***
Son iki-üç yıldır pek çok şeyi –aslında her şeyi– sorgulayıp duruyorum. Birçok şeye dair düşüncelerim de değişti bu süre içinde. Mesela artık yalnızca canlıların değil, cansız şeylerin de bir ruhu olduğuna inanıyorum ciddi ciddi. Aslında bu inanç bana özgü değil. Binlerce yıl öncesinden söylenmiş olan bir şey zaten. Yanılmıyorsam bazı filozoflar da parmak basmışlar meseleye. Sözün kısası, biz insanlarınkinden farklı elbette, ama taşların, suyun, toprağın, masanın, kalemin, ve elbette dalından aylar önce koparılmış iki kuşburnunun da ruhu var, bunu inkâr edemeyiz. Yine de isteyen edebilir, benim açımdan herhangi bir sorun yok, ben böyle inanmayı sürdüreceğim.
***
Penceremin önündeki genç kavaklar yaprak açmaya başladılar. Küçük yeşil kalplere benziyor yaprakları. Bunların bir kısmı fidan olarak dikilmiş kim bilir kaç yıl önce, bir kısmı da kesilmiş olan ağaçların kökünden filizlenerek çıkmış. Yirmi yıl sonra epey kalınlaşmış olacaklar. Kim bilir o zaman biz nerede, ne yapıyor olacağız. Belki de ölmüş olacağız.
***
Bana, artık evlen, diyorlar sık sık. Tabii, söylemek yapmaktan daha kolaydır. Bir şeyi söylemekte ne var? Dilin kemiği yok diye boşuna mı demişler?İşin özüne bakarsanız, dilin kemiğinin olmaması değil, beynin kemiğinin olmamasıdır acı olan.
***
Öyle sanıyorum ki zamanın birinde söylemek, düşünmekten de, yapmaktan da daha zordu. En zor olan şeydi söylemek. Belki bundan bin yıl önce, belki beş bin yıl önce böyleydi. Tam olarak bilmiyorum ama seziyorum, mutlaka öyle bir zaman vardı geçmişte. Evet, balık burcuyum ben, ayıptır söylemesi, sezgilerim kuvvetlidir.
***
İlkokul birinci sınıftaydık. Öğretmenimiz bir gün küçük bir kitaplık getirip sınıfın duvarına çaktı. Kitap-defter cildiyle güzelce bir ciltledi, sonra da birkaç tane kitap getirip içine koydu. Kitapları çok seviyordum, o günden sonra her teneffüste kitaplığın yanında duruyor, bir kitap alıp okumaya çalışıyordum. Bazılarınınsa içindeki resimlere bakıyordum. İçinde eşeğine ters binmiş bir Nasrettin Hoca resmi olan kitabı nasıl da seviyordum. Bir de burç kitabı vardı. O zamanlar ne olduğunu anlamıyordum tabii, şimdi düşününce, burçlardan, burçların özelliklerinden falan bahseden bir kitaptı sanki. Birinci sınıf düzeyine uygun bir kitap değildi elbette, sanırım öğretmenimiz onu ve öbür birkaç kitabı kitaplığımız boş görünmesin diye getirip koymuştu. Sahiden de boş duran kitaplıkların boynu büküktür her zaman, ama hiç uğranılmayan kitaplıkların boynu daha bir büküktür ki, konumuz bu değil şimdi. İlk başlarda o burç kitabından hiçbir şey anlamıyordum doğal olarak, gel gör ki içinde öyle ilginç resimler, çizimler vardı ki her gün bakmaktan kendimi alamıyordum. Sonra bir gün, üst sınıftaki çocukların yardımıyla ne olduğunu az buçuk anladım, onlar da hatırladığım kadarıyla öğretmenden öğrenmişlerdi bunu: Herkesin bir burcu vardı. O halde benim neden olmasındı? Derhal hangi burcu "tutacağımı" düşünmeye başlamış, biraz düşündükten sonra da Balık burcunu tutmaya karar vermiştim. Evet, burçları takım gibi tahayyül etmiştim, isteyen istediği burcu tutabiliyordu. O günden sonra o kitapta Balık burcuna daha fazla bakar oldum haliyle. Bulması çok kolaydı, kitabın sonlarına doğruydu. Zaten açıla kapana, artık kendiliğinden açılıyordu Balık'ın olduğu sayfa. Öyle işte, yıllar geçti aradan, neyin ne olduğunu öğrendim, bir de baktım ki sahiden de Balık burcuymuşum. Daha o zamandan sezmiş olmalıyım bunu. Dedim ya, Balık burcunun sezgileri güçlüdür. :)
