6 Kasım 2012

Nefis Bir Öykü

Bu yıl okuduğum en güzel öykü. Siz de görün, dedim ve blogda paylaşıyorum. 


Kadın Tohumu

Nazlı Eray

Pazar sabahı bir yandan kahvemi yudumluyor, bir yandan da günlük gazetenin iç sayfalarına göz atıyordum. Sabahın ilk sigarasını yakmıştım; her zaman olduğu gibi hafifçe başım dönüyordu; ilk sigarada böyle oluyordu. Hoşuma gidiyordu bu.
Üçüncü sayfanın altında, ölüm ilanlarının bir kenarına sıkışmış, tırtıllı çerçeveli bir ilan gözüme çarptı.
"Ankaralı bekarlara müjde! İthal kadın tohumu mağazamızda satışa sunulmuştur. Özel olarak hormonlanmış, aşılanmış, İsviçre’nin ünlü Basel laboratuvarlarında işlemden geçmiş; egzotik kadın tohumları, hava geçirmez vakumlu poşetlerde, uygun fiyatla satışa sunulmuştur. Tohumlar her türlü toprakta, saksıda büyüyebilir. Başlık parasına paydos! Geniş bilgi mağazamızın alt kat, mutfak gereçleri bölümünde. Tükenmeden alın!"
Heyecanlanmıştım; hemen gazeteyi bırakıp müzmin bekar bir arkadaşıma telefon açtım.
"Alo, Zekai, Okudun mu?"
"Neyi?"
"Egzotik kadın tohumları satışa sunulmuş.."
"Anlayamadım.."
"Gazetede ilan var. Uyuyorsun yahu! Kadın tohumları.. Yarın gidelim, sana bir tohum alalım. Saksıda büyütürsün."
"Kadın mı?"
"Evet. Galiba yabancı kadın."
"Tohumdan mı çıkacakmış?"
"Evet. Kadın tohumu. Bitmeden alalım."
"Aman, sorumluluktur. İstemem."
"Zekai. Hep böyle yapıyorsun. Tohum bu, tohum! Dene bakalım."
"Tamam, olur, gideriz" dedi. Telefonu kapattım.
Zekai'de hiç cesaret yok. Bu yüzden evlenemedi gitti. Yaşı otuzbeş...
Telefon çaldı. Açtım.
Bir arkadaşımın babası. Yaşlı bir dostum. İzmirli bir tüccar. İşleri iyidir.
"Okudunuz mu?" diyordu.
"Kadın tohumlarını mı? Az önce okudum."
"Ben birkaç kutu alacağım, yarın ilk iş..."
Elimde olmadan güldüm.
"Ama Faruk Bey... Eşiniz Neriman Hanım ne der?"
Gevrek bir kahkaha attı.
"İzmir'deki bahçeye dikeceğim. Kimsenin ruhu duymaz"


