4 Mart 2015

Bir mayıs akşamı, bir gül ağacına...

Ferit Edgü'nün Hakkâri'de Bir Mevsim'ini okuyalı epey bir olmuş. Bu kez Kimse'yi okudum, baktım Edgü yine Hakkâri'de. Yine, diyorum ama Kimse Hakkâri'de Bir Mevsim'den daha önce yayımlanmış; bir yıl önce, 1976'da. Bundan haberim yoktu doğrusu, yazarın Hakkâri serüvenini bir roman ve birkaç öyküde anlatıp bitirdiğini sanıyordum. Aklımda kaldığı kadarıyla, Hakkâri'de Bir Mevsim'de, bu küçük kentten, insanlarından ve doğasından bol bol betimlemeler vardı. Kimse'de de var, fakat görece daha az.
*
Ferit Edgü, 1964'te askerliğini öğretmen olarak yapmak üzere Hakkâri'nin bir dağ köyüne yollanır. İstanbullu, Paris'te yaşamış, iki kitabı yayımlanmış genç bir yazar, tanımadığı etmediği bir yerde ne yapacaktır? Üstelik de bu yer hiç de öyle sıradan olmayan, aksine, zorlu coğrafyası ve kendi halindeliği, içine kapanıklığıyla epey bir sıra dışı olan uzak mı uzak bir dağ köyüyse? Anladığımız kadarıyla genç adam kendini edebiyata vermiş orada. Bir başka deyişle, edebiyatı kendine bir sığınak yapmış, pek çoklarının yaptığı gibi. Çünkü onun o durumundaki biri için gerçekten bir sığınağa gereksinim vardır. Hiç aşina olmadığı bir coğrafya ve farklı bir kültürün içine girmiştir birdenbire. Bu bir yana, burası on üç haneli, yüz on dört nüfuslu küçücük bir yerdir, burada zamanın nasıl geçeceği meselesi vardır bir de. O zamanlar o uzak dağ köylerinde elektriğin henüz esamesinin okunmadığını da hatırlatmak gerekir.
*
Kimse, iki bölümden oluşan bir roman. İlk bölümde iki ses arasında geçen uzunca bir diyaloğa tanık oluyoruz. Aslında bu, tek kişiden çıkan iki sesin diyaloğudur, bir başka deyişle, "diyaloğa dönüşen bir monolog"dur. Yazarın o uzun kış gecelerindeki ruh halinin bir dökümü de denebilir. Bu diyaloğun satır aralarında elbette karlı-dumanlı dağlar, kurtlar, köpekler, karşılıklı uluma ve havlamalar, tezekli sobalar, gaz lambaları, ve illa ki, tüm ağırlığıyla yalnızlık vardır. Fakat, belki tuhaftır, şikâyet yoktur. Yazar, ya da konuşmalarını dinlediğimiz kahraman(lar) belki de o zamana kadarki hayat(lar)ının muhasebesini yapmakta ve hayatı olduğu gibi yaşamanın ondan şikâyet etmekten daha iyi bir yol olduğunu düşünmektedir(ler).
.
Ferit Edgü
İkinci bölümde ise diyaloğun yanında bu kez kahramanımızın oraya gidişi ve bu gidiş esnasında yaşadıkları, görüp duydukları da vardır. Beş buçuk saatlik bir uçak yolculuğundan sonra Van'a ulaşır. Bir otele yerleşir. Hakkâri'ye gitmek epey çilelidir. Zira tek otobüs vardır, onun da kalkmak için dolması gerekir. Van'ın çarşısını gezer. Yerel kültürü ve yerli halkı gözlemler. Hakkâri'ye vardığında şaşkındır haliyle. 60'ların Hakkâri'si... Dağların içine gizlenmiş küçük bir kasaba. Fakat bu daha başlangıçtır. Çünkü son durak, bu kasabayı içine almış dağlardan birinin üzerindeki ufacık bir köydür. Oraya varması bile günler alır. Burada, yöre insanının içtenliği ve yardımseverliği dikkat çeken noktalardan biridir. Bu yabancı adama yol yordam göstererek onu "köyüne" ulaştırırlar. Fakat aslında köyüne ulaşması Hakkâri'ye ikinci gidişinde olur. İlk gidişinden üç-dört gün sonra hastalanır, onu Van'a sevk ederler. Yine birkaç kişinin paylaşmak zorunda olduğu salaş bir otel odasında kalır. Denizi görür, Ahtamar Adası'na gider. Van'daki hastane de onu Diyarbakır'a gönderince ilk defa gidip gördüğü bu kadim kentte âdeta büyülenir. Hastalığını unutur, kendini şehrin tarihi sokaklarına bırakır. Doğu macerasında lezzetli bir parantez olarak kalır bu birkaç gün. Şunu da belirtmek gerekir ki, Edgü, gittiği köyün adı –Pirkanis– dışında hiç yer ismi vermez. Hatta dikkatsiz bir okuyucu, kitabın bitiminde "Hakkâri - Ankara - Paris - İstanbul" ibaresini görmezse kitapta sözü edilen yerin neresi olduğunu anlamakta güçlük de çekebilir. Yeri gelmişken, romanın sözü geçen dört şehirde, on yılda, 1964-74 arasında yazıldığını da söyleyelim.
*

