22 Ekim 2012

Terrae Motus

1. Pembe

Gündelik hayat bazen tozpembedir. Taa ki…

Bugün pazar. Evdeyim. Yarın okul var. Şimdi mi tıraş olsam daha sonra mı? İyisi mi akşama bırakmak. Pazar günleri kütüphane de kapalı. Erciş'te yapacak pek bir şey yok. Özellikle hafta sonları. Pazarları dışarı çıkarım, çoğunlukla da Buse Kafe'ye giderim. Kahve içmeye. Güzel kahve yapıyorlar.

Bugün, bu saate kadar her nedense hâlâ evdeyim. Oysa çoğu pazar saat on biri bulmadan çıkarım. Sabahtan beri öylece oyalanıp duruyorum evde. Öğle yemeğini yemedim henüz, kahvaltıyı biraz geç yaptım. İki-üç saat önce tam dışarı çıkıyordum ki, neden bilmiyorum, vazgeçtim. Bilgisayarı açıp internete baktım biraz. Canım pek bir şey yapmak istemiyor bugün. Hayret, böyle durumlarda genelde ceketimi alıp dışarı çıkarım, ama dedim ya, nedense bugün beni evde tutan bir şey var, oyalanıp duruyorum. Son olarak, bir saat kadar önce salona gidip biraz televizyon izledim. Beni bilenler bilir, hiç televizyon izlemem. O kanaldan bu kanala gidip geldim, sıkıldım, odama döndüm, gözüme bir bulmaca ilişti, aldım çözmeye başladım. Bir mantık bulmacası. İşte şimdi hâlâ küçük odamda, masamda oturmuş bu bulmacayı çözmekle meşgulüm. Ama bitti bitecek, çok az kaldı. Bitsin de dışarı çıkıp bir hava alayım, Buse’ye de gidip bir kahve içeyim, sonra belki arkadaşlara giderim.   

Bu da ne?! Sallanıyorum. Deprem, evet evet, bu bir deprem!


2. Gri

Bazı zamanlar gridir. Sen beyaza yakın görürsün, diğerleri siyaha. 


Derhal ayağa kalktım. Sandalyeye tutundum. Sonra hemen kapıyı açtım. Salonda bağrışma ve kaçışmalar başlamıştı bile. Deprem esnasında güya kapı girişlerinin güvenli olduğunu biliyorduk ya, kapının altında durup, "panik yapmayın, korkmayın!" diye üst üste bağırmaya başladım. Gayet sakindim. Daha önce hiç şiddetli deprem yaşamadığım için hafif bir şey sandım. Sakinleştirme çabalarım hiçbir işe yaramadı. İçerideki herkes dışarı kaçtı. Babam dışında, Erciş'te yaşayan tüm ev halkı evdeydik. Merdivenleri kaçarak inerken felç olmalarından korktum. Sallanma henüz durmamıştı ki, annem içeride kaldığım için geri geldi, benim de çıkmam için yalvarmaya başladı. Mecbur, hareketlendim çıkmak için, o sırada sarsıntı durdu. Nedendir bilinmez –ama herhalde çok kitap okuduğumdan olacak– enikonu sallanmış olmama rağmen hâlâ ufak çapta bir sallanma sanıyordum. Ben sokağa çıktığımda bütün mahalle çoktan dışarı kaçmıştı bile. Neredeyse tüm kadın ve çocuklar ağlamaktaydı. Büyük bir şok geçirdikleri hepsinin yüzünden apaçık okunuyordu. Bazıları şoktan ağlayamıyordu bile. Bir iki dakika etrafa bakındım, içeri girip telefonumu almak istedim, o sırada "kaç, tekrar sallanıyor!" bağırtılarıyla geri döndüm. Deprem olalı beş dakika olmamıştı ki ilk artçı gelmişti böylece. Etrafta telefonlarına sarılmış birçok insan göze çarpıyordu, "şebeke yok" sesleri birbirine karışıyordu. Depremden hemen sonra bütün şehir telefonlarına sarılmıştı besbelli. Herkes de evde olmayan yakınlarını ve akrabalarını merak ediyordu. Bağırış çağırışlar, ağlamalar olanca hızıyla devam ederken komşularımızdan kocaman bir adamın ağladığını görünce durumun vahametini biraz olsun anlamış oldum. Ablama, en fazla beş şiddetindedir, dedim. Yok, olur mu, çok daha şiddetliydi, dedi.
Biraz sonra bizim sokağın başından babamın telaşla eve doğru geldiğini gördüm. Elinde bir kanama vardı, üstüne mendilini koymuştu. Hepimizin iyi olduğunu görünce, aynı hızla geri dönüp akrabalarımızın durumunu öğrenmeye gitti. Kadınlar durmadan dua ediyor, ayetler okuyorlardı. Komşulardan biri, nereden bulduysa bir Kuran almış okuyordu. Ablama saati sordum. İkiye sekiz-dokuz dakika var dedi. İlk sarsıntının üzerinden daha on beş dakika geçmemişti ki çarşı tarafından bir toz bulutunun yükseldiğini fark ettim. Sokağımızda, bizimki de dahil olmak üzere bazı evlerin bahçe duvarları yer yer yıkılmış, ama hiçbir eve bir şey olmamıştı.


