31 Ağustos 2020

Sosyal medya çok kullanışlı ve keyifli bir tuzak

Kimlik doğduğun bir şey olmaktan çıktı ve bir göreve dönüştü: Kendi cemaatini kendin oluşturmak zorundasın. Ama cemaatler yaratılmaz, bir zümreye ya aitsindir ya da değilsindir. Sosyal ağların yaratabileceği şey bir alternatif (ikame). Cemaat ile ağ arasındaki fark şu: sen bir cemaate aitsindir ama ağ sana aittir. Dizginler elindeymiş gibi hissedersin. Dilersen arkadaş eklersin, dilersen silersin. İlişkin olan önemli insanların kontrolü senin elindedir. Sonuç olarak insanlar kendilerini biraz daha iyi hisseder, çünkü bireyci çağımızın büyük korkusu yalnızlık, terk edilmişliktir. Ancak internette arkadaş ekleyip çıkarmak o kadar kolaydır ki insanlar sokağa çıktıklarında, işe gittiklerinde, mantıklı bir etkileşime girmeleri gereken çok sayıda insanı bir arada bulacakları herhangi bir yerde gerekli gerçek sosyal becerileri edinmeyi başaramazlar. Harika bir insan olan Papa Francis, seçildikten sonra ilk röportajını İtalyan gazeteci ve ateistliği kendinden menkul Eugenio Scalfari’ye verdi. Bu bir işaretti: Esas diyalog sizinle aynı şeylere inanan insanlarla konuşmak değildir. Sosyal medya bize diyalog kurmayı öğretmiyor, çünkü anlaşmazlıktan kaçınmak çok kolay. Ancak insanların çoğu sosyal medyayı bir araya gelmek veya ufuklarını genişletmek için değil, tam tersine, kendilerine kendi seslerinin yankıları olan sesleri duyacakları, kendi yüzlerinin yansıması olan yüzleri görecekleri bir konfor alanı yaratmak için kullanıyor. Sosyal medya çok kullanışlı ve keyifli bir tuzak.
Zygmunt Bauman 
(Buradan)

30 Ağustos 2020

Bir berber bir kuaföre: Bre kuaför, gel bir saç tasarımcısı açalım

Tezgâhtar satış danışmanı oldu, sekreter yönetici asistanı. Berberse önce kuaför oldu, şimdi saç tasarımcısı da deniyor. Apartman yetersiz mi geliyordu ki şimdi rezidans denir oldu? Kendine eğitimci diyen öğretmenlerin sayısı da az değil. Eskiden eleman aranırken şimdi çalışma arkadaşları aranıyor. Örnekler saymakla bitmez.

İşin tuhaf yanı, eski tezgâhtarlar şimdiki satış danışmanları gibi müşterilerin yüzüne sahte gülüşlerle gülmüyorlar, bir malı satmak için de herhalde onlar kadar yalan söylemiyorlardı. Üstelik, satış danışmanları dükkânın içinde sabahtan akşama kadar ayakta duruyor, üstlerine başlarına da dikkat etmek zorundalar.

Berberler kuaför oldukça hem kaliteleri düştü, hem fiyatları yükseldi. Bir santim kes, diyorsun iki buçuk santim kesiyor, daha santimin ne kadar olduğunu bilmiyor ama saçına on dakika makas vurup elli lira almasını biliyor. Kadın kuaförlerine hiç girmiyorum bile. Saç tasarımcılarının ortalama fiyatlarıysa herhalde üç yüz beş yüzdür.

Bugün İstanbul'un ortalama bir semtinde ortalama bir apartman dairesinin genişliği yüz metrekare, fiyatıysa 1500 ₺ iken, aynı metrekaredeki bir rezidansın kirası 3000'den, aidatı da 500'den aşağı değildir. İki yıl önce rezidansta oturan bir arkadaşı ziyarete gittim, ev kelimenin tam anlamıyla göt kadar, yatak odasına sığan tek şey yatak, salona kanepeyle televizyon konduktan sonra bir kişinin ayakta durabileceği yer kalmış, mutfak desen köşede bir lavaboluk yer, 1750 ₺ kira ödüyordu, aidatı sormadım.

Gerek gerçek hayatta, gerekse sosyal medyada tanıdığım bir hayli öğretmen arkadaşım var, çoğunun profilinde "eğitimci" yazar. Eğitim anlayışınız nedir, diye sorsan iki kelime edemeyeceklerine kalıbını basarsın. Bir gün olsun ellerinde bir kitapla göremezsiniz çoğunu, ama öğretmen kelimesi yetersiz geliyor olacak ki kendilerine eğitimci demeyi uygun görüyorlar. 