"Sahi mi?"
"Tabii. Lale soğanları ile birlikte dikmeyi düşünüyorum. İçlerinde İsviçreli kızlar, Güney Amerikalı dilberler, Viyanalı sarışınlar varmış."
"Müthiş bir şey!" dedim. "Nereden öğrendiniz?"
"Mağazaya telefon ettim."
"İyi şanslar," diyerek kapattım telefonu. Tam yerime oturuyordum ki, kapı çalındı. Baktım kapıcı gelmiş.
"Buyur Zülfikar"
"Ablacağım, senden bir yardım rica edecektim. Bana bilgi ver. Biliyorsun benim büyük oğlanı evlendiremiyoruz bir türlü. Başlık parası, çeyiz... Ekonomik koşullar... Gazetede bir şey gördük. Doğru mu acaba?"
"Doğrudur" dedim. "Kadın tohumu, değil mi?"
"Evet ablacığım. Biz seçemeyiz, sen bize yardımcı olur musun?"
"Yarın sabah o mağazaya gidiyorum, al oğlunu gel," dedim.
"Sağol ablacağım," dedi. Kapattım kapıyı, Kahvem soğumuş. Tam çaydanlığın altını yakıyordum ki, gene telefon çaldı.
İstanbul'dan babam arıyordu.
"Nasılsın babacığım?"
"İyiyim, gazetede bir ilan gördük annenle. Okudun mu? Kadın tohumları satılıyormuş... Mağazanın İstanbul'da şubesi yok. 'Kardeşine bir tohum seçsen, bitmeden' diyor annen," dedi.
"Tamam baba," dedim. "Yarın gidiyorum oraya..."
Babam, "Olgun bir şey seç. Boş olmasın. Dikkat et." dedi. Usulca ekledi: "İstersen bir tane de bana al!"
"Aman babacığım! Ne yapacaksınız? Annem..."
Babam aynı alçak sesle devam etti. "Macar kadını varmış diyorlar. Şu savaş öncesi Macar kadınlarından... Beyaz tenli, insanı mutlu eden. Ben tohumu saklarım evladım, bir köşede durur. Sen iki tohum seç," dedi.
"Tamam babacığım." dedim. Kapattım telefonu.
Kapatır kapatmaz, telefon yine çalmaya başladı. Açtım, Zekai.
"Düşündüm, taşındım; alsak mı acaba şu kadın tohumundan... Fakat büyük sorumluluk. Bir türlü karar veremiyorum." dedi.
Belli kafası karışmış.
"Zekai," dedim. "Dinle beni. Tabii alıyoruz tohumu! Yahu herkes kutu kutu alıyor. Neden korkuyorsun oğlum?"
"Ya bakıp büyütemezsem?"
"Sen hele al, dikelim saksıya... Vallahi olmazsa ben büyütürüm" dedim. Utangaç utangaç güldü. Sabah mağazada buluşmak üzere vedalaştık.
Kahveyi yaptım, bir iki yudum aldım. Aklıma bir başka arkadaşım geldi. Bu da Zekai'nin tam tersidir. Playboy Şükrü, çapkınlıktan evlenemiyor.
"Alo Şuşu?"
"Nasılsın hayatım? Yalnız mısın?"
Güldü, "Yalnızım!"
"Gazeteyi okudun mu?"
"Neyi?"
"Kadın tohumları satışa sunulmuş!"
"Ne diyorsun!"
"Evet, müthiş bir şey... Almayı düşünür müsün?"
Bir an düşündü.
"Etraf kadın dolu... Tohumu ne yapayım. Bakması, büyütmesi... Hem üçüncü dünya ülkelerindendir bu tohumlar. Damping mi var, dedin. Yani bir Vietnamlı filan çıkar, çekilmez."
"Yahu deli misin? Tohumlar İsviçre'de özel laboratuvarda işlemden geçmiş. Egzotik kadın tohumları bunlar oğlum!"
"Hmm... Mesela Tahitili var mıdır?"
"Neden olmasın? Aman, sen de çok nazlısın! Alacak mısın diye sordum işte."
"Alırım bir tane, senin hatırın için," dedi. Güldük, kapattık telefonu.
Kapı zır zır çalıyor. Açtım.
Karşı apartmandaki emekli komşu gelmiş.
"Hanımefendi, size bir şey danışmak istiyorum," dedi. "Bağışlayın, zamansız geldim..."
"Buyrun, rica ederim... Tohumlar mı?"
"Evet. Nereden bildiniz? Nedime'nin vefatından sonra çok yalnız kaldım, biliyorsunuz. Acaba alsam mı diyorum bir tohum?"
