11 Eylül 2014

Karganın Gözleri

Çok eski zamanlarda bir Karga varmış. Açlıktan ölmek üzereymiş. Yiyecek hiçbir şeyi yokmuş çünkü. Bir gün bir filden filanca yerde bir buğday tarlası olduğunu öğrenmiş. Heyecanla yola koyulmuş hemen. Dağları, denizleri aşmış ve o buğday tarlasının olduğu yere varmış. Fakat oraya varır varmaz gördüklerine inanamamış. Buğday tarlasının tam ortasında bir insan duruyormuş. Biraz beklemiş. Nasıl olsa gider, demiş içinden. Ama bakmış ki hiç yerinden kımıldamıyor. Akşama kadar burada kalacak demek ki, diye düşünmüş. Sabretmiş. Akşam olmuş. Ne var ki hiç gitmeye niyeti yokmuş insan evladının. Yükselmiş Karga. Dolunaylı bir geceymiş üstelik. Dolunayın ışığı tam üstündeymiş insanın. Tekmil buğday başakları başlarını kaldırmış dolunaya bakıyorlarmış. Gelgelelim ne başaklar, ne dolunay, ne de gecenin gizemi umurundaymış bu adamın. Demek ki geceyi de burada geçirecek, diye avutmuş kendini Karga. Sabahı beklemeliyim, demiş bir yandan da. Beklemiş. Sabah olmuş. Gece boyu burada kaldığına göre artık çok kalmaz, birazdan gider herhalde, diye geçirmiş içinden. Bu seferki bir tahminden çok bir temenniymiş ama. Güneş yükselmiş. Sabah yerini öğleye bırakmaya yüz tutunca Karga'nın can sıkıntısı iyiden iyiye artmış. Niye gitmiyor Allah'ın belası, diye söylenmeye başlamış. Bir-iki küfür de etmiş. Haksız da değilmiş hani, bu insan dünden beri tarlanın ortasında durmuş, etrafına bir adım olsun atmamış, bekliyor da bekliyormuş. Hiç mi yorulmak bilmezmiş? Tarlanın eteğindeki bir koca ağaca konmuş, başaklara bakıyormuş Karga. İçi gidiyormuş baktıkça. Nasıl gitmesin! Gücünün son sınırlarındaymış zaten. Zar zor tutuyormuş kendini ağaçta. Karnı kazınıyormuş. Üstüne üstlük hava da olabildiğince sıcakmış. Bir ara günün hangi vakti olduğuna bakmak için güneşe bakmaya yeltenmiş Kargacık, başı dönmüş. O an ne olduğunu anlayamamış ilkin, dengesini mi yitirmiş ne, hemen ardından aşağıdaki sarı sarı başakların hızla kendisine doğru geldiklerini görmüş. Galiba serap görüyorum, demeye kalmadan başakların bedenine çarptığını hissetmiş.
***
Uyandığında, zar zor açabildiği gözlerle kendini bir ormanın içinde buldu Karga. Bitkindi. Ne kadar çok ağaç vardı etrafta! Neresiydi burası? Sağ kanadının üzerinde öylece uzanıyordu. Doğrulmak istedi ancak açlık onu o kadar güçsüz düşürmüştü ki yapamadı. Bir kez daha denedi, yine olmadı. Başını büyük bir güçlükle yukarı doğru çevirip göğe bakabildi ancak. Bakar bakmaz ağaçların ne denli tuhaf olduklarını gördü. Daha önce hiç görmediği türden ağaçlardı bunlar. İnce ve dümdüz gövdelerinin tepesinde irice ikişer üçer yaprakla kocaman birer baş vardı. Sanırım öleceğim, dedi içinden ve bunu der demez de kendi haline o kadar acıdı ki, gören dayanamaz, ağlardı. "Bu dünyada gün yüzü görmedim," dedi kendine, "ölümüm bile sersefil bir halde gelmekte." Gözlerinin yaşarıyor olduğunu hissetti. İçi cız etti. "Ölüm dedikleri ne kadar da kolaymış!" Böylece ölümünü beklemeye