20 Eylül 2012

Yıldızların sahibi ile küçük çiçeğin sahibi

Gökteki bütün yıldızların sahibi olmak ister miydiniz? Pek çok insan, büyük olasılıkla bu soruya evet, diyecektir. Kim istemez, değil mi? Şöyle bir düşününce, "yıldızların sahibi olmak," hem kulağa hoş geliyor, hem de insanın egosunu göklere çıkaracak türden bir zenginlik gibi gözüküyor. Gelgelelim, bir şeye sahip olmak tam olarak ne demektir? Hangi birimiz doğru dürüst durduk bu soru üzerinde? 

Toplumumuzda felsefenin ne olduğunun maalesef anlaşılamamış olması, pek çok konuda eksik bırakıyor bizi. Doğan Hoca'dan öğrenmiştim, özetle, "insan haklarından önce, insan'ın ne olduğunu, hak'kın ne olduğunu konuşsaydık, şimdiye zaten insan hakları üzerine konuşmaya gerek kalmamış olurdu," diyordu. Gerçekten de öyle değil midir? 


Küçük Prens'i ilkin lisede okumuş olmalıyım. Daha sonra üç beş kere daha okudum. Geçenlerde, sağ olsun, bir arkadaştan hediye olarak gelince bir kez daha okudum. Bakmayın adının Küçük Prens olduğuna, asıl büyüklerin alması gereken dersler var bu kitapta.


Baştaki soruyu değiştirelim. Gökteki bütün yıldızların sahibi mi olmak istersiniz, yoksa küçük bir çiçeğin mi? Cevap vermeden önce "sahip olma"nın ne olduğunu bir düşünün, derim. Ya da bırakın cevap düşünmeyi, gelin, kitaptan bir parçaya kulak verelim. 



Dördüncü gezegen bir işadamınındı. Bu adam işine öylesine dalmıştı ki, Küçük Prens geldiğinde kafasını bile kaldırmadı.
“Merhaba,” dedi Küçük Prens, “sigaranız sönmüş.”
“Üç, iki daha, beş eder. Beş, yedi daha, on iki. On iki, üç daha on beş. Merhaba. On beş, yedi daha, yirmi iki. Yirmi ikiye altı ekle, yirmi sekiz. Sigarayla uğraşmanın sırası değil şimdi. Yirmi altı, beş daha, otuz bir. Of! Demek, beş yüz bir milyon altı yüz yirmi iki bin yedi yüz otuz bir ediyor.”“Beş yüz milyon tane ne?”
“Hâlâ burada mısın sen? Beş yüz bir milyon… Ne bileyim… İşim başımdan aşkın! Ciddi bir adamım ben, saçma sapan şeylerle vakit harcayamam! İki, beş daha, yedi…”Bir soru sordu muydu, peşini asla bırakmayan küçük prens, “Beş yüz milyon tane ne?” dedi yeniden.
(…)İşadamı kurtulamayacağını anlamıştı. “Milyon tane… Şu bazen gökte görülen küçük şeylerden,” dedi.
“Sinekler mi?”
“Hayır değil, hani şu parlak küçük şeyler.”“Arılar?”“Yok canım, hani şu boş gezen insanları hayallere sürükleyen yaldızlı küçük şeyler. Tabii, ben ciddi bir adamım! Hayal kuracak zamanım yok benim.”
“Ha! Yıldızlar mı?”
“Hah işte! Yıldızlar.”“Peki ama, beş yüz milyon yıldızı ne yapıyorsun?”
“Ne mi yapıyorum?”“Evet.”“Hiçbir şey. Onların sahibiyim ben.”“Yıldızların sahibi sensin ha?”“Evet.”(…)“Peki ama, yıldızlara sahip olmak ne işine yarıyor ki?”“Zengin olmama yarıyor.”“Peki, zengin olmak ne işine yarıyor?”“Eğer biri yeni yıldızlar keşfedecek olursa, onları satın almama.”
(…)“İnsan yıldızlara nasıl sahip olabilir?”İşadamı, “Onlar kimin malı sence?” diye yanıtladı ters ters.
“Bilmem. Hiç kimsenin.”“O halde, onlar benim. Çünkü bunu ilk ben akıl ettim.”
“Bu yeterli mi yani?”“Elbette. Sahipsiz bir elmas bulursan, senindir. Sahipsiz bir ada bulursan, yine senindir. Bir fikri ilk kez sen ortaya atarsan, hemen patentini alırsın: senindir. İşte, bu yıldızların sahibi de benim, çünkü benden önce kimse onlara sahip olmayı aklına bile getirmedi.”
“Bak, bu doğru,” dedi Küçük Prens. “Peki, onları ne yapıyorsun?”
“Onları yönetiyorum. Onları sayıyorum, sonra bir daha sayıyorum,” dedi işadamı. “Zahmetli bir iş, ama ben ciddi bir adamım.”Küçük Prens hâlâ tatmin olmamıştı.
“Bir atkım olsa benim, boynuma dolayıp götürebilirim. Bir çiçeğim olsa, koparıp götürebilirim. Ama sen yıldızları koparamazsın ki.”“Ama, pekala bankaya yatırabilirim.”
“Ne demek oluyor şimdi bu?”“Yıldızlarımın sayısını küçük bir kâğıt üzerine yazıp, bu küçük kâğıdı da çekmeceye kilitlerim, demek oluyor.”
“Hepsi bu mu?”“Daha ne olsun!”Küçük Prens, “eğlenceli,” diye düşündü. “Kulağa da ahenkli geliyor. Ama ciddiye alınacak gibi değil.”Küçük Prens’in ciddi şeyler konusundaki düşünceleri, büyüklerin düşüncelerinden çok farklıydı.
“Benim her gün suladığım bir çiçeğim var,” dedi. “Ayrıca, her hafta temizlediğim üç volkanım. Sönmüş volkanı da temizliyorum çünkü. Ne olur ne olmaz. Bu yaptıklarım, volkanlarımın işine yarıyor, çiçeğimin de… Ama sen yıldızların işine yaramıyorsun.İşadamı ağzını açtı, ama diyecek bir söz bulamadı. Küçük Prens de başını alıp gitti.


