Nuri Bilge Ceylan'ı facebook'tan ekleyeyim dedim ama sırada bekleyen çok sayıda arkadaşlık isteği olduğu için yeni istek gönderilemiyormuş. Bu da demek oluyor ki kendisi facebook'u çok az kullanıyor. Bir soru soracaktım Nuri Bilge'ye, ondan ötürü eklemek istedim.
Uzak, Nuri Bilge Ceylan'ın 2002'de çektiği, yanılmıyorsan birkaç tane önemli ödül de alan bir filmi. Galiba ilk olarak 2005'te izledim. Üniversitenin üçüncü sınıfındaydım ve o zamanlar bir tür yabancılık sendromuna yakalanmıştım. Yarıyıl tatillerinde falan memlekete geldiğimde kendimi büsbütün yabancı hissetiğim zamanlardı. Sanki burası benim, anamın babamın, atalarımın memleketi değilmiş, burada doğup büyümemişim de başka bir yerden gelmişim ve yabancılık çekiyorum gibi hissediyordum kendimi. İşte, Uzak'ı izlemem tam da o zamana rastlayınca haliyle çok beğendim. Aslında yalnızca bunun için değil, genel anlamda da beğendim. Güzel filmdi, yani benim sevdiğim tarzda bir filmdi. Evde bilgisayardan izlemiştim, onu anımsıyorum ama yalnız mıydım, yanımda birileri var mıydı, onu anımsamıyorum. Sanki yanımda biri vardı ve film bitinceye dek sıkıntıdan patlamıştı, öyle de bir şeyler hatırlıyorum, eğer bu filmde değilse bile, bu anlattığım, İklimler'de olmuştu. Nuri Bilge'nin filmleri, bilenler bilir, ağır aheste akan filmlerdir. Neyse, bunları ne demeye söylüyorum ki, konu bu değil.
Filmi ilk izleyişimden önce miydi, sonra mıydı, onu da hatırlamıyorum, Radikal'in sinema sayfasında Uzak üzerine yazılmış bir yazı okumuştum. Yazının başlığı, "Kendi Kültürüne Uzak"tı. Yazarın bu yargısına katılmamıştım. Çünkü o, filmin başrol oyuncularından Mahmut'u yeriyordu bu başlıkla. Bense o zamanlar Mahmut'u, onun tutumunu, tavrını tutuyordum. Mahmut, karısından boşanmış, İstanbul'da yalnız başına yaşayan, bir seramik şirketine mermer fotoğrafları çekerek geçinen, hali vakti yerinde sayılabilecek, 40-50 yaşlarında eski bir fotoğraf sanatçısıdır. Günün birinde Yusuf adlı bir genç iş bulup çalışmak için köyünden kalkıp İstanbul'a gelir, Mahmut'a misafir olur. Mahmut'un akrabası olduğu belli ama tam olarak nesi olduğunu filmden öğrenemiyoruz. Yusuf rastgele gelmiştir, ekonomik kriz de vardır, bu nedenle de iş bulmak hiç de kolay değildir. Mahmut'unsa ona yardımcı olmaya niyeti yoktur, çünkü etliye sütlüye dokunmayan bir yapısı vardır. Yusuf'a belli etmek istemez ama bir an önce bir iş bulup gitmesini istemektedir, çünkü yalnız yaşamaya alışmış ve böyle yaşamayı da seviyor görünmektedir. İşte bu nedenle Yusuf'un iş bulamadan akşam eve geldiği her geçen gün ondan sıkılmaktadır. Sonunda dayanamaz ve bu sıkıntısını bir yolunu bularak Yusuf'a belli eder:
— Sen salonda sigara mı içtin?
— Hayır, içmedim.
— Oğlum yalan söyleme, geldiğimde içerisi leş gibi sigara kokuyordu! Halıların üstünde küller, izmaritler...
— Ya, geçende beraber odada içtiydik ya, herhalde artık içiliyordur diye bir tane içmişimdir belki.
— Bak oğlum, azıcık yüz verince hemen cıvıtıyorsun. Sana kaç sefer tuvaletten çıkınca sifonu çek demedim mi?
— Demedin.
— Bunu demem mi lazım! Eşek kadar adam oldun, daha bunu öğrenemedin mi? İnsan misafir kaldığı evde biraz dikkat eder. Bir gün gelmeyeceğim, dedim, sıçmışın evin içine, ortalığı bok götürüyor! Bin türlü derdim var, bir de senin pisliğini temizleyeceğim burda...
— ...
— Bana bak, ben sigarayı bıraktım, bundan sonra mutfakta da sigara içmek yok!
— Tamam.
Birkaç gün sonraysa Mahmut'un sıkıntısı iyice artar ve deyiş yerindeyse, artık Yusuf'a patlar. O sahnedeki diyalog da şöyledir:
— Ne oldu senin gemi işi?
— Valla, işte haber bekliyoruz ya. Daha belli değil.
— Ne zaman belli olacak?
— Valla... Bilmiyom ki ya, işte... İşi kolluyorum yani, öyle, gidip geliyorum, birkaç güne kadar haber veririz dediler. Oradaki gemiciler kahvesine falan da gidiyorum.
— Peki o iş olmazsa ne yapacaksın? Köye mi döneceksin?
— Köye döner miyim ya...
— Ne bok yiyeceksin peki?
