18 Eylül 2014

Erik ağacına çıkıp yediğim üzümler

Bazen, işte böyle, yazacak hiçbir şeyi olmuyor insanın. E, olmuyorsa yazmayıversin be kardeşim, dediğinizi duyar gibiyim. Öyle tabii, öyle de... Nasıl desem, gene de yazası geliyor insanın işte. Ne yapmalı o vakit? İki arada, bir derede... Bir düşüneyim bakalım, biri bana bu konuyla ilgili bir soru sorsa ne yanıt veririm acaba? İnsanın hem yazma isteği var, hem de yazası yoksa ne yapmalı? Soru bu. İlk cevap olarak, saçmalayabilir, geliyor aklıma. Evet, saçmalayabilir. Ama saçmalamak dediğin nedir? Hımm... Saçmalamak nedir, iyi soru. Bir kere, herkesin üstünde birleşeceği bir saçma tanımı olamaz kanaatindeyim. Bir insan bir insana, saçmalama, dediği vakit, aslında saçmalamıyordur muhatabı, zira saçmaladığını düşünse zaten saçmalamaz. (Vay be, cümleye bak!) Şu halde, saçmalamak dediğimiz edimin göreli bir şey olduğunu söyleyebiliriz. Bir söz örneğin, birine göre saçmayken bir başkasına göre olmayabilir. Benim bu yazdıklarım da, tam da şu anda birilerine saçma geliyordur muhakkak. Belki birilerine de gelmiyordur. Fakat galiba yanlış bir şey söyledim demin, kişinin kendi söyledikleri, yapıp ettikleri kendisine saçma gelmez yollu bir şeyler demeye getirdim ama bazen öyle olmuyor, bazen kişi saçmaladığını düşünebiliyor. Evet evet, hatta, ne saçmalıyorum ben, diyenlere de çok rastlamışızdır. Peki, bunun nedeni nedir acaba? Saçmaladığını düşündüğü halde insan neden saçmalar? Belki saçmaladıktan sonra saçmalamış olduğunun ayırdına varır. Belki de bilmem ne. Nereden açıldı bu saçmalama konusu, ne diyorduk... İnsan hem yazmak istiyor, hem de yazamıyorsa ne yapabilir, diye sormuş oluyordu bana biri, ben de ilk cevap olarak, saçmalayabilir, diyordum. Güzel güzel, tabii, saçmalamak da bir yerde insanın ihtiyacı. Bir de herkesin bal dökülecek değil ya ağzından. Bak şimdi aklıma ne geldi, o ağzından kelimeler süt gibi dökülen insanlar da kalmadı. Eskiden, insanlar henüz sosyalleşmemişken konuşuyorlardı ya. İşe bakın yahu, sosyal medya diyorlar, milyonlarca insan sosyalleşiyor güya, ama ne sosyalleşme, peh peh peh! İnsanlar bilgisayarlarına, telefonlarına gömülüp sosyalleşiyorlar. Aslına bakarsanız, sosyal medyada yediğimiz her bir halt yaktığımız bir yalnızlık ağıdından başka bir şey değil. Değil. Bazen twitter'a bakıyorum da, insanlara ciddi ciddi üzülürken kendi halime de seviniyorum doğrusu. Twitter'ı sadece bu blogda yazıp çizdiklerimi paylaşmak için kullanıyorum. Milyonda bir başka bir şeyler için kullanıyorum. İşte bunun için seviniyorum, zira bazıları öyle bir hale gelmiş ki orada, geceli gündüzlü bir şeyler söylüyorlar. Bunun üzerine tekmil psikologların, onlardan önce de filozofların eğilmesi gerek bir an önce. Ne kadar çok şey var insanların içinde, aman Tanrım! Halbuki, sokakta insanlara bakıyorum, hiç de öyle içleri dolu dolu insanlarmış gibi görünmüyorlar. Hayret ediyorum, nereden çıkıyor bu kadar tweet? Hadi diyelim biri bana bir cevap verdi de, hayretimi giderdi, peki ya çıktıktan sonra nereye giriyor bu kadar tweet? Bir de facebook paylaşımları var elbet. Başka başka sosyal medya platformları var, falan da filan da. İpin ucunu mu kaçırdım ne, ne diyordum da buraya geldim? En başa döneceğim müsaadenizle. İpin ucu yine kaçarsa umarım evrenin bir yerlerinde gizli birileri beni uyarır. Artık melek mi dersiniz onlara, ne dersiniz, size kalmış. (Bu yazıyı buraya kadar okuyan sevgili okuyucu, helal olsun sana. Okumaya devam et, madem buraya değin getirdin, yarım bırakma, sonunu getir.) İnsanın hem yazası var, hem de yazacak bir şeyi yoksa, ki üçüncü kez soruyorum bunu– ne yapmalı? Saçmalayabilir, tamam orası anlaşıldı, ya başka? Rastgele yazabilir. Hımm... Benim bu yaptığım da biraz öyle mi sanki? Rastgele... Rast, "doğru" demek. "Düzgün" anlamı da var. Keza "dürüst" anlamı. Rastgele, bazıları rasgele diye de yazıyorlar, Allah ne verdiyse gibi bir şey. Aklından ne çıktıysa parmaklarının ucuna, oradan da bilgisayara, ya da kalemle yazıyorsan kâğıda gider, böylece rastgele yazmış olursun. Aklımda da çok şey var yahu... Bununla birlikte şu anda saçmaladığımı biliyorum. Saçmalamak, işte görüyorsunuz, saçıyorum orta yere. Bir deli tanıyordum. Kaç yaşındaydı, bilmiyorum. Bilindiği gibi, delilerin yaşını tahmin etmek güçtür. Elli yaşındadır, otuz gösteriyordur misal. O adam da elli, elli beş gösteriyordu, gerisini bilmiyorum. Sabahtan akşama kadar bir masada oturur, konuşur dururdu. Rastgele diye ona derler işte. Ne konuşur, kiminle konuşur, bilinmez. Kendiyle konuşur denebilir, evet, pek tabii, kendiyle konuşması da insanın bir ihtiyacıdır. Rastgele dedik de, bakınız oradaki "rast" bir şeye işaret ediyor olmalı. "Doğru" bir şeyler var demek ki rastgele işlerde, bana mı öyle geliyor? Siz düşünün. Başka? Yazmak istiyor da yazamıyorsa bir insan, ne yapmalı? Olmuş olan şeyleri yazabilir. Bir gününü olduğu gibi anlatabilir. Bunu pek çok insan yapıyor zaten. Biz de bazen yapıyoruz. Sabah kalkıp şunu ettim, öğlen oldu bunu ettim gibi. Başka da aklıma bir şey gelmiyor. Çok yazası varsa, gitsin ilkokulda yaptığı gibi, bir kitap alsın eline, ödev olarak kitaptan kaç sayfa diliyorsa deftere geçirsin. Ne yapacak başka? İnsan ya yazar, ya yazmaz, bu kadar basit. Yahu, hadi yazmak neyse de, sevgili kardeşlerim, peki ya bir insanın konuşası varken konuşamıyor oluşuna ne demeli? Asıl acı olan da o. Yazmak ayrı şey, konuşmak ayrı. Eskiden çok yapılırmış herhalde, bir kimse günlüğüne filan yazar, yazdıklarının okunmasını ister, yalandan defteri ortalıkta bırakır gider, birileri de gelir okur. Bugün artık buna gerek yok; yaz, internete sal, hiç değilse bir kişi okur. Ama konuşmak öyle mi? Sesini duymak istersin birilerinin, ondan da çok, senin sesini duymalarını istersin birilerinin. Bazı yaşlıları, oraya buraya atılmışları, itilmişleri düşünüyorum da, zor olmalı. Hem de çok.