başladı. Bu yaşama, yeryüzünün bu adaletsizliğine yenik düşmüştü. Bunu içtenlikle kabul ediyordu şimdi. Gözlerini yumdu. Görecek bir şey kalmamıştı artık. Gelgelelim yaşam öylesine bağlayıcıydı ki, ölüm gelmekteyken bile tam anlamıyla vazgeçilmiyordu. Bundan ötürü, elinde olmadan ara ara gözlerini açıp ağaçlara, gökyüzüne bakıyordu zavallı Karga. İşte yine dakikalardır gözleri kapalı, derin çaresizliğine gömülü haldeyken bir kez daha gökyüzüne bakası geldi. Açtı gözlerini. O an ağaçların arasından görünen devasa bir şeyin ayırdına vardı. Açlıktan feri sönmüştü gözlerinin. Biraz güç toplamaya çalışarak daha bir dikkatle baktı. O da neydi! Bu bir ağaçtı! İyi ama, o bir ağaçsa bu etrafındakiler neydi? Karga'nın gözleri parladı. Bunlar ağaç mağaç değil, bildiğin buğday başağıydı. Gönlüne birdenbire doluveren sevincin tarifi imkânsızdı. Dizlerine derman geldi. Zorlanarak da olsa doğrulup kalkabildi. Başaklardan birinin sapını gagasıyla kavrayıp büktü. Bunu yapmak onu epeyce yorduysa da aldırmadan önünde duran başağın içine daldırdı gagasını. Buğdayları birer birer çıkarıp yedi. Bir başağı bitirip öbürüne geçti. Karnı iyice doyunca kendini sırtüstü yere bıraktı. Kanatlarını açarak gökyüzünü selamladı. Ne denli yorulmuş olduğunu doyduktan sonra daha iyi anladı. Çok da susamıştı, ancak açlık hissi onu bile unutturmuştu; biraz dinlendikten sonra fark etti. Kalkıp bir başaktan birkaç buğday daha yedikten sonra gidip biraz su bulup içmeye karar verdi. Bir kanat çırpışıyla kendini havaya sıçrattı. Bir iki bocaladı. Kanatları da çok takatsiz düşmüştü çünkü. Gene de kendini ağaca bırakmayı başardı. Akşam olmak üzereydi. Ve işte o anda insanı gördü yine. Unutmuştu onu. Hâlâ aynı yerde, aynı biçimde, kollarını açmış, dikilip duruyordu. Tuhaftı. Hoş, bütün insanlar aynıydı ya, hangi biri tuhaf değildi ki? "Gene geleceğim," dedi Karga, "bir kez ölümle burun buruna geldim ya, senden de korkum kalmadı artık. Gene geleceğim." Böyle dedi ve su bulmak için uçtu gitti.


Via



8 yorum:

  1. Ağaca konmuş bir karga, sarı buğday tarlası ve bir korkuluk resminin yazılabilecek en güzel anlatımlarından birini okumuş oldum. Tebrikler gerçekten çok iyi :))
    Kargalar senin için mühim bir varlık sanırım, diğer yazılarında da hatırlıyorum sanki.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Selam Şenay. Doğru, bazı hayvanlara tuhaf bakışım var. Nedenini ben de tam olarak bilmiyorum. Belki de çocukluğumda tanıdığım hayvanlar oldukları içindir.
      *
      Teşekkürler, beğenmene sevindim. Sevgiler…

      Sil
  2. Size bir şey sormak istiyorum? Necip Fazılın "Kargalar gibi güneşe bakmak" sözünü duydunuz mu? Ne demek istiyor?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba Elif Hanım. Hayır, ilk kez sizden duyuyorum. Selamlar...

      Sil

Yorumunuzda bir web sayfasına bağlantı vermek istiyorsanız buraya bakabilirsiniz.

Yorumlarla ilgili notlar için buradaki sayfanın sonuna bakabilirsiniz.

Sayfa başına git