18 Kasım 2013

Bilge Karasu

Bilge Karasu'yu okumayı uzun zamandır istiyordum. Ancak buna bir türlü cesaret edemiyordum. Onun "başka" şeyler yazdığını biliyordum çünkü. Gündelik hayatımızda yapıp ettiklerimiz farklı derecede cesaret isterler; kıyıda oturup denizi izlemekle denize yirmi metre yükseklikten atlamak farklı derecede cesaret isteyen edimlerdir. Yazarların metinleri için de böyledir bu, her yazarı okumak için bize gerekli olan cesaretin miktarı aynı değildir. Umarım verdiğim örnek yadırganmaz.

Nihayet Bilge Karasu'yu da okudum. Herhangi bir sürprizle karşılaşmadım. Beklediğim gibi çıktı, yazdıklarından hiçbir şey anlamadım. Buna karşılık, kitabı bir solukta okuduğumu söyleyebilirim, çok zevkliydi çünkü okuduklarım. Hiçbir şey anlamadan nasıl zevk alabildin ki be adam, diye sormazsanız alınırım. Buna verecek eli ayağı düzgün bir yanıtımın olmadığını da söyleyeyim ama. Ne bileyim, Bilge Karasu derin bir adam nihayetinde, derin adamların yazdıkları da öyle sıradan şeyler olmayacaktır. Anlamıyorsan bile sana bir şeyler anlatıyor olacaktır. Öyle değil mi, size biri boş şeyler anlatıyor ve siz de gerçekten anlıyorsanız bile yalnızca zaman harcamış olursunuz onu dinlemekle, adı üstünde, boş şeylerdir, ama bir de bunun tersini düşünün, size biri hakiki şeyler anlatıyor ve siz de hiç anlamıyorsanız bile, gene de bir katkısı vardır size o anlatılanların, adı üstünde, hakiki şeylerdir, anlatabiliyor muyum?
.
Bilge Karasu'nun Gece'sini okudum. Aslında Göçmüş Kediler Bahçesi'ni okumayı düşünmüştüm. Neden, diye sorarsanız, adından ötürü. Hani, bazı kitapları sırf kapaklarından ötürü okumak isteriz ya, bize bir şeyler çağrıştırır kapaklar, ben de bazı kitapları adından ötürü okumak isterim. Son zamanlarda nedense kediler üzerine okumak istiyorum. Hatta bir ara kedili metinlerin listesini çıkarmıştım, bilgisayarın bir yerlerinde duruyor olmalı, başında da Salâh Birsel'in bir metni vardı. Sahi bak, Salâh Birsel de okunmayı bekliyor onca zamandır. Yeri gelmişken söyleyeyim, deneme okumayı çok severim. Nermi Uygur'u örneğin, henüz okumadıysanız çok şeyler kaçırıyorsunuz demektir. Ne diyordum, Bilge Karasu okumanın vakti geldi, deyip halk kütüphanesinin yolunu tuttum. Göçmüş Kediler Bahçesi yoktu, ben de mecburen Gece'yi alıp eve geldim. 

Bazı şiirleri okurken yaşadıklarımı yaşadım Gece'yi okurken. Şiirden hiçbir şey anlamam ama severek okurum, üst üste birkaç kez okurum üstelik. Bir zamanlar böyle değildi ama, onu da itiraf edeyim. "Ne saçmalamış bu" diye söylendiğim çok olmuştur bir şiiri okurken. Tabii, birini yargılamaktan kolay ne var. Okullarda hep karşılaştığımız bir şeydir, öğrenci, diyelim otuz almışsa "Hocam, bana niye otuz verdiniz?" diye sitem eder, ama doksan almışsa teneffüsü dört gözle bekler, yan sınıftaki arkadaşına "Doksan aldım" demek için. Benimki de o hesaptı bir zamanlar, şiiri anlamışsam ben anlamıştım, yok, anlamamışsam şair saçmalamıştı, başka işi gücü mü yoktu oturup bunları yazmakla vakit harcıyordu. Neyse ki çok sürmedi bu yargılamalarım. Şimdi hiç anlamadığım bir İkinci Yeni şiirini örneğin, severek, defalarca okuduğum olur. Ha, anlayınca iki kat severek okurum, o ayrı.
.
Bilge Karasu
Kitabı anlamadığımı söyledim. Belki Bilge Karasu'nun tüm kitaplarını okuduktan sonra dönüp bunu bir daha okumalıyım anlamak için. Belki de okuduğum her kitabında biraz daha anlayacağım. Bilemem. Kitabın adı Gece. Bunun üzerine düşündüm uzunca. Gece nedir? Ya da gece denince aklımıza ilk gelen nedir? Elbette karanlık. En azından benim aklıma ilk gelen bu. O halde karanlık bir durumdan söz ediyor olmalı Bilge Karasu. Peki ama, nasıl karanlık bir durum bu? Bir tür daralma, sıkılma, hayattan bıkma mı? Siyasi ve toplumsal olayların doğurduğu bir karanlık mı? Düşün dur... Tabii ki gece demek yalnızca karanlık demek değildir. Gecede başka şeyler de var, örneğin yıldızlar. Işımaları için gece olması gerek. Karanlık ne denli olumsuz bir anlam barındırıyorsa, yıldızlar da o denli olumlu bir anlam taşır, haksız mıyım? Gecede bir de yalnızlık var, onu da atlamamak gerek. Yalnızlık, ama sıkıntı veren türden değil, seni kendinle başbaşa bırakan türden bir yalnızlık. Dinginlik anlamındaki yalnızlık. Bunları hep hesaba kattım ama yine de bir sonuca varamadım. Bilge Karasu nasıl bir geceden söz ediyor? 