Eleman değil de "çalışma arkadaşı" arayan iş yerlerinin o arkadaşlara ne tür çalışma şartları sundukları herkesin malumu. Çalışma arkadaşı, ekip arkadaşı diyerek güya insanları onore eden sistem, onları çalıştırma biçimleriyle köleden beter hale sokar.

Peki, acaba neden böyle oluyor? Dil "insanileştikçe" şartlar, tavırlar neden kötüleşiyor?

23 Ağustos 2020

Yersen

İki binli yıllarla birlikte genel anlamda internetin, özel anlamdaysa sosyal medyanın hayatımızda iyiden iyiye yer etmesinin, hiç kuşkusuz, bütün sanat dalları üzerinde olduğu gibi, edebiyat üzerinde de önemli pozitif etkileri oldu. Sözgelimi, internet öncesi dönemde hiç tanınmayan ya da çok az tanınan kimi şairlerle yazarlar daha bir tanınır oldular, ondan da önemlisi daha çok okunur oldular.

Şiir özelinde ele alacak olursak, eskiden hiç mi hiç bilinmeyen bazı şiirler bugün o kadar bilinir oldular ki ülkede neredeyse duymayan yok. Mesela Gülsen Arkın'ın, "Ah, kimselerin vakti yok durup kalın kıyafetler giymeye." dizesi bugün sosyal medyanın en ünlü dizelerinden biridir. Şair Gülsen Arkın bir kış günü ipince giyinmiş birkaç kız gördükten sonra, "Biz gençken böyle miydik, ah!" diye iç geçirdikten sonra oracıkta bu dizeyi yazmıştır.

Dize demişken, yukarıdaki kadar olmasa da, "Hüzün ki en çok yakışandır balıklara." bir başka ünlü dizedir. Şair İlhami Yağız bir gün küçük bir göletteki balıkların gözünün içine bakıp hiçbir zaman denizi göremeyecek olmaktan ötürü nasıl hüzünlendiklerini görmüş ve bu dizeyi yazmıştır. 

Şiir olmasa da bugün epey ünlü olan bir diğer söz de Afşar Cemal'in, "O güzel insanlar o kardan atlara binip gittiler." sözüdür.

Hiç şüphesiz, şair Kemal Füreya'nın şu dizesi günümüzün en ünlü dizesi olmalıdır: Hayat kısa, kuşlar ekmek kırıntısı yiyor. Söylendiğine göre, Kemal Füreya bir gün açık havada kahvaltı ederken yanına konan serçelere biraz ekmek kırıntısı atar, onlar kırıntıları yerken derin düşüncelere dalar ve nihayetinde bu dizeyi yazar. 

Fakat herhalde hiçbir şiir bugün ünlü ozan Maşuk Veysel'in şu şiiri kadar ünlenmemiş, duyulmamıştır: 

Benim sana verebileceğim çok bir şey yok aslında,
çay var içersen,
ben var seversen,
yol var gidersen,
bulaşık var yıkarsan,
facebook var girersen,
selfi var çekersen, 
waffle var yersen,
hıyar var soyarsan.

22 Ağustos 2020

Bu çimen

Bu çimen
bu yağmur suyunu
canı pahasına
bağrında tutacak.

20 Ağustos 2020

Okunacak kitaplar

Bu yazıyı 5 Kasım 2016'da yazmış, öylece bırakmışım, taslak olarak kalmış. Bu renkteki kısımlar şu anda eklediklerim.

***
Okuyacağım kitapların listesini artık eskisi kadar dağınık tutmuyorum. Hatta son bir-iki yıldır iyicene düzene soktum. Eskiden kitaplıkta, defterdeki, bilgisayardaki listede, kütüphane rafında ve bir de kafamın içinde sayısını kendim bile bilmediğim okunacak kitaplarım vardı. Şimdiyse adına kalkınma planı dediğim, her yıl için bir önceki yılın sonunda hazırladığım, ete kemiğe bürülü okuma listeleri yapıyorum. Öyle çok uzun da tutmuyorum listeyi, sözgelimi, yirmi kitaplık bir liste yapıyorum, onları okuyup bitirdikten sonra üzerine ne kadar başka kitap eklersem de kâr sayıyorum. Geçtiğimiz aralıkta da oturup okumak istediklerimi derleyip toparladım, böylece 2016 kalkınma planı çıktı ortaya. 
Bunu sekiz ay kadar önce yazmışım. Sözünü ettiğim o kalkınma planı şuydu:
  1. Ağaçların Özel Hayatı, Alejandro Zambra
  2. Başka Bir Ülkede, David Constantine
  3. Deniz Kenarında Geyikler, Ralf Rothmann
  4. At Çalmaya Gidiyoruz, Per Petterson
  5. Ve Bir Pars, Hüzünle Kaybolur, Faruk Duman
  6. Bir İntihar Efsanesi, David Vann
  7. Vişne'nin Cinsiyeti, Jeanette Winterson
  8. Swastika Geceleri, Katharine Burdekin
  9. Lizbon'a Gece Treni, Pascal Mercier
  10. C, Tom McCarthy
  11. Rojnivîska Spinoza, Şener Özmen
  12. Döşeğimde Ölürken, Faulkner
  13. Kitap Evi, Enis Batur
  14. Qûma Mezopotamyayê, Fawaz Hussain
  15. Haw, Kemal Varol
  16. Ay ve Şenlik Ateşleri, Pavese
Yılın bitmesine iki aydan az bir zaman kaldı. Görülüyor ki kalkınma planım umduğum gibi neticelenmeyecek. E, plana uymazsan olacağı bu. On altı kitaplık listeden beş tanesini okumuşum, altı çizili olanlar. 