***
Köpeklerde doyma hissi yoktur diyorlar. Gerçek mi, değil mi, bilmiyorum. Bir ara açıp Wikipedia'ya bakarım. Diğer bazılarıysa köpeklerde renkleri görme yetisi olmadığını, köpeklerin her şeyi siyah beyaz gördüklerini söylüyorlar. Bunun da gerçek olup olmadığını bilmiyorum. Buna da bakarım. Yalnız, köpeklerle ilgili kesin olarak bildiğim bir gerçek var, o da koku alma yetilerinin son derece gelişkin olduğu. Bunu bir yerde okumaya gerek de yok zaten, hepimiz gözümüzle görmüşüzdür köpeklerin ne kadar iyi koku aldıklarını.Köpekler iyi güzel de, peki ya martılara ne demeli? Az önce pencereden dışarı bakınca bir martı gördüm de oradan aklıma geldi. Geçen yıl bizim semtin üzerinde ötüşüp uçuşan birkaç martı gördüm. Hayırdır, diye geçirdim içimden. Çünkü deniz buraya üç km. uzakta. Martılar her zaman buradan uçar uçmasına da, bu kez durum farklıydı, uçmuyorlardı, yerdeki bir şeye odaklanmışlardı besbelli. Anneme söyledim, hemen beni aydınlattı sağ olsun. O gün balık yapmış, kafa, kuyruk gibi artıklarını da kedi yesin diye bahçeye bırakmış. İşte, martılar da onlar için gelmişler meğer. Hayret edilesi! Bizim insan halimizle asla sahip olamayacağımız bir yeti. O kadar uzaklıktan, bahçedeki balık artıklarından nasıl haberleri olabiliyor? Düşün dur. Yine şuraya geliyoruz ki, hayvanlar sandığımız kadar hayvan, insanlar da sandığımız kadar insan değil.
***
Köpek deyince, Çehov'un köpekle kurt yavrularını anlatan öyküsü geldi aklıma. Ne olup bitiyordu öyküde, unutmuşum. Geçen gün bir arkadaşım izlemiş olduğu filmleri unuttuğunu söyleyip hafızasından yakınıyordu. Bu sadece senin problemin değil ki, dedim kendisine, hepimizin problemi. Ben de izlediğim filmleri, okuduğum kitapları, kimisini bir ay sonra, kimisini bir yıl sonra unutuyorum. Hele hele günümüzde, aklımızda tutmamız gereken o kadar çok şey var ki, birtakım şeyleri unutmamız gayet doğal. Yıllar önce bir akrabam hayatında okuduğu yegâne kitap olan Suç ve Ceza'yı büyük bir heyecanla anlatmıştı bana. Tek bir kitap okuyunca unutması zor tabii.
***
Bir zamanlar birkaç kitabı birlikte okurdum. Diyelim dört tanesini. Bir hafta, on gün geçerdi, bakardım hiç ilerleme yok. Ama bir ay sonra kitaplar bitince de epey rahatlardım. Sonra bıraktım bu tür okumayı. Son beş-altı yıldır, istisnalar dışında, hep tek tek okuyorum kitapları. Ne var ki şu son bir ay içinde yine eski alışkanlığım nüksetmiş durumda. Çünkü okunması gereken çok kitap birikti. Yine de fena sayılmaz okuma hızım. Sineksağan ile Felsefenin Tesellisi (de Botton) bitti. Galîz Kahraman'ın bitmesine 50, Brandes'in Kararı'nın bitmesine 10, Açlık'ın bitmesineyse 20 sayfa kaldı. Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu'nun üçte ikisini okudum, ancak kalan üçte birini bitirdikten sonra bir kez daha baştan okuyacağım. Yaşar Kemal üstadımızın Ağrıdağı Efsanesi'neyse bugün yarın başlarım inşallah. Bu yıl, geçtiğimiz güzle kış özellikle, çok okuyamadım maalesef. Çok sıkıntı verici bir dönemdi. Gitsin de gelmesin öyle zamanlar! Aslına bakarsanız, bu yıl muazzam miktarda internet malzemesi okudum. Makale, deneme, şiir, yazı, vs. Ama kitabın yeri bambaşka tabii. Hepimizin başından bol okumalı, güzel günler eksik olmasın.
