Üç dakika geçti geçmedi, bu abimiz –benden on beş yaş kadar büyük gösteriyordu– parmağıyla hafifçe koluma vurdu kapıya vurur gibi. Dönüp baktım, "Kitabınızın adına bakabilir miyim," dedi. Hiç konuşmadan kitabın kapağını çevirdim. Başını azıcık yaklaştırarak okudu ve ne derse beğenirsiniz: "Anti-sosyalist bir adam bu." Söylediğini duydum duymasına da anlamamışım gibi yapıp, "Efendim?" diyerek tekrar ettirmek istedim. O da hemen tekrar etti: "Anti-sosyalist bir adam bu." Bu adam, diye söz ettiği kişi kitabın yazarı. Buradan da vatandaşımızın bu yazarı tanıdığı anlaşılıyordu, hatta belki kitaplarını bile "okumuştu". İyiydi hoştu amma ufak bir sorun vardı, kitabın kapağında Dubravka Ugresic yazıyordu. Ee, ben de az sayılmam hani, bu fırsatı kaçırır mıyım, hemen yapıştırdım lafı: "Adam değil ki, bu bir kadın." Gelgelelim bizimki vazgeçecek gibi değildi, "Her neyse işte," diyerek bu taarruzu başarılı bir biçimde savurmuş oldu. Fazla konuşmasın diye ben kitaba döndüm. Abimiz ise son bir soru daha sordu: "Doğu Avrupalı mı bu?" Ben de hiç başımı kaldırmadan, "Hı hı," diyerek geçiştirdim.
O sırada okuduğum sayfanın ilk iki satırında şöyle yazıyordu: "Son elli yıl içinde Doğu Avrupalı yazarlar, karmaşık yıkım stratejileri geliştirdiler ve sosyalist gerçekçiliğe ölümcül bir darbe indirdiler." Bizimki meğer benimle birlikte kitabı okuyormuş.
***
Bu trenin son durağı Batıkent. Kızılay'a varmak için hemen karşı perondaki öbür trene binilir. Geçip bindim. Kitabımı okumaya devam ettim. Bu kez sağımda iki kadın vardı, aralarında konuşup duruyorlardı. Bir ara kitaba ara verince bunlara kulak misafiri oldum. Benden taraftaki ötekine şöyle diyordu: "Bir adam varmış, doksan dokuz kişiyi öldürmüş, tövbe etmiş, tövbeden sonra yüzüncüyü de öldürmüş, gene tövbe etmiş, tövbesi kabul olmuş, adam cennete gitmiş." Tren Kızılay'a varmış, ben inip merdivenlere doğru yürümeye başlamıştım ama hâlâ merakla düşünüyordum: "Bu kadın bu semavi 'bilgiyi' nereden, kimden aldı?"
***
Ya, işte böyle. Bundan böyle metroya binmeden önce çantamdan defter kalemimi çıkarıp hazır tutacağım. Bu aralar bol malzeme var Ankara metrosunda.
Ben de kısa mesafe otobüs yolculuklarında müzik dinlemek yerine insanları dinlerim ya da kitap okurum.
YanıtlaSilHatta sanırım iki sene önce şöyle birkaç cümle yazmıştım bloga
" otobüsleri severim mümkünse cam kenarına otururum. Otobüste Müzik dinlemeyi sevmem otobüstekileri dinlerim. Özellikle yanımdaki kişileri dinlerim çünkü diğerlerini duymak zor oluyor."
:))) bunun gibi bir şeydi.
Benim de otobüs yolculuklarında en sevdiğim şey etrafı izlemek. Özellikle de daha önce geçmediğim bir yoldaysa otobüs. Ondan ötürü gündüz yolculuklarını çok severim. Bir zamanlar uzun otobüs yolculukları yapardım ve çok malzeme de biriktirirdim. :)
SilSevgiler...
Şehir içi çok şey öğreniyor insan not edilecek kayda şeyler var oluyor gerçekten :)
YanıtlaSilTeyzemin anlattığı 100 kişi öldüren kişi kissasi ise bir hadistir yanlış hatırlamıyorsam .
Evet Yağlı Boya, ben de o yüzden bundan böyle kalem defterle dolaşacağım zaten. :)
SilO yüz kişi öldüren adam meselesini de ona o minvalde başka meseleleri de daha önce de duymuştum aslında. İnsanlar kulaktan duyma yaşıyorlar böyle, onu dile getirmek istedim. :)
Selamlar...
Çok güzel bir anektot olmuş. Ara ara güzel olur sanırım bunları yazman. Kadın, muhtemelen gidip görmüş ve gelmiş :) toplumda böyleleri o kadar fazla ki...hem de yanı başımızda,çalıştığımız yerlerde...
YanıtlaSilSelam Yunus Çay. Ben de bir ara öyle düşündüm, yani herhalde bu kadın öte tarafa gidip de gelmiş dedim, yoksa bu kadar kendinden emin konuşmazdı.
SilDediğin gibi, bir değil iki değil, her yerde böyle sorgulamayan, kulaktan doğma yaşamayı seven insanlar var maalesef. Ama tabii, insanın her zaman böylelerine katlanmak zorunda kalması ayrıca zor. :)
Çayın bol olsun Yunus Çay. :))
Bizim millet zaten her konu hakkında fikir sahibi maşallah.
YanıtlaSilSelam Fikriye. Keşke sadece fikir sahibi olmakla yetinse. Bu fikri elinden geldiğince yaymaya çalışıyor. Hem de kendinden gayet emin bir şekilde. Üzerine doktora tezi yazılır konu.
SilSelamlar...