"Hayri Bey; bana kalırsa hiç düşünmeden alın. Ben yarın sabah bazı arkadaşlarla mağazaya gidiyorum," dedim. Adamcağız sevindi.
"Orada görüşürüz öyleyse," diyerek kapıyı çekip gitti.
Kahvemi yudumluyorum, peşpeşe cigara yakıyorum, heyecanlandım tabii. Bekar arkadaşları düşünüyorum.
Ne kolaylık tanrım, ne kolaylık... Kendin dik, kendin büyüt! Ondan sonra da kur yuvanı. İstediğin gibi alıştır kadını, rahat et.
Çevirdim bir numara: "Alo, Ayşe ..."
"Gazeteyi gördün mü?"
"Kadın tohumları mı? Gördüm."
"Dinle. Herkes yarın bunları kapışacak! Yahu, bizimkiler de almasın?"
"Parçalarım vallahi!"
"Neyse, ben yarın dükkana gidiyorum. İstersen sen de uğra."
"Tamam."
"Biliyor musun, belki ben de bir tohum alırım!"
"A, erkek tohumu da mı var?"
"Yok, kadın tohumu... Hani belki mazbut biri çıkar da, ev işlerinde yardımcı olur."
"Boşver," dedi Ayşe. "Gecekondudan buluruz. Saksıda yetiştirmek uzun iş."
"Eh, sen bilirsin!"
Gene kapı! Açtım.
Zekai gelmiş. Heyecandan tir tir titriyor.
"Gir içeriye, bu ne hal?" dedim.
"Yahu düşüne düşüne bir garip oldum. Şu kadın tohumları... Nasıl yapacağız? Ay, deli olacağım?" dedi. Koltuğa çöktü.
"Bu kadar büyütme işi. Kendin yetiştireceksin Zekai. Bir düşünsene..."
"Ya kaçarsa?"
"Yahu, niye kaçsın? Hoş tutarsın, kaçmaz."
"Pekiyi, tohumun iyisini nasıl anlayacağız?"
"Orası artık şansa kalmış," dedim, "Dua et de bitmeden bir tane alabilelim!"
Akşamüstünü Latin Amerikan edebiyatı okuyarak geçirdim. Saatimi sabah 8'e kurdum.
Gece uyumadan kadın doğum doktorumun evine bir telefon açtım.
"Alo, Mustafa Bey?"
"Buyurun..."
"Verdiğiniz ilaç iyi geldi. Akıntım geçti."
"Tabii... Baharda doğaldır bu bakteryel akıntılar."
"Size bir şey soracağım. Bilmem duydunuz mu? Kadın tohumları satılıyormuş..."
"Evet, bu sabah muayenehanede söylediler."
"Ne dersiniz, sağlık açısından bu kadınlar nasıldır? Bekar arkadaşlara tavsiye ettim de..."
Doktor bir an düşündü. "Yetiştirilecekleri toprak steril olmalı... Hayvansal gübre katiyen kullanılmamalı. Tabii bu kadınlar oluştuktan sonra bir "smear-test" yaptırılsa iyi olur. Aids virüsü düşündürüyor beni. Ama yaşam çok kısa. Bekarlar bir denesinler bakalım bu tohumları..." dedi.
Teşekkür edip, kapattım telefonu.
Gece karmakarışık düşler gördüm. Dinlenmeden kalktım sabah, çarçabuk hazırlandım. Saat 9'da mağazanın önündeydim. Geç kalmışım, bir kalabalık, bir izdiham! Eziliyordum neredeyse. İçeride Zekai'yi buldum. Rengi kül gibi, elleri terliydi.
"Gel," dedim. "Gel şu yana... Tohumları bulalım..."
Kalabalığın içinde, "Tohumlar bitmiş!" diye bir söylenti dolaştı. Yanımdaki kırsal kesimden geldiği belli olan bir delikanlıya sordum: "Kardeşim; şu tohumlar nerede satılıyor?"
"Vallahi, şu karşıki rafın orada ama oraya ulaşmak mümkün değil. Dışarıda, kapının yanında karaborsa satış başlamış..."
"Fiyatlar nasıl?"
"Her kafadan bir ses çıkıyor. Yüzbin diyorlar, ellibin diyen var. Karaborsa, İkiyüzelli-üçyüz," dedi.
Canım sıkılmıştı.
"Alamaz ki vatandaş bu kadar pahalı kadın tohumu! Bu kalabalık eli boş dönecek..."
Yanıbaşımdan bir başörtülü kadın, "Oğlanı başgöz edeceğiz evladım. Şu tohumdan bir de biz alabilsek!" dedi.
"İlerle teyzeciğim ilerle... Haydi Zekai" Kan ter içinde tohumların satıldığı reyona varmıştık. Satıcı kıza sordum:
"Kaldı mı kadın tohumu?"