Güzel bir yazı olmuş.. Çok güzel hatta.. İnsan' ın insan olduğunu hatırlatan cinsinden... Balık burcunu hissetmen ilginç.. Kuş burnu tohumlarını atmamanda..Ağaçların şahitliğine ilgi duyarım bende. Bir ağaç gölgesinde konuşsam hiç kendi kendime hissetmem. Hatta daha sonra gidip aynı yerde, hatırlıyor musun ogün dediklerimi derim. Haklı olsam bir meselede en azından ağacın bunu biliyor olması iyi gelirdi bana..ömürlerinin bizlerden uzun olması lütuf gibi gelir. Kimbilir ne hikayeler başladı ya da bitti gölgelerinde...
YanıtlaSilTeşekkür ederim Azecim, beğenmene sevindim. :)
SilUmarım dilediğin şeyler gerçekleşir de bir gün tam kendine göre bir ağaç bulur konuşursun onunla. Ben bu konuda şanslı sayılırım (şansa inanmamama rağmen), köye gidip saatlerce doğada kalabiliyorum bazen. İnsan sahiden de bir dağ başında yalnız oldu mu kendisiyle konuşuyor. O kadar ihtiyaç duyduğumuz bir şey ki bu. Bu aralar yine köye gidesim var, karlar da eridi zaten. Başımdan geçenleri de yazarım.
Sevgiler...
Teşekkür ederim dileğin için...inşallah diyelim...
SilKöy maceralarını dinlemek te keyifli olacaktır... Gidesin bir an önce umarım..
Sevgiler...
Ama umarım sen de bir an önce ağacını bulursun. :)
SilÇocukken vardı çok ağaçlarım... Doruklarım, mavi çamlarım ve altında sürekli oturan komşu dedeyi çok kıskandığım, göz koyduğum bir söğüt.. Bi kalksa da ben otursam derdim ..:-) Hüzünlendirdin beni yahu ...
Sil"Hüzün ki en çok yakışandır bize," demiş şair.
Sil"...belki de en çok anladığımız."
Silİngilizce de bizim anladığımız anlamıyla "hüzün" kelimesinin tam karşılığı yoktur biliyor musun. Bu tarafı ile bile doğuya özgü bile bir kelime olduğunu düşünüyorum...
Bilmiyordum. Duyguları bire bir çevirmek nasıl mümkün olabilir ki zaten?
SilBelki ancak toplumların aynı duyuları hissedebilmesi ile mümkün olabilirdi aynı olaylar karşısında, ama "kültürler" zaten bu farklılıklar demektir. Zaten olmazmış, doğru :-)
SilÇocuk Harun'un balık burcunu tutmayı tercih etmesi gülümsetti beni :))
YanıtlaSilİyi ki kitaplar var.
Merhaba Şenay, nasılsın, derslerin nasıl gidiyor?
SilAslında şimdiki Harun Çocuk Harun'un 180 derece tersi. Bazen düşününce, o ben miydim, diye kuşkuya kapıldığım bile oluyor. Anlatsam çocukken yapıp ettiklerimi inanamazsın. Bir ara yazarım. :)
Sağlıcakla...
Sağ ol iyiyim, sen nasılsın :)) Dersler iyi gidiyor çok şükür.
SilÇocukluk halimle şu anki halimi bağdaştıramama durumu bende de var, gerçi birkaç sene öncesi için de aynı şeyleri düşünüyorum arada..
Evet yazsan çok iyi olur bence, hem de en kısa zamanda :))