1. Pembe
Gündelik hayat bazen tozpembedir.
Taa ki…
Bugün pazar. Evdeyim. Yarın okul var. Şimdi mi tıraş
olsam daha sonra mı? İyisi mi akşama bırakmak. Pazar günleri kütüphane de
kapalı. Erciş'te yapacak pek bir şey yok. Özellikle hafta sonları. Pazarları
dışarı çıkarım, çoğunlukla da Buse Kafe'ye giderim. Kahve içmeye. Güzel kahve
yapıyorlar.
Bugün, bu saate kadar her nedense hâlâ evdeyim. Oysa çoğu
pazar saat on biri bulmadan çıkarım. Sabahtan beri öylece oyalanıp duruyorum evde.
Öğle yemeğini yemedim henüz, kahvaltıyı biraz geç yaptım. İki-üç saat önce tam
dışarı çıkıyordum ki, neden bilmiyorum, vazgeçtim. Bilgisayarı açıp internete baktım biraz. Canım pek bir şey yapmak istemiyor bugün.
Hayret, böyle durumlarda genelde ceketimi alıp dışarı çıkarım, ama dedim ya,
nedense bugün beni evde tutan bir şey var, oyalanıp duruyorum. Son olarak, bir
saat kadar önce salona gidip biraz televizyon izledim. Beni bilenler bilir, hiç
televizyon izlemem. O kanaldan bu kanala gidip geldim, sıkıldım, odama döndüm,
gözüme bir bulmaca ilişti, aldım çözmeye başladım. Bir mantık bulmacası. İşte
şimdi hâlâ küçük odamda, masamda oturmuş bu bulmacayı çözmekle meşgulüm. Ama
bitti bitecek, çok az kaldı. Bitsin de dışarı çıkıp bir hava alayım, Buse’ye de
gidip bir kahve içeyim, sonra belki arkadaşlara giderim.
Bu da ne?! Sallanıyorum. Deprem, evet evet, bu bir
deprem!
2. Gri
Bazı zamanlar gridir. Sen beyaza yakın görürsün, diğerleri
siyaha.
Derhal ayağa kalktım. Sandalyeye tutundum. Sonra hemen
kapıyı açtım. Salonda bağrışma ve kaçışmalar başlamıştı bile. Deprem esnasında
güya kapı girişlerinin güvenli olduğunu biliyorduk ya, kapının altında durup,
"panik yapmayın, korkmayın!" diye üst üste bağırmaya başladım. Gayet
sakindim. Daha önce hiç şiddetli deprem yaşamadığım için hafif bir şey sandım.
Sakinleştirme çabalarım hiçbir işe yaramadı. İçerideki herkes dışarı kaçtı.
Babam dışında, Erciş'te yaşayan tüm ev halkı evdeydik. Merdivenleri kaçarak
inerken felç olmalarından korktum. Sallanma henüz durmamıştı ki, annem içeride
kaldığım için geri geldi, benim de çıkmam için yalvarmaya başladı. Mecbur,
hareketlendim çıkmak için, o sırada sarsıntı durdu. Nedendir bilinmez –ama
herhalde çok kitap okuduğumdan olacak– enikonu sallanmış olmama rağmen hâlâ
ufak çapta bir sallanma sanıyordum. Ben sokağa çıktığımda bütün mahalle çoktan
dışarı kaçmıştı bile. Neredeyse tüm kadın ve çocuklar ağlamaktaydı. Büyük bir şok
geçirdikleri hepsinin yüzünden apaçık okunuyordu. Bazıları şoktan ağlayamıyordu
bile. Bir iki dakika etrafa bakındım, içeri girip telefonumu almak istedim,
o sırada "kaç, tekrar sallanıyor!" bağırtılarıyla geri döndüm. Deprem
olalı beş dakika olmamıştı ki ilk artçı gelmişti böylece. Etrafta telefonlarına
sarılmış birçok insan göze çarpıyordu, "şebeke yok" sesleri birbirine
karışıyordu. Depremden hemen sonra bütün şehir telefonlarına sarılmıştı
besbelli. Herkes de evde olmayan yakınlarını ve akrabalarını merak ediyordu.