"Çok az kaldı. Şuradan seçiverin! İkinci parti gelmeyecek. Fiat mı? Elli bin."
Zekai parayı hazırlamıştı. Bir tane babama, bir tane kardeşime aldım. Öyle rastgele... Arkadan itiyorlar, bastırıyorlar, boğulacağım.
"Haydi Zekai, seç bir tane." Zar zor bir tohum beğendi; verdik parasını, paketlerimiz yapılıyor.
"KDV'si var mı?"
"Olmaz olur mu?" dedi tezgahtar kız, "İşte fişleriniz..."
Kapıcı Zülfikar efendi de bir tohum alabilmiş; kalabalıkta gördüm onu. "Hayırlı olsun," dedim.
"Sağol ablacığım," dedi. "Funda toprağına ekeceğiz."
Dışarıda kalanlar söyleniyor: "Kadına bu kadar rağbet olması... Şaşılacak şey doğrusu..."
Sakallı bir genç, "Ucuz kadın bunlar ondan da ağabey," dedi.
Yanındaki yaşlı kızıp, bağırdı: "Tohum bunlar oğlum, tohum! Fide bile değil. Ucuz değil, pahalı! Halkı aldatıyorlar. Ellibine kadın tohumu olur mu?"
Altın dişli, güngörmüş bir yaşlı kadın: "Oğluma iki tohum aldım" dedi. "Dikeceğiz. Hangisini beğenirse... Ötekisi de küçük oğluma olur. Güzel kadın tohumu bunlar..."
Karaborsacı el altından satış yapıyordu. Kalantor kılıklı bir adam: "Seri var mı oğlum?" dedi.
"Piyango bileti mi bu baba? Ne serisi? Tek tek işte..."
"Tamam ver iki tane."
"Buyur..."
"Aman Zekai," dedim, "daraldım, sıkıntı geldi. Burası çok kalabalık. Yahu; hayret ettim, sokaklar kadın dolu, kimse dönüp bakmaz. Şu ithal tohumların gördüğü ilgiye bak! Sevinmeli mi, düşünmeli mi, bilemiyorum."
Zekai elindeki kadın tohumuna sımsıkı sarılmıştı.
Bir dolmuşa atlayıp, evin yakınında indik.
Zekai dedi ki: "Güzel bir saksı alalım, iyi cins toprak alalım, aman her şey çok iyi olsun."
Eh, çeyiz hazırlığı, anlıyorum onu.
"Tamam, köşedeki çiçekçiden hepsini alabiliriz. Haydi gel."
Zekai'ye geniş toprak bir saksı, iki paket de funda toprağı aldık. Geldik eve... Bir kahve içmezsem, düşüp bayılacağım.
Sigara yaktım.
Zekai paketi açıyor...
Hey Tanrım, ne heyecanlı çocuk bu!
Kalpten gidecek.
"Aman, etiketi okuyalım." dedi Zekai. Gözlüğümü taktım; etiketi okudum.
"İthal kadın tohumu. İyi huylu, güler yüzlü, fazla para harcamayan tür. Yüksek eğitim, feminist ve politik bilinç aşılı. Tohumlar toprağın iki santim derinliğine dikilip, gün aşırı sulanacak. Çocukların erişemeyeceği yerde saklayınız. Dikkat: Son dikim tarihi, Nisan 1989."
Tohumlara bakıyoruz, ufak, iç fındık gibi bir şey bunlar. Uçlarından belli belirsiz yeşermiş filiz var.
Zekai tohumu bir türlü toprağa bırakamıyor! Öldürecek beni.
"Sorumluluk... Bir kadının sorumluluğu... Kolay iş değil bu..." deyip duruyor.
"Kes Zekai! Seni tohum bu hale getirirse, kadın ne yapar acaba? Allah iyiliğini versin! Haydi, dik tohumu ve sula."
Sonunda tohumu saksıya özenle dikip, küp suyu ile suladı.
Bizimkilerin tohumunu APS ile İstanbul'a yolladım.
Kapıcı ekmek dağıtırken, "Diktik ablacığım. Gölgeye koyduk, bekliyorum," dedi.
Akşamüstü karşı komşum emekli bay uğradı.
"Hayri bey. O kalabalıkta... Alabildiniz mi bari tohumu?"
Neşeli neşeli güldü. "Aldım, aldım. Diktim bile... Balkonda, kenarda duruyor." dedi.
Adam gittikten sonra döndüm Zekai'ye, "Bak şu yaşlı adam senden daha yürekli."
"Acaba yine sulasam mı saksıyı?" diye sordu.
"Üstüne düşme oğlum. Bırak, tohumu çürüteceksin!"
"Tamam, kızma!" dedi.
