***
Bugün aslında Amasra'da olmam lazımdı. Dün günübirlik bir Amasra gezisi ilanı görüp aradım, yerimiz kalmadı dediler, ama birkaç gün sonra İstanbul gezimiz olacak, Kapadokya olacak falan. Ama kardeşim, ben ne edeyim İstanbul'u, bana Amasra lazım. Uzatmanın âlemi yok, neticede gidemedim. (Bir bardak soğuk su alır mıydınız? Olur, tabii, zahmet olmazsa.)
***
Kütüphane hadi neyse de otobüste pencere kenarı ya da en ön koltuk olmadı mı ben ölürüm genelde. Bir kere, otobüs yolculuklarında çevreyi izlemenin tadına doyamıyorum. İki, üç, beş saat süren yolculuklarda hiç kesintisiz etrafı izlediğim olmuştur. Bazen yolun bir tarafı çok güzel manzaralarla kaplıyken öbür tarafında hiçbir şey yoktur ve ben de o öbür taraftayımdır, işte o zaman kendimi çok kötü hissederim. Ama yapacak bir şey yoktur. Geceleyin otobüs yolculukları genelde sıkıcıdır. Işık az olduğu için kitap okuyamazsın. Dışarıdan bir şeyi izleyemeyince bari içeriden televizyon izleyeyim dersin ama onda da ya beğendiğin bir film yoktur ya da filmler arasında seçim yapamazsın. Ama ben zaten televizyondan sıkılan biriyimdir.
***
Milli Kütüphane dediğimiz yer aslında pek çokları için Milli Çalışma Salonu'dur. Neden diye soracaksanız, raflar kullanıcılara kapalı, istenilen kitabı görevliler getirip veriyor. Onun yanı sıra, gözlemlediğim kadarıyla buraya gelenlerin yüzde doksan dokuzu çalışmaya gelen öğrenciler. Dolayısıyla da burası birkaç salondan müteşekkil bir milli çalışma salonu. Ama harbiden çalışma salonu, insanlar harıl harıl ders çalışıyorlar. Ara ara gözlerim yaşaracak gibi oluyor. (Aslına bakarsanız, şimdi de gözlerim yaşaracak gibi oluyor ama başka bir nedenden ötürü. Az ışıkta bilgisayar ekranına uzun süre bakınca... İyisi mi ben gidip yüzümü bir yıkayayım. Sonra da kantine inip bir çay içeyim.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuzda bir web sayfasına bağlantı vermek istiyorsanız buraya bakabilirsiniz.
Yorumlarla ilgili notlar için buradaki sayfanın sonuna bakabilirsiniz.