Bağırış çağırışlar, ağlamalar olanca hızıyla devam ederken komşularımızdan
kocaman bir adamın ağladığını görünce durumun vahametini biraz olsun anlamış
oldum. Ablama, en fazla beş şiddetindedir, dedim. Yok, olur mu, çok daha
şiddetliydi, dedi.
Biraz sonra bizim sokağın başından babamın telaşla eve
doğru geldiğini gördüm. Elinde bir kanama vardı, üstüne mendilini koymuştu.
Hepimizin iyi olduğunu görünce, aynı hızla geri dönüp akrabalarımızın durumunu
öğrenmeye gitti. Kadınlar durmadan dua ediyor, ayetler okuyorlardı. Komşulardan
biri, nereden bulduysa bir Kuran almış okuyordu. Ablama saati sordum. İkiye sekiz-dokuz
dakika var dedi. İlk sarsıntının üzerinden daha on beş dakika geçmemişti ki
çarşı tarafından bir toz bulutunun yükseldiğini fark ettim. Sokağımızda,
bizimki de dahil olmak üzere bazı evlerin bahçe duvarları yer yer yıkılmış, ama
hiçbir eve bir şey olmamıştı.
3. Mavi
Mavi umuda yakın bir renktir.
Çarşı tarafından bağrışmalar geldiğini duyunca oraya
yöneldim. Bizim eve yüz metre mesafedeki caddeye bitişik dört katlı binanın
yerle bir olduğunu gördüğümde depremin sandığımdan daha ciddi olduğunu anladım.
Birçok araba hızla oraya buraya gidiyordu. Elektrik direkleri düşmüş, pek çok
yol ve sokağı kapatmıştı. Yolun karşı tarafındaki binanın da, kadın kuaförünün
bulunduğu en alt katı yerin dibine gömülmüş, ama üstteki katlar olduğu gibi duruyordu.
Eve, bizimkilerin yanına döndüm, durum aynıydı. Herkes dışarıda bekleşiyordu.
Kimileri hâlâ ağlıyordu. Depremin üstünden tahminen yarım saat geçmişti şimdi.
İnsanlar üzerlerindeki ilk şoku atlatmaya çalışıyorlardı. Allah’ım her durumda bu kadar sakin olmak hayra alamet midir? Başka bir
dünyada mı yaşıyorum ben? Bütün mahallede biraz sakin olmayı becerebilen
bir annemle ben vardık herhalde.
Biraz sonra ağlayarak gelen bir kız, gelinin kuaförde
göçük altında kaldığını söyledi. Tekrar o tarafa doğru koştum. Birkaç kişi o
binada kurtarma girişimlerine başlamıştı. Kimi kuaförde gelinin, kimi de bir
yakınının kaldığını söylüyordu. Karşıdaki yıkılan binanın en üst katında ise üç
kişi kalmıştı. Adam dışarıdaydı ama ailesi göçük altındaydı. Onları çıkarmaya
çalışanlara yardıma giriştim. Balyozlarla betonu kırmaya, sacları sökmeye
çalıştık ama nafile, hiçbir işe yaramıyordu. İçerden, derinlerden bir kadının
sesi de geliyordu üstelik. Profesyonel bir ekip olmadan bir şey yapılamayacağı
açıktı. Çok da insan birikmişti.
4. Kara
Umutlar tükenmeye başlamıştır artık, kara onun rengidir.
Şehir merkezine yöneldim. 300-400 m.lik cadde boyunca beş
binanın yerle bir olduğunu gördüm. Üçü de yıkılmaktan beter olmuştu. Kuzenimin dükkanının
bulunduğu bina tanınmaz haldeydi. Allah’tan o gün pazardı, dükkanlar kapalıydı. O
sırada köyde yaşayan akrabalarımızı gördüm. Orada az hissedilmiş deprem, onlar
da hemen şehre koşmuşlar meraktan. Bir kuzenim de çalıştığı binanın ikinci
katından atlamış, belini incitmişti. Aldım eve götürdüm. Ama meraktan
dayanamadı, benimle beraber çarşıya döndü. Arka yoldan gittik bu kez. Yerle bir
olmuş birkaç bina daha gördük. Yanıma fotoğraf makinemi de almıştım. Enkazların
fotoğraflarını çektim.