(Ağaçların Özel Hayatı, Lizbon'a Gece Treni ve Kitap Evi'ni de okudum daha sonra.)

Neden bu kitapları almıştım okuma listeme? Zambra'nın Eve Dönmenin Yolları'nı okuyup beğenince onun bir kitabını daha okuyasım geldi, bu da Ağaçların Özel Hayatı oldu. Başka Bir Ülkede ile Deniz Kenarında Geyikler, galiba ikisini de Semih Gümüş'ün bir yazısında gördüm, öneriyordu, okuyayım dedim. Deniz Kenarında Geyikler LAMER'in kütüphanesinde var, almak için gittim, şu an bir kütüphane görevlisi olmadığından ödünç veremiyoruz, dediler. Geçen gün yolum gene o tarafa düşünce gittim, aynı şeyi söylediler. Doğru mu söylüyorlar, uyduruyorlar mı, bilmiyorum.  At Çalmaya Gidiyoruz'u okumak isteyişimin nedenini şurada demiştim. Ve Bir Pars, Hüzünle Kaybolur üç-beş yıldır kafamdaki listede duruyordu, galiba bir kitapçıda görmüştüm ilkin. Hem, Faruk Duman'ın henüz bir kitabını okumuş değilim. Bir İntihar Efsanesi'ni gene Semih Gümüş'ten duyduydum. Hangi kütüphanedendi, hatırlayamadım, alıp neredeyse tamamını metrolarda okumuştum. Vişne'nin Cinsiyeti'ne ya bir gazete kitap ekinde ya da bir kitap sitesinde rastlamıştım. Swastika Geceleri'nin konusu hakkında internetten bir-iki yazı okuyunca ilgimi çekti. Lizbon'a Gece Treni'nden çoğu yazarın övgüyle söz ettiğine rastladım birkaç kez. Hacettepe Kütüphanesi'ne gitmiştik Aze'yle, C'yi orada görmüştüm, yeni gelmişti üstelik, benim için ödünç aldı, okudum. Şener Özmen son yıllarda adı birden duyulup ünlenen bir Kürt yazar. Henüz bir kitabını okumadım, iyi yazar olduğunu söyleyen bir-iki yazıya rastlayınca merak ettim ve Rojnivîska Spinoza'yı (Spinoza'nın Günlüğü) okuma listeme aldım. Döşeğimde Ölürken'i, yanlış anımsamıyorsam gene Semih Gümüş salık vermişti bir yazısında. Enis Batur'un Kitap Evi'ni çıktığı zaman gazetelerin kitap eklerinde görmüştüm. Fawaz Husên de henüz okumadığım Kürt yazarlardandı, nihayet bu yaz Qûma Mezopotamyayê'yi (Mezopotamya'nın Kumları) okudum. Ayrıntı Yayınları geçen yıl Sarı Kitaplar adıyla bir dizi başlattı. Kürt olup da başka dillerde yazan yazarların kitaplarını hem Kürtçeye hem de Türkçeye çevirip yayımlayacakları bir dizi. Şimdilik üç kitabı olan dizinin devamı gelmeyecek gibi görünüyor. Kemal Varol'un Haw'ı da çıktıktan hemen sonra epey övgü alan bir kitap oldu. Pavese'nin Ay ve Şenlik Ateşleri'ni okumayı ise herhalde on yılı aşkındır erteliyordum, nihayet bu yıl okudum.


