Muallim beyler ve Muallime hanımlar!... "MUallimlik" ve "Muallimelik" gibi bir vazife-i kusiyyeye ta'yin olunup, Mearif Vekletinde nasb edilmenizden duyduğum memnuniyeti ifade eder, cümlenize, vezaifinizde muvaffakiyetler temenni eyler çeşm-i pür-ziyalarınızdan mahabbetle bus ederim.Gel de öztürkçecilere hak verme. Vatandaşın biri diyalektik materyalizm'i eytişimsel özdekçilik olarak Türkçeleştirdi diye bizim hocalardan biri adamla alay etmişti.
From Wikipedia |
Yıl demek ile sene demek arasında ne gibi bir fark vardır? Ben göremiyorum, varsa gören lütfen bana da gösterebilir mi? Sözcük'le kelime'yi bir arada kullanınca ne oluyor mesela? Ya da görev, misyon ve vazife'yi? Bir şey olduğu yok. Ama örneğin, vezaif deyince bir şeyler oluyor değil mi? Shopping yapacağım deyince de elbette çok şeyler oluyor.
via |
Kaldı ki yeni nesil sandığınız kadar da kolay anlayan bir nesil değil. Var olan kelimeleri bile doğru dürüst yazamayanlar var. Eğitim-öğretim ordumuzun saflarına katılsanız da görseniz, her gün kullandığı kelimenin sözlükte nasıl yazıldığını bilmeyen öğretmenler var, öğrencileri geçtim. Deyim'e değim diyen milletvekili var, şu anda mecliste. Twitter'da, bizi temsil eden politikacıları takip edin, neler var neler.
Demem o ki,
1. Yeryüzünde "öz" dil yok. Öz dil yaratmaya çalışmak sözlükleri çırılçıplak bırakır. Taksi, şoför, biyoloji, muhafaza, maksat, şayet, şapka, kuluçka, sivil, korsan, hobi kelimelerini kullanmak kimseyi alçaltmaz. Can diye bir sözcük var örneğin Türkçede, ama kökeni Türkçe değil. Can'ı çıkarıp atmayı bir denesenize.
2. Yeryüzünde bir yere çiviyle çakılıp kalmış dil de yok. Eskiyi muhafaza edeceğim diye diye, bir zaman gelir, bakarsınız ortada sizi anlayabilen tek bir kişi yok. Muhafazakarlık, elde olan bir şeyi muhafaza etme çabasıdır. Elden çıkmış, uçup gitmiş bir şey için pişmanlık duyulabilir, bu insani bir durumdur, ama o uçup giden şeyi hâlâ muhafaza etmeye çalışmak akılsızlıktan başka bir şey değildir.
Benim yaklaşımım da sizinki gibi, dil konusuna. Şimdiki geçlerin "konuşamama"sı elbetteki onların suçu değil...Dilini,ülkesini, geleceğini umursamayan ve öğretemeyenlerin suçu...Bİr "devlet" politikası olarak eğitim-öğretim politikası,stratejisi vb. üretmeyenlerin suçu...
YanıtlaSilİzninle bu yazıyı paylaşmak istiyorum.
YanıtlaSilAmann yemişim dilini..belki zaman gelir insanlar koklaşa koklaşa anlaşacak niye karışıyorsun ki bu doğal dengeye...
YanıtlaSilSelam N. Narda, her zaman yorumlarınla bloga renk katıyorsun. Sağol...
YanıtlaSilMerhaba Buğday Tanesi, tabii ki paylaşabilirsin. Biz eski blogdaşız, sormana bile gerek yok. :)
YanıtlaSilcaynees sabah sabah beni ne kadar güldürdün bilemezsin. Allah da seni güldürsün. Bu koklaşarak anlaşma meselesi üzerinde uzun uzadıya durulabilir. Medeniyetimiz bazı dört ayaklılara konuşmayı henüz değil ama en azından konuşulanı anlamayı öğretmiş durumda. Buna mukabil, bazı iki ayaklılar da konuşmayı yavaş yavaş unutmaya çabalamakta ve yerine koklaşarak iletişmeyi yeğlemektedir. Çok ilginç bir noktaya parmak bastın vesselam.
YanıtlaSil