Şehir merkezinde dolaştıkça manzaranın ne kadar feci
olduğunu bir kez daha gördüm. 4, 5, 6 katlı onlarca bina yirmi saniye içinde
yok olmuştu. Çoğu, sanki içinde hiç kolon yokmuş gibi yere yığılmıştı. Oradan
buraya koştururken arkadaşlardan telefon gelmeye başladı. Hatların
yoğunluğundan Erciş'ten yapılan aramalar çıkmıyor ama karşıdan gelenler
çıkıyordu. Erciş'in sıfır noktası konumundaki Büyük Cami'nin önüne vardık.
Oradan da Vanyolu Caddesi'ne doğru yürüdük. Kalabalıklaşmıştık da. Tanıdıklar,
akrabalar hastaneye gitmeye karar verdik, belki bir yardımımız dokunur diye.
Yol boyu yürürken Buse Kafe’mizi gördüm. O hep gelip
kahvesini içtiğim kafe. Üstteki üç kat, alttaki iki katın üzerine çökmüş,
Buse’nin olduğu kat da karton kutu gibi ezilmişti. Sabahtan beri üç kere gelmek
için yeltendiğim yerdi burası. O an içimden geçenleri sözlere dökemem ki.
Allah, apaçık bana yaşamaya devam etmem için bir şans vermişti.
Hastaneye vardığımızda, o ana kadarki en feci görüntüye
tanık oldum. Hastanenin önü can pazarıydı. Mecazi anlamda değil, sözün en
gerçek anlamıyla can pazarı.
5.
Kapkara
Umutlar enikonu yok olmuştur.
İçeride yer kalmamış. Hastane bahçesine çıkarılmış yataklarda
yüzlerce insan yatmakta. Her birinin başında yakınları, kimi kendi hastasına
bakmaya çalışıyor, kimi ağlıyor. Bazıları yatak bile bulamamış, oradan buradan
buldukları battaniyelere, kartonlara yatırmışlar hastalarını.
Binanın arkasında ise yirmi-otuz kadar cansız beden,
üzerlerine çarşaf örtülmüş, öylece dizilmişler, yerde, betonun üstünde. Kuzenimle,
tanıdık var mı diye fevri bir hareketle hepsinin yüzünü teker teker açıp bakıyoruz.
Felaketin boyutlarıyla birlikte, yaşamın devam ettiği/edeceği de o an daha iyi
anlaşılıyor.
Hastanede bizim yapabileceğimiz bir şey yok. Ayak bağı
olmaktan başka bir şeye yaramayız.
O sırada, öğretmen arkadaşlardan
birini görüyorum. Arkadaşlarıyla Vanyolu Camisi'ndeymiş deprem esnasında. Dışarıya
koşarlarken ev arkadaşı başka bir öğretmenin başına minareden kopan bir taş düşmüş.
Orada hayatını kaybetmiş. Kanı oracıkta duruyor. Biraz sonra, bir yıl aynı okulda
çalıştığımız Şenol'u görüyorum. Oturduğu bina yıkılmış, onu enkazdan
çıkarabilmişler ama bir ev arkadaşı hayatını kaybetmiş.
Sürekli, aynı okulda çalıştığım öğretmen arkadaşlarımı da
arıyor ama bir türlü onlara ulaşamıyorum. İkisi de Erciş'e yeni geldi,
daha yeni ev tuttular geçen gün.
Ambulanslar durmadan hastaneye yaralı taşıyor. Depremin
üzerinden iki saat kadar geçti şimdi. Çevre illerin ambulansları hep burada. Siren sesleri bir an olsun durmuyor.
Hastaneden çarşı merkezine dönüyoruz. Kaymakam dışarıda bir kriz masası kurmuş, başında talimatlar veriyor.
Hastaneden çarşı merkezine dönüyoruz. Kaymakam dışarıda bir kriz masası kurmuş, başında talimatlar veriyor.