Zorunlu olarak okuduklarım hariç yılda otuz civarında kitap okuyorum. En azından son birkaç yılki okuma düzenim bu. Fakat anlaşılan bu yıl son yıllar içinde en feci yıl olmuş, çünkü şu ana değin yalnızca on üç kitap okuyabilmişim. Şunlar:

  1. Üç Damla Kan, Sâdık Hidâyet
  2. Animal Farm, Orwell (e-kitap)
  3. Ay ve Şenlik Ateşleri, Cesare Pavese
  4. Göçmüş Kediler Bahçesi, Bilge Karasu
  5. C, Tom McCarthy
  6. Türkler Kürtler Kıbrıslılar / İngiltere’de Türkçe Yaşamak, Tayfun Atay
  7. Ufkun Ötesindeki Dünyalar, Joachim G. Leithäuser
  8. Bir İntihar Efsanesi, David Vann
  9. Haydutun Aşkı, Massimo Carlotto
  10. Meseleya Wijdanê, Ahmed Muxtar Caf
  11. Quma Mezopotamyayê, Fawaz Husên
  12. Ekmek Arası, Charles Bukowski
  13. Kâğıt Ev, Carlos María Domínguez
Bu yılın listesinde yer alıp da okuyamadığım, okuyamayacağım kitapların önümüzdeki yılın listesine kendiliğinden girmeleri gerekir mantıksal olarak. Ancak bu, önümüzdeki yıl için yeni bir liste yapılmayacağı anlamına da gelmez elbette. Nitekim şimdiden yapmaya başladım da. İşte, henüz taslak durumunda olan 2017 kalkınma planım:
  1. Dava, Kafka
  2. Keçiler Dönemi, Luan Starova
  3. Cennet Kayıp, Cees Noteboom
  4. Kış Uykusu, Goli Taraghi
  5. İncelenen Hayatlar, Stephen Grosz
  6. Buzda Yürüyüş - Münih Paris, Werner Herzog
  7. Sisifos Söyleni, Albert Camus
  8. Yabancı, Albert Camus
  9. Sincaplı Gece, Cem Akaş
  10. Ne Yapabilirim, Gündüz Vassaf
  11. Babamın Tüfeği, Hiner Saleem
  12. Paris ve Londra'da Beş Parasız, Orwell
(Bu listeden de Üç Damla Kan, Keçiler Dönemi, Cennet Kayıp, İncelenen Hayatlar, Buzda Yürüyüş ve Yabancı'yı okudum. Yabancı'yı daha önce bir-iki kez okumuştum zaten, amacım bu kez Sisifos Söyleni'yle beraber okumaktı güya, ne oldu o iş!)

Dedim ya, bu liste henüz taslak durumunda. Bundan ötürü de önerilere sonuna kadar açık olduğumu belirtmek isterim. Yukarıdakilere bakılınca ne tür kitaplar okuduğum kolaylıkla anlaşılabilir sanırım.

Yazıyı buraya kadar yazıp neden öylece bırakmışım ki?
***
Eski bir alışkanlığım da nüksetmiş görünüyor bu arada. Pek çok kitabı bir arada okuyorum. Böyle olunca okuma hızı da biraz düşüyor tabii. Rüzgârın Gölgesi (Carlos Ruiz Zafón), Cam (Sam Savage), Kröyçer Sonat (Tolstoy), Hazar Sözlüğü (Milorad Paviç) ve Atocha'dan Ayrılış (Ben Lerner) şu an okuduklarım.

18 Ağustos 2020

"En kötü yıl"