3. Mavi

Mavi umuda yakın bir renktir. 

Çarşı tarafından bağrışmalar geldiğini duyunca oraya yöneldim. Bizim eve yüz metre mesafedeki caddeye bitişik dört katlı binanın yerle bir olduğunu gördüğümde depremin sandığımdan daha ciddi olduğunu anladım. Birçok araba hızla oraya buraya gidiyordu. Elektrik direkleri düşmüş, pek çok yol ve sokağı kapatmıştı. Yolun karşı tarafındaki binanın da, kadın kuaförünün bulunduğu en alt katı yerin dibine gömülmüş, ama üstteki katlar olduğu gibi duruyordu. Eve, bizimkilerin yanına döndüm, durum aynıydı. Herkes dışarıda bekleşiyordu. Kimileri hâlâ ağlıyordu. Depremin üstünden tahminen yarım saat geçmişti şimdi. İnsanlar üzerlerindeki ilk şoku atlatmaya çalışıyorlardı. Allah’ım her durumda bu kadar sakin olmak hayra alamet midir? Başka bir dünyada mı yaşıyorum ben? Bütün mahallede biraz sakin olmayı becerebilen bir annemle ben vardık herhalde.

Biraz sonra ağlayarak gelen bir kız, gelinin kuaförde göçük altında kaldığını söyledi. Tekrar o tarafa doğru koştum. Birkaç kişi o binada kurtarma girişimlerine başlamıştı. Kimi kuaförde gelinin, kimi de bir yakınının kaldığını söylüyordu. Karşıdaki yıkılan binanın en üst katında ise üç kişi kalmıştı. Adam dışarıdaydı ama ailesi göçük altındaydı. Onları çıkarmaya çalışanlara yardıma giriştim. Balyozlarla betonu kırmaya, sacları sökmeye çalıştık ama nafile, hiçbir işe yaramıyordu. İçerden, derinlerden bir kadının sesi de geliyordu üstelik. Profesyonel bir ekip olmadan bir şey yapılamayacağı açıktı. Çok da insan birikmişti.  


4. Kara

Umutlar tükenmeye başlamıştır artık, kara onun rengidir.

Şehir merkezine yöneldim. 300-400 m.lik cadde boyunca beş binanın yerle bir olduğunu gördüm. Üçü de yıkılmaktan beter olmuştu. Kuzenimin dükkanının bulunduğu bina tanınmaz haldeydi. Allah’tan o gün pazardı, dükkanlar kapalıydı. O sırada köyde yaşayan akrabalarımızı gördüm. Orada az hissedilmiş deprem, onlar da hemen şehre koşmuşlar meraktan. Bir kuzenim de çalıştığı binanın ikinci katından atlamış, belini incitmişti. Aldım eve götürdüm. Ama meraktan dayanamadı, benimle beraber çarşıya döndü. Arka yoldan gittik bu kez. Yerle bir olmuş birkaç bina daha gördük. Yanıma fotoğraf makinemi de almıştım. Enkazların fotoğraflarını çektim.

