21 Eylül 2013

Nasılsın Süleyman Amca?

Sonbahar da geldi. 
Bu ne hal? 
Yazacak bir şey yok! 
Böyle olmazdı hiç. 
En çok sonbaharda yazacak bir şeyler olurdu. 
Yapraklar ne zaman dökülecek acaba? 
Kavak yaprakları dökülüp kuruyunca üstünde yürümek? 
En son ne zaman yaptın bunu?
Neyi?
Kuru yaprakların üzerinde yürümeyi?
Bilmiyorum ki, hiç yoksa beş yıl vardır. 
"Neden böyle üzgün görünürsünüz, yıllar yılı dost bildiğim aynalar?" 
Üzgün müydü sahi o? Yani, orada üzgün değil de sanki başka bir kelime geçiyordu. 
E, açıp internete baksana be kardeşim. 
Amaaan, boş ver, bakacaksın da ne olacak. 
Hiç kurumuş akasya yaprağı da görmedim, nasıl oluyorlar acaba?
"Anam her gün bu vakitlerde bana elma getirirdi," diye yazmıştı bir zamanlar.
Kim?
Kim olacak, içindeki çocuk. 
Günün birinde Cennet diye bir yer varmış. Orada yaşayan bir adem varmış. Adı Adem'miş. Bir de karısı varmış. Adı Havva'ymış. Bunlara her şey –ama her şey– serbestmiş. "Ne yaparsanız yapın, ne ederseniz edin" denmiş kendilerine, onlar da hiç, "yok olmaz, biz almayalım, valla, kalsın, teşekkür ederiz" filan dememişler, ne verildiyse almışlar.
Kimilerine biraz ilginç gelecek belki ama, Adem'le Havva'nın düğününde yer almak isterdim. Hani, insan merak ediyor, yalnızca iki insanın olduğu, başka da hiçbir insanın olmadığı bir devirde, o iki insanın düğünü nasıl oldu acaba? Siz merak etmiyor musunuz? (a. Evet ediyoruz: E, normal canım merak etmek, merak edilmeyecek gibi değil ki. / b. Hayır etmiyoruz: Aman, siz de ne meraksız şeysiniz öyle! Geçin oturun televizyonun karşısına, dizi izleyin anca.) Parantez kapanır, normal hayata dönülür. 

Adem'le Havva'nın düğününde ne ikram edildi acaba? 
Lan ne ikram edilecek oğlum! Hasta mısın? Ne'sini bırak, kime ikram edilecek?
Doğru ya, kimse yok ki.
E, ne güzel işte, masraftan kurtulmuşlar hiç olmazsa.
Tabii, davetli falan olmayınca oynayan moynayan da olmamıştır. Halay çeken de olmamıştır.
Yani.

Deliriyor muyum ne? Hayır, o değil de, annemle büyük ablamın yanında böyle konuşsam beni linç etmeseler bile evden atarlar, öyle de bir durum var. Allah'tan anacığım internete girmiyor. Ama ben de pek öyle linç edilmeyi gerektirecek bir şeyler söylemiyorum ki. Ne yani, şimdi insanın Adem'le Havva'nın düğününü merak etmesi ayıp mı, günah mı? Bunda garipsenecek ne var? Sonuçta Adem bizim babamız, Havva da anamız. İnsanın, annesiyle babasının düğününü merak etmesi kadar doğal ne olabilir? Durun size bir şey anlatayım, aklıma geldi. Benim bir amca oğlum var, küçükken çok komikti. Bir gün oturuyorduk, o da halamın kucağındaydı, dört yaşında anca vardı, durup dururken dedi ki, "hala, hatırlıyor musun, ben ninemin düğününde, onun dizine oturmuş şeker yiyordum." Adam ninesinin düğününe gitmiş düşünün, bir de onun dizinde oturmuş ve şeker yemiş. Şimdi gel de reenkarnasyona inanma. Ne diyorduk, deliriyorum galiba. Normaldir. 
Adem'le Havva her şeyi yapıp etmekte özgürlermiş özgür olmasına, ama bir tek şey yasakmış onlara. O da, adı üstünde yasak meyve. Neden yasakmış acaba? Galiba hiçbir zaman bilemeyeceğiz. O yüzden de üstünde araştırmalar yapmak, akıl yürütmek boşuna. Yasak meyve bir elmaymış. Acaba tatlı bir elma mıymış, yoksa ekşi mi? Onu da bilmiyoruz. Bu elma kırmızı mıymış, yeşil mi? O da, yine aynı şekilde muamma. Ee, ne yapacağız sonuç olarak?  
Bir de neyi merak ediyorum biliyor musunuz? Merak da denemez ya, keşke diyorum, Adem babamızdan kalan, anılarını yazdığı bir kitap olsaydı da ulaşsaydı günümüze. Hayıflanıyorum ama elden ne gelir? O günleri de çok merak ediyorum. O günkü sosyal hayat nasıldı mesela? İnsanlar ne yapıyorlardı, gündelik hayat nasıl geçiyordu? Sıkıntı, dert, keder, tasa var mıydı?