Pek çok kimse 2020'nin bir felaketler yılı olduğunda hemfikir. Gelin o halde tarihten bir yaprağa bakıp biraz avunalım.
***
Harvard Üniversitesi'nden Orta Çağ tarihçisi ve arkeolog Michael McCormick'e göre, M.S. 536, dünyada yaşamak için "en kötü yıllardan biri ve hatta en kötüsü olabilir."
McCormick, Science dergisine yazdığı makalede, 536 yılında Avrupa, Orta Doğu ve Asya'nın bir bölümünü gizemli bir sis perdesinin kapladığını ve tam 18 ay boyunca hem gece hem de gündüz dünyanın karanlıkta kaldığını yazdı.
536 yılının yazında, hava sıcaklıkları 1,5 ile 2,5 derece düştü ve böylece son 2300 yılının en soğuk 10 yılı başladı.
Çin'e yaz aylarında kar yağdı, ekinler dondu ve insanlar açlıktan öldü.
İrlanda'da resmi belgelere göre, "536 ile 539 yılları arasında yiyecek ekmek bulunamadı."
Beş yıl sonra, 541 yılında ise o dönem Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu'na ait olan, Mısır'ın güneydoğusunda Nil Nehri'nin en doğu ağzında yer alan liman kenti Pelusium'da hıyarcıklı veba (bubonik veba) salgını baş gösterdi.
McCormick'e göre, bugünkü adıyla Justinianus Veba Salgını'nda hastalık çok hızlı bir şekilde yayıldı ve Doğu Roma İmparatorluğu'nun nüfusunun üçte birini ortadan kaldırarak, çöküş sürecine de ivme kazandırdı.
Peki ama bu yıkıcı olayları tetikleyen neydi?
Tarihçiler uzun yıllardır, altıncı yüzyılın ortalarında çok uzun süren, dünyanın gün ışığından mahrum kaldığı karanlık bir dönem yaşandığını biliyorlardı. Ancak bu gizemli sis perdesinin nereden geldiği ise bilinmezliğini koruyordu.
Ancak, Harvard Üniversitesi İnsan Tarihi Bilimi İçin Girişim grubundan araştırmacılar, İsviçre'de yer alan bir buzuldan alınan bir buz parçası üzerinde aşırı hassas bir inceleme yürüttü ve bu karanlık döneme dair yeni bir açıklama getirdi.
536 yılının baharında oluştuğu bilinen buz parçasında, iki adet mikroskobik volkanik cam parçacığı bulundu. Bu da İzlanda veya Kuzey Amerika'da meydana gelen büyük bir volkanik patlamanın küllerinin kuzey yarıküreye yayıldığı tezini gündeme getirdi.
Araştırmacılar, volkanik sisin, soğuk hava dalgasıyla birlikte rüzgarlarla önce Avrupa'ya ardından da Asya'ya taşındığını düşünüyor.
540 ve 547 yıllarında da birer büyük volkanik patlama daha yaşandı.
Üst üste yaşanan volkanik patlamalarla ve aynı dönemde baş gösteren veba salgını, Avrupa'yı ekonomik durgunluğa soktu ve bu dönem 640 yılına kadar yaklaşık 100 yıl devam etti.
(...)
(Buradan)

16 Ağustos 2020

Yeni (sosyal) kelimeler

Yeni kelimeler ürettim:

müfyesbik: facebook'u olan,
münstegrim: instagram'ı olan,
müttewtir: twitter'ı olan.

Bundan böyle "Abuzittin Facebook'ta şöyle yazmış" demek yerine, "Müfyesbik Abuzittin şöyle yazmış" demek yetiyor.

14 Ağustos 2020

Şeyist

Biz talebeyken şeydik
İyi arkadaştık şeylen
Biliyorsunuz şeylen şey olunmaz
Ben şeyi bitirince babam
Şey dedi Şey Partisine girdim
Zaten Şeyle evlenmiştim
Şey şeye gidelim dedi gittik
Şeysiz de olmuyor döndük
İki şeyim oldu büyüdüler
Doktor sende bir şey var diyor şimdi
Tabiy bende bir şey var: sayamadığın kadar
Kimse dokunamaz benim şeyime
Çünki ben bir şeyim
Her şey de bir şeydir ama
Ben başka bir şeyim
Ben şeyim

Can Yücel

6 Ağustos 2020

Bloğumla hasbıhal

—Merhaba sevgili sahibim,
—Merhaba sevgili bloğum,
—Nasılsın abi, iyi misin?
—İyiyim şükür, seni sormalı?
—Şey abi...
—Ney?
—Yani iyiyim ama...
—Ama...
—İşte sen bana pek yazmıyorsun ya...
—Ee...
—Ondan ötürü pek de iyi sayılmam aslında.
—Niye?
—İşte dedim niyesini.
—Eskiden çok yazıyordum, ona say.
—Niye sayacakmışım, borç harç meselesi mi bu?
—Hoppalaaa.
—Gene başlama sahip!
—Tamam blog, tamam.
—Yazacak mısın gene?
—Yazıyorum zaten. Seni bırakıp gitmiş değilim ki.
—Epey az yazıyorsun ama.
—Ne yapi'm?
—Daha çok yaz.
—Niye istiyorsun çok yazmamı?
—Çünkü seni seviyorum.
—Hıçk!
—Ne oldu abi?
—Hiç.
—Ne oldu Allah aşkına?
—Yeter blog, lütfen. Biraz daha konuşursan ağlatacaksın beni.
—Tamam abi, sen git biraz dinlen istersen, kendine bir kahve yap, hem bak, o sütü bugün bitirmezsen bozulacak, hadi.
—Tamam blogcuğum.
—Sonra gene gel ama bak, ölümü gör.
—Tamam tamam, söz.
—Hadi görüşürüz.
—Öptüm seni.
Sayfa başına git