Hava kararırken eve dönüyorum. Bizimkiler içeriden yatak
yorgan çıkarmış, açık havada sarınıp örtünmüşler. Ben de aralarına ilişiyorum.
Telefonumu çıkarıp bakıyorum. Hatlar hâlâ yoğun. Bir de internete bağlanmayı deniyorum,
sürpriz bir biçimde hemen bağlanıyor. Haberlere göz atıyorum. Twitter'a, Facebook'a
bakıyorum. Tekmil memleket burayı konuşuyor.
Gökten gelen felakete bu kadar alınmaz insan, ama yeryüzü ki, en sağlam bildiğin şeydir, seni üstünde istemiyor, budur depremde hissettiğin. Ayaklarını bastığın yerin tekin olmadığını bilmek, ne istenmez bir duygudur.
***
Havada yağmur kokusu da var. Yağmasa ne iyi olur. Herkesin içindeki endişe ve umutsuzluk yüzüne yansımış, işte, apaçık görünüyor. Bir depremin bu kadar karamsarlık yaratacağı tahmin edilemez. Gökten gelen felakete bu kadar alınmaz insan, ama yeryüzü ki, en sağlam bildiğin şeydir, seni üstünde istemiyor, budur depremde hissettiğin. Ayaklarını bastığın yerin tekin olmadığını bilmek, ne istenmez bir duygudur.
Sağ olsunlar. |
Bazen ihtiyac oluyor kara seylerden de soz etmek gerekiyor, biliyorum. Ama ben yapamıyorum .. Saniyorum ki Konustukca kalan griler de maviler de yani kalan her şey daha cok kararacak. Canimiz daha cok yanacak. Her neyse sevmiyorum iste acıları konuşmayı. Allah sabır versin ve cok cok gecmis olsun...
YanıtlaSilSevgiler,
Bettra
Çok teşekkür ederim Bettra. Biz alıştık ve atlattık sayılır. Umarım bir daha kimsenin başına gelmez.
YanıtlaSilSağlıkla kal.
"Gökten gelen felakete bu kadar alınmaz insan, ama yeryüzü ki, en sağlam bildiğin şeydir, seni üstünde istemiyor, budur depremde hissettiğin. Ayaklarını bastığın yerin tekin olmadığını bilmek, ne istenmez bir duygudur. "...Depreme aşina bir İzmirli olarak hislerinizi,yaşadıklarınızı anlayabiliyorum...Allah yardımcımız olsun...
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim N.Narda, sağol.
YanıtlaSilGeçmiş olsun. Ölümü düşünmek başka, canında ve etrafında yaşamak başka işte. Galiba ölüm gerçeğinden daha beter bir korku onu yakından görmek.
YanıtlaSilTeşekkür ederim Angela.
YanıtlaSilMerhabalar Sokrates'in Yeğeni.
YanıtlaSilBir zamanlar okumuştum ben bu yazını. Tekrar okuyunca, Buse Kafe 'ye gelince hatırladım, ( sevinmiş ve şaşırmıştım hissetmene) yorumu görünce de heyy Zaman dedim, sen ne zalim bir meleksin! Okuduğumu unutmuşum... Umarım sen de yaşananların izini derinlerde taşımıyorsundur..
O günden bu yana başka bir tarafından tekrar tebrik etmek isterim, tam bir gazete makalesi olmuş, olayları anlatan, temizce detaylandıran.
Yalınız "sakinlik" meselesi düşündürücü, şaşırtıcı...
Huzur ve Sevgiyle,
Merhabala Aze. Evet, okumuşsun, hatta eski adınla bir de yorumun var. :) Buse Kafe'nin kahvesini çok özledim. Yaşananların izini taşımıyorum, çünkü gerçekten bazı insanların yaşadıkları o kadar ağırdı ki, benimkinin lafı bile olmaz.
SilTeşekkür ederim tebrik ettiğin için, naçizane döktüm hissiyatımı işte. Sakinlik meselesi beni de çok düşündürüp şaşırtıyor bu arada.
Sevgilerimle...
Ne yapabildik ki?
YanıtlaSilHiçbir şey yapamasa da pek çok kişi kalbiyle buradaydı.
Sil