Küçük PrensAntoine de Saint-Exupéry, Mavibulut Yayıncılık

7 yorum:

  1. Kitabın en sevdiğim bölümlerinden biri. Yaklaşık bir yıldır oğluma da okuyorum. Anladıklarımız farklı:) Yakın bir zamanda gece yatmadan önce okumuştum ona. O da yatağının yanındaki dolap kapaklarına kendi Küçük Prens'ini, hayalindeki, uçağı, koyunu resmetti. Onun çizdiği Küçük Prens hiç prens gibi giyinmemişti. Küçük Prens'in yırtık pırtık eski kıyafetleri var dedi. Fili yutan yılanı gözüne kadar çizdi. Bir de Küçük Prens'in gezegenindeki çukurları ve çiçeği sorguladı. Bu sabah da okula gitmeden önce çizgi film seyretmek istedi. Ben, tam olarak Can'ın sesiyle uyandım: "Anneeee, koş! Küçük Prens başladııı!"

    YanıtlaSil
  2. Hoş geldin Şerife,

    Küçük Prens gibi, haklı olarak birçok memlekete nam salmış kitapların bir özelliği de her yaş grubuna aynı metin içinde farklı biçimlerde hitap ediyor olması değil midir zaten?

    Senin gibi bir annesi olduğu için Can çok şanslı, inan bana.

    YanıtlaSil
  3. Felsefe dedin de.. FElsefenin bu terimleri ile ilk defa ünversitede tanışmıştım. Gerçekten her zaman kullandığımız ama anlamını tam olarak bilmediğimiz şeyler (hak, özgürlük, görev) yüzünden çok yanlış yapıyoruz...

    YanıtlaSil
  4. Selam 1i yok mu?, hoş geldin.

    Evet, maalesef öyle. Herkes özgürlük aşığı ama özgürlüğün ne olduğunu soran eden yok. Herkes hakka tapıyor, hak nedir, diye soran yok.

    YanıtlaSil
  5. "Asteroid-B-612 üstüne bütün bunları anlatmam, size numarasını bildirmem, büyükleri hoşnut etmek içindir. Büyükler sayılardan hoşlanır. Onlara yeni bir dostunuzdan söz açtınız mı, hiçbir zaman size önemli şeyler sormazlar. Hiçbir zaman: " Sesi nasıl? Hangi oyunu sever? Kelebek toplar mı?" diye sormazlar. "Kaç yaşındadır? Kaç kardeşi var? Kaç kilodur? Babası kaç para kazanır?" diye sorarlar. Ancak o zaman tanıdıklarını sanırlar onu. Büyüklere: "Pembe kiremitten bir ev gördüm, pencerelerinden sardunyalar, damında güvercinler vardı" derseniz, o evi bir türlü gözlerinin önüne getiremezler. Onlara: "Yüz bin franklık bir ev gördüm" demeniz gerek. O zaman: "Aman ne güzel!" diye bağırırlar"

    ne güzel bir paylaşımda bulunmuşsun.Yukardaki pargarafı da ayrca etkiler beni...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Selam Şükriye, hoş geldin. Teşekkür ederim.

      Bu paragrafın son cümlesini özellikle beğenmiştim. Küçük Prens'i beğenmemek elde mi, insani meziyetler bakımından ne hale geldiğimizi açık seçik ortaya koyuyor.

      Sil

Yorumunuzda bir web sayfasına bağlantı vermek istiyorsanız buraya bakabilirsiniz.

Yorumlarla ilgili notlar için buradaki sayfanın sonuna bakabilirsiniz.

Sayfa başına git