Yahu, canım nasıl sıkılıyor, anlatamam. İşte böyle hezeyanlara bulanıyorum canım sıkılınca. Siz neler yapıyorsunuz? Ee, daha daha ne var ne yok?
Madem yasak meyveye dokunmak en büyük günahtı orada, Adem babamızla Havva anamız da sırf bu yüzden kovulup bu dünyaya atılmakla cezalandırıldılar, burada niye bu kadar çok elma var, onu da, Allah biliyor ya, çok mu çok merak ediyorum.

6 yorum:

  1. "neden böyle 'düşman' görünürsünüz?" ... :) olsun, hafızada kalan şekli de güzel. ne güzel bir şiirdir, insan lise sıralarında anlamıyor kıymetini. Kuru bir ezber kalıyor akılda ama sonra, yıllar geçtikçe "yolu yarılamaya" yaklaşınca anlıyor hikmetini.
    fazla merak iyi değildir, derler ya hani, meraksız da olmuyor. Sezgin Kaymaz'ın romanındaki gibi "Ah şu karşı kıyı..." diye bir merak var hepimizde, sizde 'elma' olur o, bizde 'karşı kıyı'... :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba Yolcu, nasılsın? :) Sahi, düşman'dı o, değil mi. İnsan yaşlandığını hissediyor be. Ben şairin koyduğu kritere göre yolun yarısına gün be gün yaklaşırken kendime yeni yollar aramaya koyuluyorum, bahaneler buluyorum filan. Örneğin, orada burada söylediğim bir şey var: Artık devir değişti. Eskiden yaş otuz beş yolun yarısı ediyordu, şimdi hayat standartları yükseldi, artık kırk beş. Avuntu işte. :)

      Sezgin Kaymaz'ın romanını okumadım ama ziyanı yok. Nasıl olsa okunacaklar listesinde bekleyen üç yüz, beş yüz kitap var, bir de onu ekleriz ne olacak. :)

      Sevgiler...

      Sil
  2. :) Kitabın adı "Ateş Canına Yapışsın" dursun, lazım olur belki. Hayat standartları yükseldi velakin stres kaynakları çoğaldı, kırk beş avuntu yani :)
    bu arada ben yeni "yolcu", eski "evvelzamanicinde" :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet, fark ettim, blogunu Wordpress'e taşımışsın. Blogger'ın bir yamukluğunu mu gördün? :)

      Sil
  3. :) değişiklik iyidir... wordpress daha güzel sanki ama kesinlikle blogger kullanımı daha kolay, bunu fark ettim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben boşuna mı bunca yıldır Blogger kullanıyorum. :) Ben de yıllar önce bir yıl Wordpress kullandım ama Blogger'ı hiçbir şeye değişmem. :)

      Sevgiler...

      Sil

Yorumunuzda bir web sayfasına bağlantı vermek istiyorsanız buraya bakabilirsiniz.

Yorumlarla ilgili notlar için buradaki sayfanın sonuna bakabilirsiniz.

Sayfa başına git