22 Nisan 2015

Öyle kitaplar

M.'nin babası okuduğumuz ortaokulda memurdu. Yıllardır orada çalışıyordu. Genişçe bir alana yayılmıştı okul. Bir ilköğretim okuluydu ama handiyse kampüs denmesini sağlayacak genişlikte bir araziye kurulmuştu. Bu yerleşkenin içinde ilkokul ve ortaokul binaları; pansiyon, yemekhane, banyo binaları; idare binası, kalorifer dairesi, lojmanlar, depolar ve spor salonunun yanı sıra iki tane futbol sahası vardı. Ve bir de küçük ama kullanışlı kütüphane.

O zamanlar kütüphanenin yoluna pek aşina değildik. Neden bilmiyorum. Bini aşkın öğrencisi, ona nazaran da elliden fazla öğretmeni olan o okulda bir günden bir gün bir öğretmenin öğrencilere "Kitap okuyun" dediğini duymadım.

Liseye geçtik. Ortaokulumuzdan on civarında öğrenci aynı liseye kaydolduk. Burası da bir önceki gibi yatılı bir okuldu. Tabii, M.'nin ailesi lojmanda yaşadığı için ortaokulu bizim gibi yatılı okumamıştı o.

Lisenin kaçıncı sınıfındaydık hatırlamıyorum, bir gün M. bize bir keşfinden söz etti. Çocukluğu hep okuduğumuz o ortaokulun yerleşkesinde geçmiş olduğu için kütüphaneyi yettiği kadar "tanıması" zor olmamıştı. O zamanlar tabii "ahlaksız" şeyler yoktu. Vardı aslında da biz yaştakilerin erişmesi zordu. İnternet desen hak getire, diyelim bir gazete sayfasında rastladığımız kadın bacaklarına "çok şey" dediğimiz zamanlar işte. (Duyan da 1950'lerden söz ediyorum sanacak, yok yahu, 90'ların ikinci yarısı.) M. ortaokulun kütüphanesinde "açık saçık" kitaplar keşfetmiş meğer, ama hiç kimseye daha önce söylememiş. Herhalde gidip beni hocalara şikâyet etmesinler diye düşünmüştür. 

(Okumaya yabancı bir toplumda bir ortaokul öğrencisinin bir kütüphanedeki binlerce kitap arasından spesifik olan birkaç tanesini bulabiliyor olması da ancak parantez içinde yazılabilir, değil mi?)

Barbara Cartland adlı bir İngiliz kadının kitaplarıydı M.'nin keşfettikleri. Ailesi hâlâ söz konusu lojmanlarda oturduğu için hafta sonu izinlerinde oranın kütüphanesine gidebiliyordu. Bir gün getirdi iki tane kitap. Birini kendi okuyacakmış, birini de bana verdi. Başladım okumaya. Tabii, M. öyle bir anlatmıştı ki, kitabın malum sahnelerini bir an önce bulabilmek sabırsızlanıyordum. 


Açık saçık dediğime bakmayın, esasında gayet normal kitaplardı. Nedir, arada birkaç öpüşme, sevişme epizodu vardı. Fakat dedim ya, o zamanlar böyle şeylere pek alışık olmadığımız için bize olağandışı görünüyordu o tür kitaplar. İlk kitabı hızlıca okuyup bitirdiğimi hatırlıyorum. Benden sonra bir-iki arkadaş da sıraya girmişti zaten, onlar alıp okudular. Boş zamanlarımızda hep kitap üzerine konuşuyorduk güzel güzel. "Bazı paragrafla"ın iyiden iyiye çözümlemesini yapıyorduk. Şimdi düşünüyorum da, okumayı sevdirmek için fena yollar değil sanki bunlar, ha? Hani söylenir ya, Efesliler Celcus Kütüphanesi'nin tam karşısına umumhane kurmuşlar, gençleri kütüphaneye çekmek, dolayısıyla okuma kültürünü artırmak için. Kim ne der bilemem. Kitap okumak iyidir, bildiğim bu.


Arkadaşımız M. getirdiği o ilk kitabı biz çok beğenince sonraki hafta sonları eve gittikçe bize yeni kitaplar da getirdi aynı yazardan. Biz de her birini yeni bir heyecanla okuduk. Sonra, bekleneceği gibi tat vermemeye başladılar, bir yerden sonra da bıraktık zaten. Şimdi adlarını bile hatırlamıyorum o kitapların.

Nereden esti bu mesele diye sorarsanız, bugün kütüphanede raflar arasında dolaşırken Barbara Cartland'ın şu altta gördüğünüz kitabı çarptı gözüme, eski günleri andım.


3 yorum:

  1. Biz kızlarda Kerime Nadir okurduk. Daha doğrusu ben belki. Yeşilçam Sineması'nın bütün kaynağı Kerime Nadir'dir denebilir belki de ve ondan türetilenler. Cartland'da aslında bence Kerime Nadir'in biraz Avrupai modeliydi. Öyle Kitapların sıralamasına şöyle denebilir sanırım: kerime nadir-cartland- beyaz dizi- pembe dizi- harlequin. Yalnız bu paragraf okumalarınız yüzünden ne çekmiştim ben:( pembe dizilerden birinde fırıncının kızı diye bir hikaye varmış. Benim babamda fırıncıydı. Hiç okumadım, bilmekte istememiştim...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Adını çok duydum ama hiç okumadım. Keşke kendine yabancı bir isim seçseydi, o zaman eminim daha çok satardı. Ya da en azından kendi adını farklı bir tarzda yazsaydı, Karimah Nadeer gibi mesela. Kendisini o zamanlar tanısaydım bunu ona muhakkak önerirdim. :)

      Pembe dizi dedin de, bir zamanlar ev halkıyla beraber ben de izlerdim Brezilya, Meksika pembe dizilerini. O zamanlar gündüzün çıkıyorlardı. Şimdi galiba tüm diziler akşam çıkıyor. Ne diyelim, zaman dizileri de değiştiriyor anlaşılan.

      Selamlar...

      Sil

Yorumunuzda bir web sayfasına bağlantı vermek istiyorsanız buraya bakabilirsiniz.

Yorumlarla ilgili notlar için buradaki sayfanın sonuna bakabilirsiniz.

Sayfa başına git