Sen hiç, bir Mayıs akşamı, bir gül ağacına, bir dileğini asmadın mı? diyor Bir Ses.
Ne dileği? diyor Öbür Ses. Hangi dilek? Hangi gül dalına? Ne zaman? Niçin? Nasıl? Nerde?
Herhangi bir dileğin için, diyor O Ses. Örneğin bahçe içinde sessiz bir yuva. Örneğin anaç bir kadın, yatağını ısıtacak. Örneğin senin adını yaşatacak bir çocuğunun olması. Örneğin yaşamının değişmesi.
Bir gül dalında mı? diyor Öbür Ses.
Ya da bir kitap, diyor İlksözebaşlayan Ses.
Kutsal kitap mı? diye sorarak cevaplıyor Öbür Ses (alaylı).
Niçin olmasın? diyor İlk Ses. 
Ama onu çoktan yazdılar, diyor Son Ses.
Bir de sen yazmak isterdin belki, diyor İnatçı Ses.
Benim yazmak istediğimi başkaları yazdı, diyor İnançlı Ses. Hem de çok önce. Hem de ben bundan şikâyetçi değilim. 
Böylece, Benim kitabım çoktan dürüldü mü demek istiyorsun? diyor Hepsorusoran Ses.
Hayır, düzüldü, diye düzeltiyor, Ezik Ses.
Belki onun için asmışındır dileğini bir gül ağacına, ılık bir hıdrellez gecesi, sabaha değin salınıp kalmıştır gül dalında, sabah gidip baktığında... Kafanı çalıştır, ansımaya çalış, diyor Üsteleyen Ses.
Niçin açtın bu konuyu? Benden ne istiyorsun? diyor Kırık Ses.
Çünkü sen yağmursan ben toprağım, diyor Dökük Ses. 
Ben yağmayan bir yağmurumdur, olsam olsam, diyor O Ses.
Ben de sütsüz kalmış bir bebeğim, ağlayıp kıvranan, yağmur yağdıracak Tanrı'ya adak olan, diyor Öbür Ses. Sen aysın, ben güneş, sen bana sırt çevirensin, ben sana yanıp biten, kıyamet günü anlatacağım sana büyük sevdamı. 
Şimdi anlat, diyor Çekipgitmedeki Ses. Kıyamet günü, bugün.
Anlatmanın gereği yok, diyor Cevapveren Ses. Ama dilersen, konuşalım.
Başka ne yapıyoruz ki? diyor Duran Ses.
Haydi başlayalım, diyor Yeldesavrulan Ses.

3 yorum:

  1. Kimsesizlikten doğmuş bir "Kimse"...

    "Boşluklardan söz ediyorsun değil mi? Diyor ikinci ses. Dilduramadığın boşluklardan?
    Sende bir bütün yok, diyor(gene) ikinci ses, sende hep parçalar, öyle değil mi?
    Evet.
    Bir bütünden kopmuş, parçalanmış, koptuğu yerle yeni bir bağ kuramayan, bir araya gelip o bütünü yeniden oluşturmayan, sende yaşayan bunlar, değil mi?
    Oluşturamayan, kuramayan, evet, diyor birinci ses (sanki yenik). Ama açıklayacak olursak, şöyle: bir bütün, bölünmüş, bazı parçaları girmiş, ortada yalnızca parçalar kalmış. Ya da hiçbir işe yaramayan (hemen hemen) bir tek parça. Bir bütün onunla kurulabilir mi? Ondan yola çıkarak bir bütün ansınabilir, yeniden yaratılabilir mi?
    Sanmıyorum, diyor ikinci ses.
    Ben de, diyor birinci ses."

    YanıtlaSil
  2. Ve,
    "Daha dışarı çıkmadık mı? Diyor birinci ses. Daha başkalarına kavuşmadık mı? Yalnızlığımıza daha başkaları girmedi mi?
    Yalnızlığımız her zaman çoğul, diyor ikinci ses."

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Selamlar blogdaş... Katkı için teşekkür ederim.

      Sil

Yorumunuzda bir web sayfasına bağlantı vermek istiyorsanız buraya bakabilirsiniz.

Yorumlarla ilgili notlar için buradaki sayfanın sonuna bakabilirsiniz.

Sayfa başına git