Bir şey anlamadın, tamam, ama gene de söyleyecek bir şeyin yok mu bu kitapla ilgili, diye sorsa biri, "metaforlar kitabı" derim herhalde. Nasıl yani, diye üstelerse, öyle işte, baştan sona metaforlarla dolu, diye sürdürürüm ben de. Bakın mesela: 
"Gecenin işçileri" epeyden beridir artık herkesin ağzında dolaşan bir deyim. Buna karşılık olacak bir deyim, örneğin "gündüzün işçileri" deyimi, kullanılmıyor. Hiç değilse, kullanıldığını daha işitmediğimi söyleyebilirim. 
Kimdir bu gecenin işçileri? Kitap boyunca onlardan söz edilir. Ama bilemeyiz bunların nasıl işçiler olduğunu. İşçi varsa ortada, iş de vardır haliyle. Ne iş görüyor peki bu adamlar? Sahi, bunlar adam mı? Belki de insan değillerdir...

Yalnızca gecenin işçileri de değil, N. diye biri var, Sevinç adında başka biri var. Bu ikisinin insan olduğuna yönelik kuşku yok. (Gibi.) Öyle sanıyorum ki bunlar yazarın yaşamında yer almış kişiler. Evet ama kitapta ne işleri var? Sonra, Bilgiler Sarayı diye bir yer var. Ne menem bir saraydır bu? Burada nasıl bilgiler bulunur, dahası, ne kadar bilgi bulunur? Burası bilgilerin üretildiği bir saray mıdır, tüketildiği bir saray mı? Düşün dur... Bir de Hareket var. Bu hareketin niteliğini de çıkaramadım. Toplumsal bir hareket midir bu, siyasal bir hareket mi? 

Böyle sorular işte... Kitap boyunca kafamı kurcaladı durdular. Şunu da söylemezsem kendime haksızlık etmiş olacağım, kitabı açık bir zihinle okuyamadım maalesef. Son bir yıldır özellikle, kafamı hiç toparlayamıyorum. Bunlar söylenmez gerçi, millete ne senin kafanın dağınıklığından, yine de söylemiş bulundum işte. Bakın örneğin, ne diyor kitabın başlarında:
Uzatıyor, dolaştırıp karıştırıyor muyum lâfı? Şimdiye değin doğru dürüst olmuş bitmiş bir şey yok. Geçişin sertliği, çarpıcılığı, istediğim bir şey mi? Oysa tasarladığım çeşitli izleklerden ancak birini sezdirebildim şimdilik. Dağınıklığı toparlamak gereği var, her şeyin ardındaki yazar ben miyim, benim bir yaratığım mı, karşılaştırmak gereği var... 
Sözü edilen izleği sezemedim ne yazık ki? O bir yana, burada konuşan kişi kim, sözünü ettiği izleği bize sezdiren kim, Bilge Karasu mu, yoksa kitaptaki biri mi? Buna da emin olamadım. İyisi mi ben de lafı fazla uzatmayayım. Besbelli, işin içinden çıkamayacağım. Zaten uzun blog yazıları pek çoklarınca okunmaz, yıllardır blogger'ım ya güya, bunu çok iyi bilirim. Sahi, buraya kadar okudunuz mu? Eğer öyleyse, siz ya bir kitap kurdusunuz ya da bir Bilge Karasu hayranı, kalıbımı basarım.

4 yorum:

  1. Bazı yazarlar vardır ki, onları okuyabilmek, onların dünyasına girebilmek, dilinden anlayabilmek, okurken yazdıklarında kendini kaybedebilmek, kısacası o yazarın okuru olabilmek için belli bir birikim ve hatta daha da ötesinde özel bir “eğitim” gerekir. Bu dikenli yolda o yazarlar ve eserleri hakkında tezler yazılır, sempozyumlar, atölyeler düzenlenir, kitaplar derlenir. Bilge Karasu’yu Okumak bunun örneklerinden yalnızca biridir" Cansu Karagül"

    YanıtlaSil
  2. yazını sonuna kadar okumuş biri olarak, bilge karasu'yu bu yazınla tanıdım. Kanımlaitap kurdu olarak da tanımlayamam kendimi ama sen iyi yazıyosun. :) ona verelim. Ne demek istediğini anladım. : ) İlk yoruma katılıyorum. Bazı kitapların okuma zamanı olduğuna ben de inanırım, senin için doğru zaman olmamış olabilir, hoş anlattığın kitap benim için de doğru zaman olamaz gibi henüz. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba Şaziye, nasılsın, hayat nasıl gidiyor? Umarım her şey yolundadır. Teşekkür ederim yorumun için. Şimdi tevazuya gerek yok kanımca, sen de kitap kurdusun biliyorum. :)

      Sil

Yorumunuzda bir web sayfasına bağlantı vermek istiyorsanız buraya bakabilirsiniz.

Yorumlarla ilgili notlar için buradaki sayfanın sonuna bakabilirsiniz.

Sayfa başına git