2 Temmuz 2014

Temmuz

Yirmi bir yıl önce bugün Sivas'ta gözü dönmüş insan sürüleri bir otel binasına tıkıştırdıkları 35 insanı yakarak öldürdüler. O kadar belgesel izledim, hayvanlarla ilgili o kadar yazı okudum, o kadar ansiklopedi karıştırdım, bir hayvanın başka bir hayvana ya da bir insana böyle muamele ettiğini görmedim. Yakılarak öldürülenler arasında 12 yaşında çocuk bile vardı, düşünün. Düşünün, bazı insanların ne kadar rezil olabildiğini.
*
Temmuza da girmişiz. Ben daha haziranın bittiğinin farkında değilim. Güya geçen yıl olduğu gibi bu yıl da bir haziran yazısı yazacaktım. Sonbahara ne kaldı ki şurada? Göz açıp kapayıncaya bir bakacağız eylüldeyiz.
*
Neredeyse her yıl okuduğum bir kitap var. Hep de aynı vakitte, Eylülün Gölgesinde, yani ağustosta okurum. Bu yıl temmuzda okumaya karar verdim.
*
Havada hafif bir esinti varken denizin yüzeyi usul usul oynar. Kavak yapraklarının da esintili havada oynaşıp durmaları aynı görüntüyü çağrıştırır.
*
Bazı bahçeler vardır, içlerinde sadece kavak ağaçları bulunur. Bazı bahçeler de vardır, içlerinde kavaklarla söğütler bir aradadır. Bu ikisine akasyaların da eşlik ettiği bahçeler de yok değildir hani.
*
Kargaların en sevdiği ağaçtır kavak. Öyle olmasa hepsinin yuvası kavak ağacında olur mu? Günün birinde bir çocuk bir söğüt ağacında bir saksağan yuvası görür. Söğüdün boyu kavaktan kısadır. Tırmanılması kolaydır. Bunu da fırsat bilerek çıkıp yuvaya bakmaya karar verir. Çünkü saksağan yavrusu nasıl bir şey, onu merak ediyordur. Anneleri siyah-beyaz renkli olduğuna göre yavrular da öyle olmalıdırlar. Düşünsenize, küçücük, siyah-beyaz kuşlar. Çıkıp bakar yuvaya, içinde hiçbir şey yoktur. 

Belki inanmayacaksınız, leylek yuvasına girip içinde oturmuşluğum vardır. Çok kalın bir söğüt ağacı vardı, belki yüz yıllıktı. Leyleğin biri üstüne yuvasını yapmıştı. Her yıl mayıs gibi gelirdi. Sonra terk etti, bir daha da gelmedi. Nedenini hiç anlamadık. Üç-beş yıl öylece durdu yuva. Bir gün yanımda bir-iki arkadaşım, çıkıp bakalım dedik. Güç bela çıktık ağaca. Gördük ki kocaman mı kocaman bir yuva. Bildiğin gibi değil. Aşağıdan bakınca bu denli büyük olduğu hiç fark edilmiyor halbuki. İçinde biraz oturdum ben. Leyleğin onca çalı çırpıyı, onca çamuru, çer çöpü nereden nasıl getirdiği insan aklının alacağı şey değil.
*
Geçen yılki haziran yazımı bir kez daha okudum demin. Ayıptır söylemesi, çok beğendim. Tamamını değil de, bir kısmını buraya alayım, gerisi şurada.
Her şey birdenbire oluveriyor. Üzerinde yaşadığımız gezegen hiç yorulmadan, dur durak bilmeden, bıkmadan usanmadan gidip geliyor. 
Biz insanlar yeryüzüne gelir gelmez kadim bir ses şöyle fısıldar kulağımıza: "Ayağa kalk, önünde sonsuzluk var!" Nasıl da özgür hissederiz kendimizi. Oysaki dünya dönüp duruyor; durmadan dönen bir yerde insan özgür olabilir mi hiç? Hepimiz tutsağıyız bu dünyanın, sonsuzluk yoktur burada, özgürlük düşüncesini de başka yerden getirmişizdir zaten, nereden geldiysek oradan.
*
Charlie Amcamıza selam ve sevgilerimizle:

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuzda bir web sayfasına bağlantı vermek istiyorsanız buraya bakabilirsiniz.

Yorumlarla ilgili notlar için buradaki sayfanın sonuna bakabilirsiniz.

Sayfa başına git