26 Temmuz 2014

Aegroto dum anima est, spes est

Bu kez de fotoğraf makinem durduk yerde bozuldu. Neye uğradığımı şaşırır oldum. Bilgisayar bozuldu, yaptırdık. Mobil modem bozuldu, yaptırdık. O ara bir-iki şey daha oldu, şimdi aklımda yok, dur bakalım daha neler olacak. Deyiş yerindeyse feleğimi şaşırdım. İsyan edesim var. Zaten ediyorum da, siz sağ olun.

Balkonda kurumak için bırakılmış kayısılar vardı. İki gün önce gördüğümde yenice koyulmuşlardı. Fotoğraflarını çekeyim dedim; çok güzel görünüyorlardı. Güneş sarı, kayısılar sarı... Erteledim, birazdan çekerim dedim. Lakin akşam oldu. Kendime azıcık kızarak yarına erteledim bu kez. Erteledim ama o güzel görünüşlerinin yarına kalmayacaklarını da biliyordum, kuruyacaklardı çünkü, kendime kızmam bundandı zaten. 


(Tam şu anda elektrik kesildi. Bir mum yaktım. Oturmuş mumun alevini izliyorum.)


Elektrik geldi. Ne diyorduk, kayısılar... Fotoğraflarını çekmeyi yarına bıraktım. Bıraktım bırakmasına da, yarın oldu yine çekmedim. Gene aynı şey oldu, biraz sonra, biraz sonra derken akşam oldu. Bir kez daha yarına bıraktım. Bir daha yarın oldu (yani bugün) ve nihayet çektim. Beklendiği gibi kurumuşlardı.


İnsan neden bazen hep erteliyor? İnsanı bırak bir kenara da ben neden hep erteliyorum? Bunu açıklamak pek de kolay değil. Kendimle ilgili nedenler de var elbette ama sanırım benim dışımdaki nedenler daha baskın burada. Dilediğin hayatı yaşayamadığın zaman dilemediğin hayatı yaşamaya can atmazsın, değil mi? O halde ertelemek iyi bir seçenek olur. Kanlı canlı bir yaşam sürüyorken ertelenmesi gerekenleri bile ertelemezsin. Gelgelelim yaşam kara kuru bir şeye dönüşmüşse onu ertelemekten başka bir şey gelmiyor elden.

Bütün hayatını köyünde geçirmiş insanlar tanıdım. İlgimi ilk çeken şey diyemeyeceğim, çünkü son derece mutlu mesut olduklarını yıllar sonra fark ettim. Bütün hayatı küçük bir köyde, hatta hatta, o hayatın büyük bir bölümü de kendi evinin avlusunda geçen çokça insan tanıdım. Ben çocukken sayıları epeyceydi, göçüp gittiler hep, çok az kaldı onlardan; çok mutluydular, gündelik hayatın sıkıntısı, derdi kederi elbette onlarda da vardı ancak hiçbir gün hayatlarından memnun olmadıklarını, mutlu olmadıklarını, heyecanlarını yitirdiklerini duymadım onlardan. Çünkü başka bir hayat yoktu ellerinde. Köylerini içine almış dağların ardında ne olduğunu bile bilmezlerdi belki. Merak da etmezlerdi. Bir yerlerde daha iyi şartlar, daha iyi kanunlar, daha iyi sistemler, kısacası, daha iyi bir hayat olduğunu bilmezlerdi. Hal böyle olunca, eldeki tek hayatı da yaşamak zorundaydılar, kanunları buydu. Ve işte tam da bundan ötürü mutluydular.

Felsefe profesörü eski bir hocam geçen gün facebook'ta bir şeyler yazmıştı, beklentiler insanı insanlığından çıkarır, yollu bir şeyler diyordu. Çok hoşuma gitti söyledikleri, çok doğru değil mi hakikaten, sürekli beklentilerle çalkalanan bir hayat kokuşmuş bir hayat değil de nedir?

