ülkede. Sayıları denizde kum kadar olan yayınevlerinin neredeyse tamamı kâr etmek peşinde. Bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda birkaçı dışında kitabı önemseyen, kitabın ne olduğunu bilen yayınevi yok. Sayıları belki milyonu bulan kıraathanelerinde ise, kıraat kelimesinin ne olduğunu bilen bir Allah'ın kulu yok. Şimdi, böylesi bir toplumda yazar olmak kolay mı sahiden? Ben bilmiyorum, buradan bakınca olabildiğince zor gibi görünüyor.
***
Son yazısında Pelit, kendini başarılı bulmadığını söylüyor. Üstelik yazdıklarını da güzel bulmuyormuş. Bana kalırsa kendine düpedüz haksızlık ediyor. Bu memlekette yazar olmak kolay mı? Her şeyden önce okuma müptelasısın. Bırak toplumu bir kenara, annen, baban, eşin, kardeşin gibi en yakınlarının, "çok okuma, kafayı yiyeceksin" dedikleri bir toplumda yaşıyorsun. Dahası -ve daha da kötüsü- toplum seni, kendinden olmayanı dışlama dürtüsüyle dışlıyor, evet, sen onlardan biri değilsin, çünkü suya sabuna dokunmayan, bilgisizliğiyle gayet mutlu mesut yaşayıp giden bir toplumun içinde ayrıksı olansın. Bu yetmiyormuş gibi bir başka derdin daha var, yazdıklarını insanlara ulaştırmak, onlarla paylaşmak, her ne kadar bugün İnternet gibi bir nimet söz konusuysa da, o kadar zor ki bu ülkede. Sayıları denizde kum kadar olan yayınevlerinin neredeyse tamamı kâr etmek peşinde. Bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda birkaçı dışında kitabı önemseyen, kitabın ne olduğunu bilen yayınevi yok. Sayıları belki milyonu bulan kıraathanelerinde ise, kıraat kelimesinin ne olduğunu bilen bir Allah'ın kulu yok. Şimdi, böylesi bir toplumda yazar olmak kolay mı sahiden? Ben bilmiyorum, buradan bakınca olabildiğince zor gibi görünüyor.
Velhasılıkelam, bir yıldır blogunu takip ettiğim, şimdi de kitaplarını okumaya başladığım Pelit'i çok başarılı buluyorum. Yazdıkları da pek güzel. (Hem, güzel göreli bir kavram değil miydi?)
Pelit'in yayımlanmış altı kitabı var. "Farklı" bir şeyler arıyorsanız, Cami başta olmak üzere şiddetle öneririm.
Pelit'in yayımlanmış altı kitabı var. "Farklı" bir şeyler arıyorsanız, Cami başta olmak üzere şiddetle öneririm.
Cami'yi okudunuz mu? Kaç kişi okudunuz? :)
YanıtlaSilİsmail Beyin kitapları, alışkın olduğumuz kolaylıkta ve çizgide okunabilir sayılmaz:)Ama kendi üslubunun oturmuş olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Cami'ye başlamak istiyorum ben de en kısa sürede.
Cami'yi bir bedende iki kişi "okuduk". Önce [Cami]'yi, sonra {Cami}'yi okumanızı tavsiye ederim. Ben öyle yaptım.
YanıtlaSilTavsiyenizi tutalım o halde:)
Sil