Zekai akşam aldı saksıyı, evine götürdü.
Ben bir süre sonra işlere daldım, bu tohum işini unuttum gitti.
Aradan iki ay geçti.
Bir sabah, telefonun sesiyle uyandım. Sırtıma sabahlığımı geçirip koştum, açtım. Karşıdan Zekai: "Kadın çıktı! Bu sabah çıktı! Ne olur atla gel" diye yalvarıyordu.
"Dur. Uykuluyum... Anlat. Nasıl bir şey? Güzel mi?"
Zekai heyecandan tıkanacak gibiydi.
"Güzel. Sarışın. Amerikalı galiba. İçeride banyo yapıyor. Aklımı oynatacağım! Ne olur gel, çok rahat bir kadın. Deliye döndüm, oynatacağım, yetiş!" diyordu.
"Dur, bekle. Giyinip geliyorum," dedim.
Kapı çalındı. Kapıcı Zülfikar Efendi ekmek dağıtıyordu.
"Ablacığım, kadın bu sabah çıktı. Dilini bir türlü anlayamıyoruz. Oğlanla sedirde karşılıklı oturuyorlar. Bizim hazırladığımız elbiseler ona pek uymadı. Ama altınları boynuna taktık!" dedi.
İndim kapıcının dairesine; Zülfikar'ın oğlu Mehmet, sedirde, esmer güzeli bir melez kızla karşılıklı oturmuştu. Bir yandan kızın gözlerine bakıyor, bir yandan da keyifle bıyıklarıyla oynuyordu.
Kızın kuzguni siyah saçları, soluk kahverengi bir derisi, çekik kara gözleri vardı. Marlon Brando'nun sevgililerine benziyordu.
"Hello!" dedim.
"Ello!" dedi kız.
"Do you speak English?"
Başını salladı, güzel beyaz dişlerini göstererek güldü.
"A little."
"Where are you from?"
"From Cuba, Havana." dedi. Ekledi; "Viva Fidel Castro!"
Döndüm Zülfikar'a; "Kız Kübalı, iyi olurlar. Çok güzel kız. Hoş tutun. Adalı. Türkçe öğrenir yakında. Haydi eyvallah! Viva Fidel!"
Kız uzun saçlarını arkaya atıp benimle vedalaştı, Mehmet sedirden kalktı; "Gidip Movita'ya manavdan bir kilo muz alayım," dedi.
Atladım taksiye, Zekai'nin evinin önünde indim. Kapıda beni bekliyordu, Arkasında kadife bornoza sarılmış, soluk kesen bir sarışın duruyordu.
Elimi uzattım ona. Kız "Hi!" dedi.
"Hello? Where are you from?"
"New York City!" dedi kız.
"Turnayı gözünden vurdun oğlum" dedim Zekai'ye. "Amerikalı kız sana çıktı."
"Bilmem ki," diye mırıldandı Zekai, "Ülkeyi görmek istiyor... Peribacalarına götüreyim diyorum. Sonra da annemlerle tanıştıracağım."
Kız gitti, teybe bir caz bandı koydu. Bir yandan saçlarını havlu ile kuruluyor, bir yandan da Zekai'nin sıktığı portakal suyunu içiyordu.
"Haydi," dedim, "eyvallah. İyi bak ona..."
"Tamam," dedi Zekai. Kız bir sigara yakmıştı. Oturduğu yerden bana el salladı.
Eve geldim. Babamlara telefon açtım. Babam çıktı telefona;
"Kızım sorma, kardeşin Daniş'inki Hintli çıktı. Biliyorsun Daniş sarışın sever. Çok kibar, çok hanım kız. Adı Viju. Annen çok beğendi ama Daniş'in biraz canı sıkıldı. Bakalım ne olacak... Alışacağız herhalde. Çok efendi kadın. Bugün biraz Rajiv Gandi'den konuştuk. Annen, zümrüt yüzüğünü ona taktı bu sabah," dedi.
Sesimi alçalttım,
"Baba öteki tohum ne oldu?" diye sordum. Babam fısıldadı;
"Viyanalı evladım. Avusturyalı. Tam aradığım insan. Sağolasın. Sabahtan beri valsler mırıldanıyorum, Etap'ta oda tuttum, orada kalıyor."
"İyi, iyi" dedim, Vedalaşıp, kapattık.
Eve dönerken manava uğradım. Manav Yunus Efendi heyecan içindeydi.
"Hayrola, bir şey mi oldu?"
"Evet, bizim gelin bu sabah çıktı."
"Demek siz de tohum almıştınız..."
"Evet, zar zor alabildik. Biliyorsunuz oğlan askerden geleli dört ay oluyor.
"Nasıl gelin?"