Şehir merkezinde dolaştıkça manzaranın ne kadar feci olduğunu bir kez daha gördüm. 4, 5, 6 katlı onlarca bina yirmi saniye içinde yok olmuştu. Çoğu, sanki içinde hiç kolon yokmuş gibi yere yığılmıştı. Oradan buraya koştururken arkadaşlardan telefon gelmeye başladı. Hatların yoğunluğundan Erciş'ten yapılan aramalar çıkmıyor ama karşıdan gelenler çıkıyordu. Erciş'in sıfır noktası konumundaki Büyük Cami'nin önüne vardık. Oradan da Vanyolu Caddesi'ne doğru yürüdük. Kalabalıklaşmıştık da. Tanıdıklar, akrabalar hastaneye gitmeye karar verdik, belki bir yardımımız dokunur diye.

Yol boyu yürürken Buse Kafe’mizi gördüm. O hep gelip kahvesini içtiğim kafe. Üstteki üç kat, alttaki iki katın üzerine çökmüş, Buse’nin olduğu kat da karton kutu gibi ezilmişti. Sabahtan beri üç kere gelmek için yeltendiğim yerdi burası. O an içimden geçenleri sözlere dökemem ki. Allah, apaçık bana yaşamaya devam etmem için bir şans vermişti.

Hastaneye vardığımızda, o ana kadarki en feci görüntüye tanık oldum. Hastanenin önü can pazarıydı. Mecazi anlamda değil, sözün en gerçek anlamıyla can pazarı.


5. Kapkara

Umutlar enikonu yok olmuştur.

İçeride yer kalmamış. Hastane bahçesine çıkarılmış yataklarda yüzlerce insan yatmakta. Her birinin başında yakınları, kimi kendi hastasına bakmaya çalışıyor, kimi ağlıyor. Bazıları yatak bile bulamamış, oradan buradan buldukları battaniyelere, kartonlara yatırmışlar hastalarını.

Binanın arkasında ise yirmi-otuz kadar cansız beden, üzerlerine çarşaf örtülmüş, öylece dizilmişler, yerde, betonun üstünde. Kuzenimle, tanıdık var mı diye fevri bir hareketle hepsinin yüzünü teker teker açıp bakıyoruz. Felaketin boyutlarıyla birlikte, yaşamın devam ettiği/edeceği de o an daha iyi anlaşılıyor.

Hastanede bizim yapabileceğimiz bir şey yok. Ayak bağı olmaktan başka bir şeye yaramayız.

O sırada, öğretmen arkadaşlardan birini görüyorum. Arkadaşlarıyla Vanyolu Camisi'ndeymiş deprem esnasında. Dışarıya koşarlarken ev arkadaşı başka bir öğretmenin başına minareden kopan bir taş düşmüş. Orada hayatını kaybetmiş. Kanı oracıkta duruyor. Biraz sonra, bir yıl aynı okulda çalıştığımız Şenol'u görüyorum. Oturduğu bina yıkılmış, onu enkazdan çıkarabilmişler ama bir ev arkadaşı hayatını kaybetmiş.

Sürekli, aynı okulda çalıştığım öğretmen arkadaşlarımı da arıyor ama bir türlü onlara ulaşamıyorum. İkisi de Erciş'e yeni geldi, daha yeni ev tuttular geçen gün.

Ambulanslar durmadan hastaneye yaralı taşıyor. Depremin üzerinden iki saat kadar geçti şimdi. Çevre illerin ambulansları hep burada. Siren sesleri bir an olsun durmuyor. 

Hastaneden çarşı merkezine dönüyoruz. Kaymakam dışarıda bir kriz masası kurmuş, başında talimatlar veriyor.