Deminden beri neye sayıp döküyorum, ben de anlamış değilim. Anlaşılmaz bir yanı da yok ya, meramımı ilk cümlede belli ettim zaten, yazasım var, doğrusunu isterseniz her zaman yazasım var, ama işte, görüyorsunuz, her zaman yazamıyor ki insan. Adı üstünde, insan. Makine olsak belki yazardık. Bazen yazmayı yemek yapmaya benzetiyorum. Herkes yemek yapabilir. En beceriksiz insan bile hiç değilse iki yumurta kırabilir –ben gerçi onu bile yapamayanları da gördüm ya–, gelgelelim yemek var, yemek var. Yazı da o hesap, yazmak var, yazmak var. Eh, ne yaparsın artık, olduğu kadar.

İyi saçmaladım, bunda anlaşalım.

(İyi o vakit, madem alan razı, satan razı, burada keselim saçmalamayı. Fakat yine de saçmalamak deyip geçmemeli.)

Bu yazıyı şimdi bitirdikten sonra gözden geçirmeyip hemen yayımlayacağıma dair sizi temin ederim. İmza: Bir dost.

Selamlar, saygılar, sevgiler...

(Sahi, az kalsın unutuyordum, buraya kadar okudun mu pek kıymetli okuyucu? Seni içtenlikle kutlarım. Bir işi yarım bırakmayıp tamamlamak gibisi yoktur. Şimdi git kendini ödüllendir. Hoş bir müzik dinle, ya da kendine bir kahve yap, dışarıdaysan bir çikolata al ye, ne bileyim, bir şeyler yap, bunu gerçekten hak ettin.)

2 yorum:

  1. Iyidir iyidir.... Insan hayatta bazen saçmalamalı. Hayat bu, öyle dümdüz olmaz... Ayrıca ne anlattığın değil, nasıl anlattığın önemlidir bana göre.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İyi o zaman, en azından bir taraftarım var. Sevindim. :)
      Sevgiler…

      Sil

Yorumunuzda bir web sayfasına bağlantı vermek istiyorsanız buraya bakabilirsiniz.

Yorumlarla ilgili notlar için buradaki sayfanın sonuna bakabilirsiniz.

Sayfa başına git