Balkan sinemasını keşfedişim 2005-06'da oldu. O zamanlar, her gün televizyonlarda çıkan, çoğu da Hollywood'dan gelme şu bilindik filmlerden iyiden iyiye sıkılmıştım. DVD kiralayan dükkanlara girip, bazen bir saati aşan süreler boyunca filmlere bakınıyordum. Yanlış hatırlamıyorsam, Boşnak sinemasıyla başladım balkan filmlerini izlemeye, çünkü Çingeneler Zamanı'nı duymuştum ve merak ediyordum. İzledim ve çok da beğendim. Daha sonra Kusturica'nın bir iki filmini daha izledim, Yaşamak Bir Mucizedir ile Bana Söz Ver'i beğendim. Yunan sinemasından gerçek bir yaşam öyküsünden uyarlanma Vassiliki, Makedonya'dan Golemata Voda (Yağmuru Beklerken), Yine Bosna'dan Grbavica (Esma'nın Sırrı), Bulgaristan'dan, Nejat İşler'in de oynadığı Otkradnati Ochi (Çalıntı Gözler), Tony Gatlif'ten enfes Transylvania Balkan sinemasından aklımda kalanlar.
Islık Çalmak İstersem Çalarım. Güzel film. |
Şunu söylemek gerekir, özgün filmler pek izlenen filmler değildir. Bunu, televizyonlarda ne izlendiğine bakarak da anlayabiliriz, çünkü TV'ler işin ticari boyutunda yer alırlar, arz-talep meselesi yani, bir film dünyanın en iyi filmi olarak kabul görmüşse bile, izleyeni azsa kolay kolay televizyonda rastlayamazsınız ona. Yalnızca televizyon mu? Bugün maalesef artık sinema salonları da böyle. Dağıtımcılar her filmi sinemalara göndermezler, para getirecek olan hangisiyse, çoğu zaman onu izlemek zorunda kalırız. Bütün suç dağıtımcılarda, televizyon editörlerinde değil elbette, ekranların başındaki çoğunluk ne istiyorsa onlar da onu gösteriyorlar, dedim ya, arz-talep. Tanıdığım çok sayıda insan, benim izlemekten büyük zevk aldığım filmleri, bırakın zevk alarak izlemeyi, anlamıyorlar bile. İyi roman-kötü roman meselesi sinemada da değişmiyor anlaşılan. Bunları niye söylüyorum? Burada övüp durduğum filmleri izledikten sonra, olur ki siz de hiç sevmezsiniz, arkamdan sayıp dökmeyin diye.
Konu biraz dağıldı. Şu, dün izlediğim filme gelecek olursak, başta da dediğim gibi, çok ilginç bir film. Yeri gelmişken söyleyeyim, benim burada kullandığım "ilginç" sözcüğü pek çoklarınca "sıkıcı" anlamına gelecektir. Çünkü, az önce de dedim, Bükreş'in Doğusu özgün bir film ve pek çok insanın sevebileceği türden değil. Onu söylemiş olayım, ama benim bu filmleri çok sevdiğimi de bir kez daha söylemiş olayım. Daha geçen hafta bir arkadaş, kendisine bir film önermemi istedi, ben de Django Unchained'i (Zincirsiz) daha yeni izlediğimi, ona da önerdiğimi söyledim. İzlemiş ve hiç beğenmemiş, "o neydi öyle yaa!" diye tepkisini bildirdi sonradan, ben de, o zaman Çalgı Çengi'yi izle, dedim –ki severek izlemiş, oldukça da gülmüştüm–, arkadaşım onu da izlemiş, izledikten sonra da bana, bu filmde komik olan ne, yollu bir şeyler sordu? İyisi mi, zevkler ve renkler deyip bu konudan sıvışalım.
Bükreş'in Doğusu 95 dk. sürüyor ve bunun tam kırk dk.sı bir televizyon programından ibaret. Bükreş'in
doğusundaki küçük, olabildiğince sakin bir Rumen ilçesinde halk gündelik hayatını sürdürmektedir. Aralık ayıdır, herkes Noel hazırlıklarıyla meşguldür, ama şehrin sözünü ettiğim sakinliğinden olsa gerek, hiç bayram telaşı yoktur. Noel'le birlikte aynı zamanda 1989'da Çavuşesku'nun indirilişinin yıl dönümü de yaklaşmaktadır. İlçede yayın yapan küçük bir televizyon kanalının sahibi ve aynı zamanda sunucusu da, televizyonunda yayımlanan tartışma programının o haftaki konusu olarak "Rumen Devrimi"ni seçmiştir. Bin bir zahmetle programa konuk olarak yalnız başına yaşayan fakir bir yaşlı adamla, içkici bir tarih öğretmenini bulur. Programda yanıtı aranan soru da "1989'da burada devrim oldu mu, olmadı mı?" sorusudur. Meraklananlar buyursun izlesin, meraklanmayanlar için bu kadar ayrıntı yeter sanırım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuzda bir web sayfasına bağlantı vermek istiyorsanız buraya bakabilirsiniz.
Yorumlarla ilgili notlar için buradaki sayfanın sonuna bakabilirsiniz.