Hava kararırken eve dönüyorum. Bizimkiler içeriden yatak yorgan çıkarmış, açık havada sarınıp örtünmüşler. Ben de aralarına ilişiyorum. Telefonumu çıkarıp bakıyorum. Hatlar hâlâ yoğun. Bir de internete bağlanmayı deniyorum, sürpriz bir biçimde hemen bağlanıyor. Haberlere göz atıyorum. Twitter'a, Facebook'a bakıyorum. Tekmil memleket burayı konuşuyor.
***
Havada yağmur kokusu da var. Yağmasa ne iyi olur. Herkesin içindeki endişe ve umutsuzluk yüzüne yansımış, işte, apaçık görünüyor. Bir depremin bu kadar karamsarlık yaratacağı tahmin edilemez. 

Gökten gelen felakete bu kadar alınmaz insan, ama yeryüzü ki, en sağlam bildiğin şeydir, seni üstünde istemiyor, budur depremde hissettiğin. Ayaklarını bastığın yerin tekin olmadığını bilmek, ne istenmez bir duygudur. 



Sağ olsunlar.

10 yorum:

  1. Bazen ihtiyac oluyor kara seylerden de soz etmek gerekiyor, biliyorum. Ama ben yapamıyorum .. Saniyorum ki Konustukca kalan griler de maviler de yani kalan her şey daha cok kararacak. Canimiz daha cok yanacak. Her neyse sevmiyorum iste acıları konuşmayı. Allah sabır versin ve cok cok gecmis olsun...

    Sevgiler,
    Bettra

    YanıtlaSil
  2. Çok teşekkür ederim Bettra. Biz alıştık ve atlattık sayılır. Umarım bir daha kimsenin başına gelmez.

    Sağlıkla kal.

    YanıtlaSil
  3. "Gökten gelen felakete bu kadar alınmaz insan, ama yeryüzü ki, en sağlam bildiğin şeydir, seni üstünde istemiyor, budur depremde hissettiğin. Ayaklarını bastığın yerin tekin olmadığını bilmek, ne istenmez bir duygudur. "...Depreme aşina bir İzmirli olarak hislerinizi,yaşadıklarınızı anlayabiliyorum...Allah yardımcımız olsun...

    YanıtlaSil
  4. Çok teşekkür ederim N.Narda, sağol.

    YanıtlaSil
  5. Geçmiş olsun. Ölümü düşünmek başka, canında ve etrafında yaşamak başka işte. Galiba ölüm gerçeğinden daha beter bir korku onu yakından görmek.

    YanıtlaSil
  6. Merhabalar Sokrates'in Yeğeni.
    Bir zamanlar okumuştum ben bu yazını. Tekrar okuyunca, Buse Kafe 'ye gelince hatırladım, ( sevinmiş ve şaşırmıştım hissetmene) yorumu görünce de heyy Zaman dedim, sen ne zalim bir meleksin! Okuduğumu unutmuşum... Umarım sen de yaşananların izini derinlerde taşımıyorsundur..
    O günden bu yana başka bir tarafından tekrar tebrik etmek isterim, tam bir gazete makalesi olmuş, olayları anlatan, temizce detaylandıran.
    Yalınız "sakinlik" meselesi düşündürücü, şaşırtıcı...
    Huzur ve Sevgiyle,

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhabala Aze. Evet, okumuşsun, hatta eski adınla bir de yorumun var. :) Buse Kafe'nin kahvesini çok özledim. Yaşananların izini taşımıyorum, çünkü gerçekten bazı insanların yaşadıkları o kadar ağırdı ki, benimkinin lafı bile olmaz.
      Teşekkür ederim tebrik ettiğin için, naçizane döktüm hissiyatımı işte. Sakinlik meselesi beni de çok düşündürüp şaşırtıyor bu arada.
      Sevgilerimle...

      Sil
  7. Yanıtlar
    1. Hiçbir şey yapamasa da pek çok kişi kalbiyle buradaydı.

      Sil

Yorumunuzda bir web sayfasına bağlantı vermek istiyorsanız buraya bakabilirsiniz.

Yorumlarla ilgili notlar için buradaki sayfanın sonuna bakabilirsiniz.

Sayfa başına git