On yıldır Avrupa'da yaşayan bir akrabam var. Ailesini ziyarete gelmiş. Geçen gün akşamdan oturup sabah hava ışıyana dek saatlerce konuştuk. Anlattı durdu. Pek çok şeye aşinayız elbette, işte kitaplar, televizyon, internet falan, ancak yine de oradaki yaşam koşullarını ondan birebir dinlemek ayrıydı tabii. Tek kelimeyle, içim gitti. Düşün, bir yerlerde bu senin yaşadığından kat be kat daha iyi bir yaşam var ve sen bu boktan hayatı yaşıyorsun hâlâ. O zaman isyan etmezsin de ne edersin.

Daha önce de söyledim mi bilmiyorum, cahil insanlara özendiğim oluyor. Keşke ben de cahil kalsaydım, dediğim de oluyor. Çünkü sahiden de cahiller çok mutlular. Cehalet dediğinin de iki türlüsü vardır, biri gönüllü cehalet, öbürü zorunlu cehalet. Gönüllü cehalete daha çok günümüzde rastlıyoruz. Her taraftan bilginin fışkırdığı bir devirde öyle insanlar var ki –hepimiz her gün görüyoruz onlardan– cehalet çukurunda debelenip duruyorlar. Zorunlu cehalet ise insanların dışında gerçekleşir. İçinde bulundukları şartlardan ötürü cahil kalır insanlar. Bu tür cehalete de daha çok geçmişte rastlanırdı. Okul yoktu örneğin, kitap yoktu falan. Benim istediğim de sanırım daha çok bu türden bir cehalet. Tabii, siz böyle dediğime bakmayın, bilgi kıymetlidir. Kendimi bilgili addettiğimi sanmayasınız ha, benim bilgim olsa olsa denizde bir-iki damla, ona da şükür elbette, ama cahil insanlar da hayatlarından pek bir memnunlar be. Uzatmayayım fazla.

Fotoğraf makinem bozulmayaydı iyiydi be. Bayram ağzı zaten, tatilden sonra gönderebilirim ancak. Gidişi, gelişi iki haftayı bulmasa da iyi. Tam da arkadaşlarla bir yerlere gidecektik fotoğraf çekmeye.

Ne şanssız insanım yahu! Dışarıdan bakılınca hiç mi hiç fark edilmez oysa.

Gene de öyle böyle yaşayıp gidiyoruz bu hayatı. Sevmesek de yaşıyoruz, ne yapalım. Ne demiş Erasmus amcamız: "Aegroto dum anima est, spes est." Kendisini saygıyla anıyoruz.

6 yorum:

  1. Fotoğraf çok güzel.
    Sarı ve beyazın ahengi, üzerinden geçen gölgenin çizgili hali çok hoş. İyi ki kaçırmamışsın.
    Ya da o dediğin zaman iyi ki çekememişsin de bunu çekmişsin. Belki o dediğin zaman çekseydin o daha güzel olacaktı ya da olmayacaktı ama biz buna güzel diyoruz çünkü güzel! Ve bunu görüyoruz, bunu güzel kabul ediyoruz... Her şeyin daha 'güzeli' olabilir, olmayabilir de...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Selam Aze. Tabii, sen kayısıların ilk günkü halini görmediğin için böyle düşünüyorsun doğal olarak, sonuçta fotoğraf dediğin bir görseldir. Eldeki kuru kayısılar elde olmayan taze kayısılardan iyidir misali. :)
      Sevgiler...

      Sil
    2. Bir şey anlamadım; ' neyi ben öyle düşünüyor muşum'? Evet, fotoğraf bir görseldir ve ben de fotoğrafı beğendim zaten.

      Sil
    3. Sen bu fotoğrafı da beğenmişsin ya, taze hallerini çeksem şüphesiz daha güzel olacaklardı. Onu demeye getirdim. :)

      Sil
  2. Uzun bir süre başına bir kötülük, bir aksilik gelmezse işte o zaman şanssız kabul et kendini :))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bak, bu pencereden hiç bakmamıştım. Fırtına önceki sessizlik gibi bir şey, değil mi?

      Sil

Yorumunuzda bir web sayfasına bağlantı vermek istiyorsanız buraya bakabilirsiniz.

Yorumlarla ilgili notlar için buradaki sayfanın sonuna bakabilirsiniz.

Sayfa başına git