— Valla, bir kere ben köye dönersem bir daha hayat boyu oradan kurtulamam artık. Fabrikada da hiç iş falan yok. Köyde durum çok sakat yani.
— Peki oğlum bu durumda ne yapacaksın, bana onu söyle!
— Şu sizin seramik şirketinde bana göre bir iş bulamaz mıyız acaba?
— Oh! Adamlar zaten seni bekliyordu. Oğlum, burda da adamlar sapır sapır adam çıkarıyor. Kriz yok mu sanıyorsun burda?
— Yahu... Gene de bir denesek, belki bir bekçilik işi falan, oralardan denk getiririz.
— Lan iki gün evi sana bıraktık, ne hale getirdin, senden bekçi mi olur!
— ...
— Senin ne vasfın var ki alsınlar işe? Hadi girdin, ne yapacaksın o zaman? Ne iş yapacaksın? Fasülye mi dikeceksin? Kamarotluk mu yapacaksın? Miçoluk mu yapacaksın?
— Ya bak, Mahmut Abi, dallandırıp budaklandırma o kadar. Senden bir şey rica ettik, söyleyiversen ne olur sanki? Ben olsam söylerdim.
— Oğlum, bugüne kadar ben kendim için bile bir şey söylemedim.
— Zaten siz hepiniz böylesiniz ya, burası değiştirmiş sizi.
— Oğlum, gurur diye bir şey var, öyle paldır küldür harcanmaz. Salak herif!
— Yahu, bir kere denemekten ne olur ya? Hem ben olsaydım çoktan söylerdim ha.
— Şuna bak şuna. Lan bir bok anladığın yok, cart curt konuşuyorsun. Kolay mı sanıyorsun sen bu işleri! Lan adamlara on yıldır binlerce fotoğraf çektim, şu balkona yirmi metrekare seramik lazım oldu, üç kuruş indirim yaptıramadım be! Taşradan gelmişsiniz, işiniz gücünüz torpil aramak! Bir vasıf filan bulmak diye bir derdiniz yok, amcaydı, dayıydı, bakandı, milletvekiliydi, cart curt! Her şeyi hazır bulmaya çalışıyorsunuz! Ben bu işe başladığım zaman kimse yardım etmedi bana, her şeyi tırnaklarımla kazandım! İstanbul'a geldiğimde cebimde otel parası bile yoktu!
— ...
— Bir bok öğrenmeden, plansız programsız kalkıp geliyorsunuz İstanbul'a, ondan sonra kalakalıyorsunuz ortalıkta!
— S.ktir lan, ...
Az önce de söyledim, filmi ilk izlediğimde Mahmut'u tutmuştum ben. Ama şimdi biraz farklı düşünüyorum tabii. Bana kalırsa, objektif bir açıdan baktığımızda Mahmut'a da hak vermemiz gerekir, Yusuf'a da. Bir kere, akrabalık, yakınlık denen bir değer var. Tutup da bir kalemde silemeyiz. İnsan dara düştü mü yakınlarından yardım ister, bu çok doğal. Yusuf'un hakkı burada. Bir de, bireysel tercihler mi dersiniz artık, işin o yönü var. İnsanların yaşam biçimi zamanla değişebilir, bunu garipsememek gerek. Bir kimse kalkıp İstanbul'a ya da Paris'e gittikten sonra değişebilir. Yaşamı da değişebilir, kendisi de. Buna saygı göstermek gerek. Mahmut'un hakkı da burada.
Nuri Bilge Ceylan'ın filmlerini çok severim. Bir Zamanlar Anadolu'da'yı da henüz izlemedim bu arada. Geçen gün, Nuri Bilge'nin filmlerini birer kez daha izleyesim tuttu ve bilgisayarda bulunanlardan Uzak'ı açıp izledim. Yazının başında, Nuri Bilge'ye bir şey soracaktım dedim, şimdi gelelim ona. İlk izlediğimde dikkatimi çekmemişti, ama bu kez birden fark ettim, daha doğrusu bana öyle geldi, filmin her iki başrol oyuncusu da galiba Nuri Bilge Ceylan'ın ta kendisi. Yani, Ceylan galiba burada kendi hayatından kesitler sunmuş bize. Kendi hayatını anlatan binlerce yönetmen var. Hatta, çoğu yönetmenin ilk filmlerinde kendilerini anlattığı yönünde efsane-gerçek karışımı bir yargı da var. Bir yönetmen, isterse bütün filmlerinde kendini anlatsın, benim için sorun yok, yeter ki anlattığı hikâye gerçek bir film olsun.
Merakımı giderebilirim umarım. Öyle düşünüyorum ama sormakta yarar var, Acaba hem Mahmut, hem de Yusuf Nuri Bilge Ceylan'ın kendisi mi?
NuriBilge Ceylan'ın filmlerini çok sevenler ve hiç sevmeyenler diye ayırabiliriz. Arası yok. Ben de aslında sevmeyenlerdenim. Burada Yusuf'un haksızlığı işini garanti etmeden büyük bir şehire gelmesi. Ama haksız da diyemiyoruz çünkü işin içinde cahillik var
YanıtlaSilMerhabalar, hoş geldiniz. Güzel bir tespit, hiç aklıma gelmemişti bu. Niye böyle acaba? Mesela siz niye sevmiyorsunuz?
SilYine bekleriz, sağlıkla kalınız.