© Dmitry Ageev
"Vallahi çok iyi. Dilini anlayamıyoruz ama üst kattaki muhasebeci konuştu biraz. İtalyanmış. Napolili. Şimdi bizim hanımla lazanya yapıyorlar."
"Hayırlı olsun."
"Sağolasın ablacığım."
Baktım, karşı balkondan emekli bana el sallıyordu.
"Bir dakika buyurmaz mısınız? Bir kahvemi için," dedi. Mutlu görünüyordu. Çaldım kapıyı. Civciv gibi beyaza yakın sarı saçlı, mavi gözlü, gepegenç bir kız açtı kapıyı. Emekli tanıştırdı:
"Krista. Norveçli. Henüz Türkçe bilmiyor ama öğreteceğim."
Krista beyaz bir elbise giymişti. Yalınayaktı. Çok rahat bir hali vardı. Biraz İngilizce biliyormuş.
"Ingmar Bergman'ın filmlerini nasıl buluyorsunuz?" diye sordum.
"Bayılırım," dedi. Ama Gregor Andersson daha da müthiş!"
"Hayırlı olsun efendim." dedim emekliye (Gregor Andersson'u hayatımda duymadım).
O, "Sağolasınız... Nikah muamelelerine başladım. Kağıtlarımız askıda..." dedi.
Eve geldim, açtım Şuşu'ya telefon. Hani şu bizim Playboy'a...
"Şükrü!"
"Efendim hayatım?"
"Sen tohum almış mıydın?"
"Aldımdı... Bu sabah çıktı."
"Nasıl?"
"Yahu Karslı çıktı. Fakat çok güzel kız... Ağabeyimle tanıştırayım diyorum. Esmer, yeşil gözlü..."
"Kıza dokunma sakın!" dedim.
"Yok, zaten çok namuslu. Bende şans bu kadar!" dedi. Güldü, kapattı.
Çıktım, mahallede şöyle bir dolaştım.
Evlerde bir kıpırtı, bir başka türlü canlılık vardı sanki!
Ya da bana öyle geldi.
Akşama doğru Zekai telefon etti.
"Meagan ve ben Woody Allen'in filmine gidiyoruz bu gece. İstersen gel, önce bir içki içelim." dedi.
Vay canına!
Kız adam etmiş bile Zekai'yi...
"Tamam," dedim. "6.30'da gelirim, Meagan'a selamlar..."
Bir telefon.
Ayşe.
"Nasılsın?" diye soruyor.
"İyiyim, işte yaşam... Bildiğin gibi... Yahu, biliyor musun, bu yakında ithal erkek tohumu gelecek mi? Gelmez değil mi? Kotadan çıkmıyormuş. Evet. Hiç, boşver."
Öylesine sordum.
"Güle güle"

2 yorum:

  1. hımm, ilginç.
    ve iyi bir hikaye.
    dokundurmatik:) ithal erkek tohumu, evvet :p

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Gözümden kaçmış olacak, bu yorumuna cevap vermemişim N.Narda. Tam yerinden dokundurmuşsun. :)

      Sil

Yorumunuzda bir web sayfasına bağlantı vermek istiyorsanız buraya bakabilirsiniz.

Yorumlarla ilgili notlar için buradaki sayfanın sonuna bakabilirsiniz.

Sayfa başına git